Adalet Çavdar, "Dünya benim mahallem", T24, 21 Mart 2019
Duygular, mekânlar, ortak hisler üzerine kurulu metinler, yazarın hayatından bir anı ile başlıyor ve o anının değdiği bütün kapılar metnin içinde bir bir açılıyor. Aklımızın içinde bir labirente sokuyor bizi Sema Kaygusuz, günlük hengameyi yaşarken bir an olsun durup düşünmediğimiz, hissetmediğimiz bazı duyguların, duyuların pencerelerini aralıyor, salonun ortasına perilerini davet ediyor. Sonrası hep beraber çember hâlinde bir sohbet ortamı. Siz dilerseniz buna dertleşmek deyin, dilerseniz paylaşmak ya da sadece kuyruğu birbirine değmeyen kırk tilkiye nedir derdiniz, neden böylesiniz diye sormak.
Sema Kaygusuz’un 21 düzyazısını bir araya getiren Aramızdaki Ağaç, yazarın farklı zaman ve mekânlarda yazdığı yazılardan oluşuyor.
Beni metinlerin içinde en etkileyen şey yazarın inceliğe verdiği önem oldu. Kabalıktan ve gürültüden yorulan insanlar için Kaygusuz’un metinleri bir dinlenme ve dinleme molası verdiriyor. Birbirinden bağımsız görünen metinlerin aslında hepsi bir fanusun içinde bugün birbirimize duyuramadığımız sesleri usul usul çıkarmamızı sağlıyor. Edebiyat, tarih, mitoloji, din, felsefe, sosyoloji, politika pek çok alan metinlerin içinde yerlerini alıyor. Bir meseleye ne çok yukarıdan ne de çok içeriden bakıyor yazar, kendisi ve dünya ile arasında koyduğu mesafeden yaklaşıyor yazdıklarına.
Temel konulardan biri merhamet örneğin; merhametin tarihinin başka yerden yazılması gerektiğinden bahsediyor. Merhamet hem duymaya hem duyulmaya ihtiyacımız olan temel duygulardan biri belki de. Üstüne çok uzun düşünmek gerekir. Merhamet, Kaygusuz’un metinlerinin tam ortasında duruyor ve kendini hatırlatıyor.
Kadınlar ve kadın arkadaşlığı, adalet, devlet, anne, kız çocuğu olmak, nineler, ağaçlar, mahalleler sıra sıra dizilip kendilerini anlatıyor. Metinlerden biri Pınar Selek’e ithaf edilmiş ve Selek’in ağzından annesine bir mektup gibi yazılmış. “Üç Kelebek” adlı bu metnin içinde Kaygusuz, “Dünya benim mahallem anne. İnsanların için için ağladığı ve elbette kahkaha attığı her yer benim yuvam” diyor. Kitap, yazarın bu iki cümlesi gibi sanki onun dünyasını ve mahallesini anlatıyor. Kaygusuz, bize gönlünü açıyor. O gönlün içerisinde cesaret ve öfke de var. Kimseyi görmezden gelmeyerek yazıyor.
Bütün bunların yanı sıra, bazı tanımların içinde nasıl yaşandığından bahsediyor yazar: Türkiyeli, şarap içen, kadın yazar. Bu tanımla cebelleşme hâllerini anlatıyor. Sanat ve yazmak meselesi üzerine düşüncelerini dile getiriyor. Kadınlık meselesini bugünden, mitolojiden ve babaannesiyle anılarından, onun anlattığı hikâyelerden dile getiriyor.
Kaygusuz’un metinlerinin bir diğer ortak noktası ise doğa. İncir ağacını kendine kardeş belleyen kadının, kargalarla yaşadıkları da var kitapta.
Sema Kaygusuz’un metinleri bugüne dair bir dertleşme. En derin diyebileceğim budur. Kitabın son yazısı “Öd” ile dost olmak üzerine konuşuyor. Sitem değil ricada bulunuyor. Şu her şeyiyle kötü günlerin içinden aramızda bir ufak bir mesafe ve biraz incelikle, yalnız kalmanın altından da kalkılır lakin herkesin yalnız olduğunu düşündüğü bu günlerde, devam etmek için bir öneri sunuyor.