ISBN13 978-975-342-168-3
13x19,5 cm, 288 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Oruç Aruoba, "'İp' ile 'sap' ya da yazı ile çeviri üstüne", Virgül, Sayı 3, Aralık 1997

Talat Sait Halman tuhaf şeyler söylüyor. Bilge Karasu'ya 'armağan' cildi içindeki yazısında, bir yandan, 'ip' ile 'sap' açısından ölçüsünü kaçırmış; ancak 'sulu-zırtlak' diyebileceğim, bir sözümona 'övgü' düzerken, bir yandan da Karasu'nun "dünya edebiyatı" içinde tutması gerekip de tut(a)madığı (!) yer konusunda, ne diyeceğimi bilemediğim 'mülahaza'lar geliştiriyor -özetlemeğe çalışayım:-

Bilge Karasu, "romanlarını ve öykülerini" Türkiye dışında biryerlere yerleşip Fransızca ya da İngilizce [Amerikanca?...] ve/ya da İspanyolca ya da İtalyanca yazsaydı, "üstün başarılı eserler üretecekti [üretirdi]" ... "büyük etkiler yapabilecekti [yapabilirdi]" -oysa, "kara talih" bu ya, Türkçe içinde "sıkışıp kal"dı. "Saplanıp kaldı", çünkü, "Bilge'nin dille boğuşmakta olması, Türkçe'nin söz dağarcığının, ifade olanaklarının kısıtlılığı yüzündendi. İngilizce ya da Fransızca yazarken son derece zengin bir vokabüler bulacaktı, üslubunun belkemiği olan nüansları ve incelikleri o dillerde çok kolay dile getirebilecekti"...

Halman, Türkiye'nin New York Fahri Edebiyat Konsolosu olmasına karşın, bazı şeyleri hiç anlamamış anlaşılan: başta, yazı; sonra, çeviri işlerini; sonra da, "kırk yıllık dostu" olduğunu söylediği Bilge Karasu'nun yazı ile çeviri konusundaki düşüncelerini ve tutumunu...

Yazmak, bir dil içinde yaşanarak yapılan bir iştir: Yazarın uğraşı, zengin bir "vokabüler"le, "nüanslar ve incelikler" yoluyla, "kusursuzca bildiği" bir dil içinde, birşeyleri "kolay dile getirmek" değildir -bir dil aracılığıyla, yaşadıklarıyla; dolayısıyla, o dilin kendisiyle de -evet- "boğuşmak"tır. Bu uğraş içinde de, dili, yoğurmak, biçimlendirmek, dönüştürerek kendi anlayışıyla yeniden kurmaktır. Hiçbir yazar, kendisine verilmiş -kendisinden önce, işte, başka yazarlarca biçimlendirilmiş- dili, olduğu gibi; yalnızca bir "kolay dile getirme" aracı olarak, benimsemez (benimsemişse, zaten, bir yazar değil, olsa olsa bir 'yazı(n)cı' olmuştur); yazar, kendi yaşayarak ve yazarak 'kendinin' kıldığı dili, verilmiş (dilbilgisel yapısı ile tarihsel gelişimi içinde, 'hazır' bulduğu) dilin olanakları içinde, kendisi oluşturur- bu oluşturma sürecidir, işte, zaten, onun yazarlık uğraşı.

Bilge Karasu da, yazarlığı; yazacağı dil olarak da, Türkçeyi seçti -evet seçti; çünkü, 'seçenek'leri arasında -en azından 'ilk' 'anadili' olmayan- Türkçe'den önce ve sonra, en az dört 'ana-baba-dili'; giderek de, Akdeniz'in Batı'sında konuşulan bütün diller vardı -Kuzey'inde konuşulan dilleri 'iyi bilmediği'ni söylerdi: Goethe'yi ya da Ibsen'i asıllarından okurdu da, onları Türkçe'ye çevirme yetkesini kendisinde görmediği için, 'bilmiyorum' derdi, onların dilleri için.

Türkçe'yi seçti: bunun 'milli duygular'la yapılmış bir seçim olmadığını belirtmeğe, herhalde, gerek yok -belki, 'vokabüler'inde "sevgi" ile "sevi" sözcükleri olsun diye; "ömür" ile "hayat" arasında bir 'incelik' bulduğu için; "yaşam", "yaşama", "yaşantı", "yaşanan", "yaşanmışlık", "yaşanagelinen" gibi 'nüanslar' yapabildiğinden dolayı, Türkçe'yi seçti.

Yukarıdaki Türkçe sözcüklerin zengin ve yetkin Amerikanca'daki karşılıklarını bulma işini Halman'a bırakarak, çeviri konusuna gireyim: Yazısında, Karasu'nun Gece'sinin İngilizce'ye çevirilme sürecine katılışını anlatırken, yazarlık konusundaki düşüncelerinden de daha tuhaf 'mülahaza'larda -bir de, ancak 'psikanalitik' denebilecek bir 'diagnoz'da- bulunuyor Halman; gene, özetlemeğe çalışayım:-

Karasu Türkçe'nin en yetkin yazarlarındandı.

Ama Türkçe yetersiz bir dildir.

Karasu İngilizce'yi de mükemmel derecede bilirdi.

İngilizce ise yetkin bir dildir.

Dolayısıyla, Gece İngilizce'ye çevrilince, Karasu "Türkçe'nin yetersizliğini sez"di, "Türkçe'nin zayıf kalmış olduğunu (sic.!) gördü"; bunun üzerine "Türkçe'yi kurtarmak için çırpın"mağa başladı, "çeviriyi didik didik" ederek "-haksız olduğu halde-" (sic.!!) yapılmasını istediği "tadiller" konusunda "dayattı"... Bereket versin, metnin yazarının "haksız" inatçılığının tersine, metnin çevirmeni "anlayışlı ve esnek" davrandı da...!!?

Bilmem ki neresinden tutmalı bu çıkarımlar zincirini...

Bilge Karasu ile birlikte, çeşitli çeviri işleriyle (de) uğraşmış ve onun dil ve çeviri konusundaki düşünüş biçimine, biraz da olsa, yaklaşabildiğini sanan; kendini onun 'çırağı' sayan, birisi olarak, ben de bir dizi önerme koyayım ortaya:-

Hiçbir dil, bir başkasına göre daha 'yeterli' ya da daha 'yetersiz' değildir: Bir dil, onu konuşan insanların, onunla, onun içinde yaşamalarına 'yetiyor'sa, yazın ürünleri vermelerine de 'yeter' -yeter ki yazan ve/ya da çevirenin kendisi 'yeterli' olsun...

Türkçe, çok önemli, zengin dilegetiriş olanakları barındıran bir dildir -'gelişmiş' (Batı) kültür/düşün/yazın dilleri karşısındaki konumu açısından da, yalnızca (bilgi alanlarında) türetilmiş terim sayısı bakımından bir 'az gelişmiş'liğinden sözedilebilir; yoksa, dolaysız dilegetirme 'gücü' açısından, onlardan hiç de daha 'zayıf' değildir. Aralarında Bilge Karasu'nun da bulunduğu bir dizi (ne yazık ki pek az sayıda) çevirmenin Batı dillerinden Türkçe'ye yaptıkları çeviriler, bunun kanıtıdır.

Şimdi, Halman'a bir öneri: Bilge'nin D. H. Lawrence'dan çevirdiği Ölen Adam metnini aslıyla yanyana koyup bir baksın da, İngilizce'nin en iyi işlenmiş, en çetin (çağdaş) metinlerinden biri karşısında Türkçe'nin (tabiî ki bir Karasu bulunca) neler yapabildiğini görsün.

Öteki tarafa gelirsek: Türkçe yazılmış (önemli) yazın metinlerinin Batı dillerinden birine çevrilmesi, hiç de, 'kendiliğinden', "kolay" değildir -hele, büyük ölçüde bir kalıplar dili hâline girmiş İngilizce (hele hele, Amerikanca) Türkçe'de geliştirilebilen dilegetiriş biçimleri karşısında adamakıllı zorlanır (bu zorlanmayı acaba yaptığı çevirilerde Halman da duymuş mudur, diye sorasım geliyor...); dolayısıyla, çeviride de, çoğu zaman, dilbilgisel 'hazır' biçimleri bir ölçüde 'zorlamak' gerekir.

Şimdi, Karasu (Füsun Akatlı'nın bildirdiğine göre) Gece'nin İngilizce'ye çevirisi sırasında oluşmuş metinlerin kendisindeki kopyalarını yoketmiş (Füsun ilk çeviri metin üzerinde Bilge'nin yaptığı düzeltmelerin en azından görünüşünü anımsıyor: akademik çevrelerde sınav kağıtlarıyla ilgili yapılan benzetmeyle, "kızamık çıkarmış"mış, çevirmenin metni...); ama, umarım, bunların Halman'daki kopyaları duruyordur.

Ona, o zaman, ikinci önerim, şu: Türkçe'sinden başlayarak, bütün aşamalarıyla, çevirmenin sonunda lütfedip kabul ettiği (!) basılmış İngilizce biçime varasıya, çeviri metinleri yanyana koyup karşılaştırsın -o zaman, yazı işleriyle de, Türkçe'yle de; çeviri işleriyle de, İngilizce'yle de; "kırk yıllık dostu" yazar/çevirmen Bilge Karasu'yla da, ilgili, bazı şeyleri anlayabilir, belki...

Ama, bu işi yapmanın kendi Fahri Konsolosluk görevleri arasına girmediğini düşünürse, benim son önerim de şu olur: o metinlerin kopyalarını New York'tan bana göndersin; o işi ben, burada, Istanbul'da, yapayım...

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X