Müge Canpolat Yanardağ, “Bilge Karasu’dan romana teğelli anlatılar: Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”, Virgül, Kasım-Aralık 2009
Bilge Karasu, 1970’te yayımlanan ikinci telif yapıtı Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı ile 1971 yılında Sait Faik Hikâye Armağanını kazanmıştır. Tomris Uyar’ın aktardığına göre, yapıt yeterince “sosyal içerikli” bulunmadığından dolayı, Karasu armağanı Bekir Yıldız’la paylaşmıştır. (“‘Tanışma Anları’ndan”, haz. Füsun Akatlı, Müge Gürsoy Sökmen, Bilge Karasu Aramızda, Metis Yayınları, 1997, s. 52)
Yazarın yaptığı bölümlemeye göre yapıtta iki öykü vardır. İlk öykü “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”, “Ada” ve “Tepe” başlıklı iki bölüme ayrılmıştır. İkinci öykü ise “Dutlar”dır. Ancak Güven Turan’ın da belirttiği gibi, kitabın bütünündeki yapısal karmaşıklıktan ötürü yapıtın türünü belirlemek oldukça güçtür. (“‘Ada’da Zaman Kullanımı”, agy, s. 153)
Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı ile ilgili değerlendirme yapan birçok yazar, yapıtın türüne ilişkin birbirinden farklı yorumlar ortaya koymuştur. Behçet Necatigil, Olcay Önertoy ve Sadık Yalsızuçanlar, yapıtın üç “uzun öykü”den oluştuğunu belirtmişlerdir. (Necatigil, Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, Varlık Yayınları, 2000, 7. baskı; Önertoy, Cumhuriyet Dönemi Türk Roman ve Öyküsü, T. İş Bankası K.Y., 1984; Yalsızuçanlar, “Modern Türkiye Öykücülüğünde Bir Ada: Bilge Karasu”, Hece, sayı 46-47, Ekim-Kasım 2000, s. 232-42) Ayla Kutlu ise “Roman ve Öykünün Konu Alanındaki Genişlemeler” başlıklı makalesinde, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’nın türüyle ilgili değerlendirmelerini şu sözlerle dile getirmiştir:
[İ]tiraf etmek gerekirse ben Karasu’yu romancılığından ötürü değil, öykücülüğü açısından önemli bulurum; onun roman derinliğinde olduğunu düşündüğüm Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı adlı uzun öyküsü, öykü kişilerinin konuşmadığı ama anlatıcının dilinde iyiliğin ve yaşamın derinlik kazandığı özgün bir biçim denemesidir. (Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, haz. Hüseyin Atabaş vd, Edebiyatçılar Derneği Yayınları, 1998, s. 330)
Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı ile ilgili değerlendirme yapan diğer isimler ise Feridun Andaç ve Enis Batur’dur. Andaç, kendisiyle yapılan bir söyleşide, “kısa öykü” ve “uzun öykü” tanımlarıyla ilgili bir soruya şöyle yanıt verir:
Anlatma, kurma biçimleridir esas olan. Bilge Karasu’nun Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’ndaki “Ada”, “Tepe”, “Dutlar” öykülerini ele alalım. Uzayan sözler değildir, gerçekçiliğin boyutlarıdır öykülerde belirleyici olan. (“Feridun Andaç ile Dünden Bugüne”, söyleşiyi yapan: Semih Gümüş, 10 Nisan 2002, www.adanasanat.com)
Bir başka söyleşide ise Enis Batur, “uzun öykü”yü başlı başına bir tür olarak gördüğünü belirtir ve sözlerine şöyle devam eder:
Nasıl su, dere, ırmak yatakları, debileri ile farklı özellikler taşıyorlarsa, uzun öykü de kısa öyküden, romandan öyle ayrılır. Bilge Karasu, “Ada” ile “Tepe”yi pekâlâ bir roman kuracak kadar yayabilirdi. (“Enis Batur ile Dünden Bugüne”, söyleşiyi yapan: Semih Gümüş, 10 Nisan 2002, www.adanasanat.com)
Buraya kadar aktarılan görüşlerde, yapıtın türünün “uzun öykü” olduğu, farklı yorumlamalarla kesinlenmiştir. Ancak bu noktada dikkati çeken, yapıta ilişkin türsel kesinlemenin oldukça kısa ve belirsiz sözlerle dile getirilmiş olmasıdır. Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı ile ilgili değerlendirmelerde “tür”ün hemen hemen hiç sorunsallaştırılmadığı gözlemlenmektedir. Yapıt üzerine yazılan diğer yazılarda ise yapıtın daha çok dili ve/veya içeriğine odaklanılmıştır. Ancak özellikle “içerik”inin gölgesinde kalmasına rağmen, yapıtın “öykü armağanı” alması, “tür”ünün sorunsallaştırılmasına olanak tanımaktadır. Bu noktada sorulması gereken soru, yapıtın türünün neden “öykü”den çok “roman”a yakın bir tür olan “uzun öykü” olarak nitelendirildiğidir.
Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı iki ana metinden oluştuğuna göre, “tür”e ilişkin değerlendirmenin de bu iki ana metne ayrı ayrı yöneltilmesi gerekir. Karasu’nun kendinden önceki öykücülüğün geleneklerini yıkıp “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”nı parçalı bir metin olarak kurgulamasının, türsel çözümlemeyi zorlaştırdığı düşünülebilir. Ancak “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”nı oluşturan “Ada” ve “Tepe” birbirine o derece bağlıdır ki aslında parçalılığın sadece yapıda olduğu bile söylenebilir. Bu noktada Ülker Gökberk’in konuyla ilgili şu saptaması oldukça önem kazanmaktadır:
Andronikos’u oluşturan çizgiler “Tepe”de, İoakim’i oluşturan çizgilerin bir bölüğü de “Ada”da tamamlanır. Öyle ki, Andronikos’un öyküsünü anlayabilmek için “Tepe”nin kimi bölümlerini ayırıp art arda getirmek gerekecektir. Böylelikle iki metni birbirine bağlayan yeni, kesintisiz bir okuma biçimi ortaya çıkabilir. (“Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı Üzerine”, Bilge Karasu Aramızda, s. 131)
Metni, Gökberk’in deyişiyle “kesintisiz” olarak okunabilir kılan, yalnızca Andronikos ve İoakim’in kişilikleri değil, metindeki zaman anlayışının ve metnin olay örgüsünün de Gökberk’in sözünü ettiği bir tekniğe olanak sağlıyor oluşudur. Süha Oğuzertem, “Modern Edebiyat ve Abdülhak Şinasi Hisar” başlıklı makalesinde, olay örgüsü kavramını “çatışmanın zaman içinde açılımı” olarak tanımlar. (Defter, sayı 18, Ocak-Haziran 1992, s. 120) “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”nda çatışmanın, içine yayılabileceği belirgin kronolojik göstergeleri saptamak mümkündür: Örneğin Andronikos’un yaşının otuz üç olduğu, adaya kaçtıktan iki ay sonra döndüğü, İoakim Roma’ya gideli on beş yıl geçtiği ve bu on beş yılın sonunda yetmiş yaşlarında olduğu gibi. Öyleyse “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı” yeniden kurulduğunda kronolojik olarak çizgisel bir anlatıma ulaşılacak (öykünün kronolojisi saptanabilecek) ve kesintisiz bir okuma biçimi (olay örgüsündeki süreklilik) sağlanabilecektir. Bu noktada, yapıttaki zaman anlayışının, romanda “kronoloji” denen zaman anlayışıyla örtüştüğü düşünülebilir. Bu bağlamda “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”nın “uzun öykü”den çok romana yakın bir tür olduğu söylenebilir.
“Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”nı romana yaklaştıran diğer önemli neden ise, metnin okuyucuyu duygusal açıdan değil de düşünsel açıdan etkilemesidir. Walter Benjamin, “Hikâye Anlatıcısı” başlıklı uzun makalesinde şöyle demektedir:
“Hayatın anlamı”: Gerçekten de romanın çevresinde hareket ettiği merkez tam da budur. (“Hikâye Anlatıcısı”, yay. haz. Nurdan Gürbilek, Son Bakışta Aşk, Metis Yayınları, 1995, s. 91)
“Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”nda da “hayatın anlamı” üzerine odaklanıldığı ve yapıt okunduktan sonra okuyucunun içeriğe ilişkin birçok soruyla baş başa kaldığı söylenebilir.
Yapıtın ikinci metni “Dutlar”, “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”nda konu edilen baskı ortamının, Ülker Gökberk’in deyişiyle “çağdaş zaman dilimi içinde, iki ayrı zaman noktasında yeniden öykülenişi”dir. (Bilge Karasu Aramızda, s. 151) Ancak öykü, “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”nı çerçeveleyici ve sonlandırıcı bir niteliğe sahiptir; yani yine Gökberk’in deyişiyle “‘Dutlar’ı anlamadan, kitabın tümünü anladığımızı söyleyemeyiz.” (agy, s. 132) Bu noktada “Tepe”nin anlamını açan anahtarın “Ada”; “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”nın anlamını açan anahtarın da “Dutlar” olduğu söylenebilir. Bu bağlamda her üç metin, anlamsal düzlemde birbirini bütünleyen bir yapı göstermektedir. Öyleyse Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’nı oluşturan metinlerin, bir romanın altbölümleri olarak okunmasına olanak sağladığı düşünülebilir.
Sonuç olarak, Bilge Karasu’nun Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı adlı yapıtının “uzun öykü”den “roman”a geçiş çizgisinde romana daha yakın bir konumda olduğu söylenebilir. Bu bağlamda Karasu’nun “birtakım alışılagelmiş anlatı ve anlatım biçimleri bana yetmemiştir ya da onların dışına çıkmak istemişimdir,” (Mustafa Arslantunalı, “Bitmemiş Bir Konuşmadan”, Bilge Karasu Aramızda, s. 13) sözleri, Jale Parla’nın “her edebi yapıt, ait olduğu türle tam bir uyumdan çok, farklılık, yenilik, melezlik ya da başkaldırı ilişkisi sergiler. Türü aşma çabalarıyla ait olduğu türün sınırlarını zorlar,” (Don Kişot’tan Bugüne Roman, İletişim Yayınları, 2000, s. 29) sözleri ışığında daha da anlamlı bir hale gelir.