Füsun Akatlı, "Bilge'ye...", s. 35-36
Kavaklıdere'deki önü vişne ağaçlı evin balkonunda
havalandırdığın leylak rengi gömlek...
Kedi Macarcası konuşan yanaşma kızın Bıyık...
Balıkçı halinde, kırmızı tablada bekleyen ak levrek...
Samanpazarı'nın ve Nilgün sokağın ayağına alışık yokuşları...
Ankara'dan Bostancı'ya sabah 7.30'da varan Mavi trenler...
Uzatılmış kahvaltı törenlerimizin ve sözleri noktasız
gecelerimizin isli çayları...
Mete caddesindeki çocukluk evinin kim bilir nerelerde
yitip gitmiş piyanosu...
Lağımlaranası dediğin ihtiyar Beyoğlu...
O Beyoğlu'nun Kedili Meryem'i...
Edirnekapı'nın, Yedikule'nin, hele hele Tekfur sarayının
aşina Bizans'ı...
Kariye'nin ve Ravenna'nın mozaikleri...
Sevdiğin bütün zeytinyağlılar, tam istediğin gibi
kızartılmış patatesler, fıstıklı dondurmalar...
Otuziki kısım tekmilli, geceden geceye uzanan,
üst üste katlanan düşlerin...
Kapaklı teneke kutuların yanında uçları sivriltilmiş
boy boy kurşun kalemlerin...
Hepsini, daha pek çok yaşanmışları ve yaşanmamışları
bilgece bir aldırmazlıkla bırakıp gittin.
Ama tenha yolun ortasında, kolu kanadı kırık, alabildiğine
şaşkın, alabildiğine yılgın, bütün vazgeçmelere teşne
birini bıraktın ki... Eminim, ta içimde duyuyorum, gözün
arkada kaldı. Tarih kadar uzun, ömür kadar kısa ortak
zamanımızda ilk ve son defa... nasıl oldu... incittin beni!
Bir Turgut Uyar şiiri gibi oldu ölümün
Ölümün bir kandil olacak
Akşamlar, akşamlar, akşamlar olacak
Sevmenin en güzel yaşlılığı, ölümün
Yaşaman gibi sakin, sessiz, kendiliğinden
Hatıran bir güldür bana
Ellerin bir yakınlıktır
Geçmişi ular gecelerime
Hatıran bir güldür bana
Büyük caddeleri sevdiren bana
Bütün özürleri bulduran bana
Sağlam kılan soyumuzu
Ben artık herkesi tanırım
Çünkü kış geldi
Çünkü kış sonsuzdur, öğretir
Neredeyse kar başlar
Birini düşünür gibi oluruz. Biliyorum
Ellerin de üşür. Biliyorum ama
Isıtabilirsin onları o ateşte
Hazırsın da. Biliyorum. Ama
sana bir boyun atkısı gerek. Kış geldi.