| ISBN13 978-975-342-365-6 | 13x19,5 cm, 192 s. |
|
Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar, 1975 | İnsan Olmak, 1983 | Psikanaliz ve Sonrası, 1988 | Varoluş ve Psikiyatri, 1990 | Kırmızı Kitap, 1993 | Dersaadet'te Dans, 1996 | Bir Günlük Yerim Kaldı İster misiniz?, 1997 | Kimbilir?, 1998 | Kızarmış Palamutun Kokusu, 2001 | Tren, 2004 | Seyyar, 2005 | Kuru Su, 2008 | Zamane, 2010 | Mesela Saat Onda, 2012 | Rastgele Ben, 2014 | Orada, Bir Arada, 2017 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Abdullah Tekin, “Hayat”, Cumhuriyet Kitap, 5 Eylül 2002 Daha önce Kızarmış Palamutun Kokusu, Kimbilir, Dersaadet'te Dans ve Bir Günlük Yerim Kaldı, İster misiniz? kitaplarını yazan Engin Geçtan, uzmanlık eğitimini yurtdışında alan bir psikiyatris. Bu nedenle Geçtan, günümüzde "farklı dünyaların karşıtlıklarını yaşamış olmamın, sonradan kendi yolumu bulmamı kolaylaştırmış olduğuna inanıyorum" diyor. (s. 5) ve ekliyor "Yıllardır iç dünyalarını benimle paylaşan insanlar olmasaydı herhalde bu satırları yazıyor olamazdım." (s. 6) İnsanların kendisiyle paylaştıklarını daha geniş kitlelere aktarmak istemesi, klinik çalışmalarını psikoterapist olarak sürdüren Geçtan'ın paylaşımcı yönünü ortaya çıkarır. Ne var ki konuştuğu kimselerle paylaştığı düşünceleri geniş kitlelere aktarma aşamasında daha özenli, daha seçici ve daha farklı bir yöntem uygulaması beklenirdi. Konuştuğu kişiler -mümkündür ki- aynı çizgide, aynı donanım ve düzeyde olabilirler. Ama geniş kitleler için aynı şeyleri söylememiz söz konusu olamaz elbette... Geniş kitlelere yönelirken daha özenli ve farklı olma yaklaşımı "popülist" bir edim olarak değerlendirilemez. Bazı deyimleri, sözcükleri ve bazı kavramları dar ve özel çevreler, arkadaş veya meslektaş grupları kolay anlayabilirler. Ama bunu geniş kitlelerden bekleme hakkına sahip olamayız. Yok eğer geniş kitlelerden amacımız sınırlı sayıda anlayanlar ise ve Hoca Nasrettin örneği "Bilenler bilmeyenlere anlatsın" biçiminde bir yaklaşımımız olacaksa zaten sorun yok demektir. Öbür türlü "terapötik" sözcüğünün "tedavi eden, şifa veren veya dirilten" anlamına geldiği belirtilmeliydi. "Kartezyen" sözcüğünün "Descartes'ci, Descartes ve ondan yana olanların felsefesi" biçiminde bir açıklaması bile yok. Kaldı ki bu bile yetmez, "Hem bilimsel düşünceye hem de modern metafizik akımlara kaynaklık etmiş bir öğreti" diye açılım gerekir. Aynı yaklaşım "Determinizm" için de söz konusu "Gerekircilik" biçiminde bir karşılık yetmez. "Doğasal ve toplumsal bütün varlıklar arasındaki bağlılığın zorunluluğunu savunan öğretilerin genel adı" olarak bir açılım, bir tanımlama yapılmalıydı. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Yazılan ne bir ders kitabıdır ne de psikoloji, felsefe veya sosyoloji alanına yönelik özel bir çalışma... Böyle bakıldığında bu tür özel kavram ve sözcüklerin dipnotu olarak sayfa altlarında, yahut kitabın sonunda bir dizin olarak sunulması yararlı olurdu. "Eşref saati" Doğa, yaşam, zaman, iletişim ve uygarlık kavramlarına açılım getiren ve bunları hayatın etrafına yerleştirerek değerlendiren, irdeleyen Geçtan, oldukça zahmetli bir iş gerçekleştirmiş, emek verip çaba harcamıştır. Geçtan zaman kavramına büyük önem vererek "eşref saati" ile saatimizi ayarladığımız zaman arasındaki ayrıma dikkat çeker. Çünkü bu, "alaturka" toplumların "şark tevekkülüyle (= Her şeyi Tanrıya yöneltme Doğululuğu) Batılı toplumların uygarlığı arasındaki önemli ve temel ayrımlardan biridir. Engin Geçtan'ın Hayat adlı çalışmasının "sonsöz" bölümünü hayat ve ölüm çizgisini aynı sıcaklıkla buluşturan bir Kızılderiliye bırakalım "Büyük ve eminim ki iyi beyaz şef toprağımızı almak istediğini söylemiş, ama bize üzerinde rahat rahat yaşayabileceğimiz kadar arazi bırakacakmış. Halkımız tüm ülkeyi kaplıyordu, tıpkı fırtınalı bir denizdeki dalgaların deniz tabanını kapladıkları gibi... Ama bu çok eskilerde kaldı, kabilelerin yüceliği neredeyse unutuldu bile. Bu zamansız yokoluşun yasını tutacak değilim. Ama umalım ki kızılderililer ile soluk benizli kardeşleri arasındaki düşmanlık artık dönmemecesine sona ermiş olsun. Bu düşmanlıktan hiçbirimiz bir şey kazanamayız, ancak kaybederiz. Sizin Tanrınız sizin halkınızı seviyor ve benimkinden nefret ediyor, güçlü kollarını beyaz adamın omuzuna atıyor ve bir babanın küçük oğluna yol gösteridği gibi yol gösteriyor ona. Ama kızılderili çocuklarını çoktan gözden çıkarmış durumda. Sizin insanlarınızı sürekli güçlendiriyor, yakında tüm ülkeye yayılacaklar. Benim halkımsa medcezir gibi çekiliyor ama geri dönmeyecek. Beyaz adamın Tanrısı kızılderili çocuklarını sevseydi, onları korurdu. Oysa kızılderililer kime başvuracağını bilmeyen yetimler gibi. Nasıl kardeş olabiliriz ki? Sizin ölüleriniz mezara girer girmez sizleri ve topraklarını sevmeyi bırakır. Yıldızların ötesine gidip unutulurlar ve hiç geri dönmezler. Bizim ölülerimizse onlara verilmiş bu güzel dünyayı hiç unutmazlar. Kıvrılan nehirlerini, yüce dağlarını ve zaptedilmiş vadilerini sevmeyi sürdürürler, yalnız bıraktıkları yaşayanları şefkatle özlerler ve sık sık onları avutmak üzere geri dönerler. Topraklarımızı alma teklifinizi düşüneceğiz ve karar verince size bildireceğiz. Ama kabul edecek olursak şu anda ve burada birinci şartımı belirtiyorum. Her arzu ettiğimizde atalarımızın ve arkadaşlarımızın mezarlarını rahatsız edilmeksizin ziyaret etme hakkı verilecek bize. Bu ülkenin her yanı benim halkım için kutsaldır. Bud ünyadan en son kızılderili de yok olduğunda ve anısı beyaz adamlar arasında bir efsaneye dönüştüğünde, bu kıyılar benim kabilemin görünmez ölüleriyle dolu olacak. Geceleri, kent ve köylerinizin sokaklarından el ayak çekildiğinde, siz onların boşaldığını sanacaksınız. Oysa yollar bir zamanlar bu güzel toprakta yaşamış olan ve onu hâlâ seven esas sahipleriyle dolup ta;şacak. Beyaz adam hiç yalnız kalmayacak. Beyaz adam adil olsun ve halkıma iyi davransın. Çünkü ölüler hiç de sandığınız kadar güçsüz değildir." (s. 167) |