Bilge Karasu Aramızda Kapak Tasarımı: Emine Bora Hazırlayan İsim: Füsun Akatlı, Müge Gürsoy Sökmen |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Kasım 1997 | 2. Basım: Ocak 2019 |
Ülkemiz edebiyatının "Bilge"sini 1995 yılında yitirdik. Bilge Karasu Aramızda, 1950’li yılların başından beri edebiyatımıza ve düşünce dünyamıza çok büyük katkılarda bulunmuş olan yazarımızın anısına armağan olarak, eleştirmenlerine, dostlarına, öğrencilerine yaptığımız açık çağrı ile hazırlandı. Bilge Karasu, okurla metin arasına –yazarın sonradan söyleyecekleri de dahil– başka seslerin girmemesi gerektiğini düşünürdü. Bizim de bu kitabı hazırlarken niyetimiz, Bilge Karasu’yu okura tanıtmak ya da açıklamak değil, onu özleyenlere bir el vermekti. Aradan geçen yirmi küsur yılda Bilge Karasu hep aramızdaydı, yeni kuşaklar bu büyük yazarın yapıtlarıyla buluşmayı sürdürdü. Bu anma kitabının yeni baskısını da işte bu genç okurlarımız için yapıyoruz.
Bilge Karasu’nun edebiyatını, dünyasını daha iyi anlamak için ayrıca bakınız: “Büyümenin Tarihi”, Nurdan Gürbilek, Ev Ödevi içinde, s. 79-92. Bilge Karasu’yu Okumak, Hazırlayan: Doğan Yaşat Yazının da Yırtılıverdiği Yer, Cem İleri | İÇİNDEKİLER |
Sunuş, Müge Gürsoy Sökmen Söyleşi: Bitmemiş Bir Konuşmadan, Mustafa Arslantunalı Seslenişler, Anılar, İzler"Bilge'ye", Füsun Akatlı "Mektup", Nezihe Meriç "Birkaç Bilge Karasu", Sıtkı M. Erinç "Ustam'a Ağıt", Oruç Aruoba"Bilgesizkıskaç", Cüneyt Türel "'Tanışma Anları'ndan", Tomris Uyar "Bilge'ler Ölür", Selim İleri "Mektup Avlu, Konuşma Park", Mehmet H. Doğan "Karasu: Kara Talih", Talat Sait Halman "'Usta Beni Öldürsene'", Barış Pirhasan "Çalınamayacak Fotoğraflar", Mustafa Arslantunalı "Dehlizde Giden Adam: Bilge Karasu", Hasan Cemaleddin Gürpınar "Adına Yakışan Bilge", Nil Kara Çağrışımlar"Tunus Cad. 67/3 Kavaklıdere", Alain Mascarou (Çevirmenin Notu: Serra Yılmaz) "Adamadası", Balkan Naci İslimyeli "Altı Ay Bir Güz'de: Okurken Yazılanlar", Gündüz Vassaf İncelemeler, Değinmeler, Yorumlar"Çağdaş Bir Penelope", Füsun Akatlı "Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı Üzerine", Ülker Gökberk "'Ada'da Zaman Kullanımı", Güven Turan "Bilge Karasu Üzerine İki Not", Enis Batur "Bilge Karasu'da İnsan İlişki(sizlik)leri", Doğan Hızlan "Masalların Yırtıldığı Yerden Dostluklara", İskender Savaşır"Yazı ve Arınma", Nurdan Gürbilek"Değer, Değerler ve Yazın", İoanna Kuçuradi "Sevgili Hocam, Sevgili Ustam", Oruç Aruoba"Gece'ye Hazırlanırken", Hamdi Bravo "Son Opus Magnum", Türker Armaner | OKUMA PARÇASI |
Müge Gürsoy Sökmen, Sunuş, s. 13-14 Yayıncılık, daha doğrusu benim anladığım anlamda yayıncılık, anonim kalmayı seçenlerin mesleğidir. Bir şeyler söylemek isteyen, ama bunu kendi sözcükleriyle değil, başkalarının metinleri aracılığıyla daha iyi yapabileceğini düşünenlerin işidir. Yayıncı, ömrü boyunca paylaşabileceği metinler arar; bunların mümkün olduğunca çok kişi tarafından görülmesini ister. Ancak seçici davrandıkça, tercihlerinde kullandığı ölçütleri çoğalttıkça alanını, konuyla/ yapıtla ilgilenecek okurların sayısını daralttığını bilir. Bir yandan gitgide derinleşen sorgulamalara, arayışlara ulaşmak, öte yandan bunları giderek daha çok okurun hayatında dolaşıma sokabilmek gibi bir imkânsızı düşler. Bilge Karasu’nun toplu yapıtlarını yayımlama kararımızda da böyle bir kaygı rol oynamıştı. Kendi hayatlarımızın ve Türkiye’deki gündemin karmaşasında, geç sayılabilecek bir dönemde keşfetmiştik Bilge Karasu’yu (bizi yapıtlarıyla tanıştıran Fatih Özgüven’e... Devamını görmek için bkz. | |
Füsun Akatlı, "Bilge'ye...", s. 35-36 Kavaklıdere'deki önü vişne ağaçlı evin balkonunda havalandırdığın leylak rengi gömlek... Kedi Macarcası konuşan yanaşma kızın Bıyık... Balıkçı halinde, kırmızı tablada bekleyen ak levrek... Samanpazarı'nın ve Nilgün sokağın ayağına alışık yokuşları... Ankara'dan Bostancı'ya sabah 7.30'da varan Mavi trenler... Uzatılmış kahvaltı törenlerimizin ve sözleri noktasız gecelerimizin isli çayları... Mete caddesindeki çocukluk evinin kim bilir nerelerde yitip gitmiş piyanosu... Lağımlaranası dediğin ihtiyar Beyoğlu... O Beyoğlu'nun Kedili Meryem'i... Edirnekapı'nın, Yedikule'nin, hele hele Tekfur sarayının aşina Bizans'ı... Kariye'nin ve Ravenna'nın mozaikleri... Sevdiğin bütün zeytinyağlılar, tam istediğin gibi kızartılmış patatesler, fıstıklı dondurmalar... Otuziki kısım tekmilli, geceden geceye uzanan, üst üste katlanan düşlerin... Kapaklı teneke kutuların yanında uçları sivriltilmiş<... Devamını görmek için bkz. | |
Nurdan Gürbilek, "Yazı ve Arınma", s. 203-227 Bilge Karasu'nun öykülerini, masallarını, metinlerini okurken bir zorlukla karşı karşıya olduğumu düşündüm: Sert metinlerdi çünkü bunlar, sert bir malzemeden yapılmış metinler; su gibi akmıyor, dökülmüyorlardı. Okunurken en akıp giden anlatısında, bir denemesinde sözünü ettiği türden, "tutulmuş bir soluğun salı salıverilmesi gibi yazılmışa"(1) en çok benzeyen metninde, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı'nda bile hissediliyordu bu. Sert bir malzemeden, uzun süre kazınarak, yontularak, yoğrularak yapılmıştı sanki bu metinler. Bunun, dille kurulmuş belli bir ilişki biçiminden, bir işçilikten kaynaklandığını düşündüm önce: Çünkü bu metinlerde dil, arkasına dönüp bakmadan akıp giden, su gibi, soluk gibi doğal, saydam bir şey olmaktan çok, onu kurup biçimlendiren işçiliği gösterircesine koyulaşmış, katılaşmıştı. Karasu'nun genel olarak yazıyla ilişkisinde, malzemeyi ele alış tarzında da görülebiliyordu bu. İnce işçil... Devamını görmek için bkz. | |
| ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Oruç Aruoba, "'İp' ile 'sap' ya da yazı ile çeviri üstüne", Virgül, Sayı 3, Aralık 1997 Talat Sait Halman tuhaf şeyler söylüyor. Bilge Karasu'ya 'armağan' cildi içindeki yazısında, bir yandan, 'ip' ile 'sap' açısından ölçüsünü kaçırmış; ancak 'sulu-zırtlak' diyebileceğim, bir sözümona 'övgü' düzerken, bir yandan da Karasu'nun "dünya edebiyatı" içinde tutması gerekip de tut(a)madığı (!) yer konusunda, ne diyeceğimi bilemediğim 'mülahaza'lar geliştiriyor -özetlemeğe çalışayım:- Bilge Karasu, "romanlarını ve öykülerini" Türkiye dışında biryerlere yerleşip Fransızca ya da İngilizce [Amerikanca?...] ve/ya da İspanyolca ya da İtalyanca yazsaydı, "üstün başarılı eserler üretecekti [üretirdi]" ... "büyük etkiler yapabilecekti [yapabilirdi]" -oysa, "kara talih" bu ya, Türkçe içinde "sıkışıp kal"dı. "Saplanıp kaldı", çünkü, "Bilge'nin dille boğuşmakta olması, Türkçe'nin söz dağarcığının, ifade olanaklarının kısıtlılığı yüzündendi. İngilizce ya da Fransızca yazarken son derec... Devamını görmek için bkz. | |
Emek Erez "Okurluk, yazı ve anımsamalar", edebiyathaber.net, 28 Ocak 2019 Yazarın mirası yakın çevresini aşar. Çünkü onun metinleri vardır ve onların ulaştığı okurlar. Okur için yazarın kaybı, bir şekilde kendisine ulaşmış ve dokunmuşsa onu önce acıyla karşı karşıya bırakır, sonrasında ise duygunun yönü bıraktığı metinlere kayar. Raftan alınır kitaplar, altı çizili sayfalara göz gezdirilir, okunma ânına gidilir. Belleğin saklı köşesindeki sandık açılır, etrafa yaşam izleri saçılır. Anneannelerin, annelerin naftalin kokulu sandıklarının insanı götürdüğü bir yer vardır ya onun gibi bir etkilenme oluşur. Eğer, tutkulu bir okuruysanız kaybettiğiniz yazarın, bıraktığı her şeye ayrı bir anlam yüklersiniz. O nedenle yazarların bıraktıkları önemlidir ona dair tüm metinler, onun ardından söylenenler, daha önce gün yüzüne çıkmamış yazılar, metinlerine dair eleştiriler, söyleşiler, tanıklıklar, anekdotlar hepsi bir bütünün parçaları olarak, yazara dair hâfızanın bir parças... Devamını görmek için bkz. | |
|