 | ISBN13 978-975-342-342-7 | 13x19,5 cm, 152 s. |
Liste fiyatı: 184.00 TL İndirimli fiyatı: 147.20 TL İndirim oranı: %20 {"value":184.0,"currency":"TRY","items":[{"item_id":"183","item_name":"Kötü Çocuk Türk","discount":36.80,"price":184.00,"quantity":1}]} |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et |
Vitrinde Yaşamak, 1992 | Yer Değiştiren Gölge, 1995 | Ev Ödevi, 1999 | Kör Ayna, Kayıp Şark, 2004 | Mağdurun Dili, 2008 | Benden Önce Bir Başkası, 2011 | Sessizin Payı, 2015 | İkinci Hayat, 2020 | Örme Biçimleri, 2023 |
Diğer kampanyalar için |  |
|
| | Kötü Çocuk Türk Kapak Tasarımı: Emine Bora |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Ekim 2001 | 6. Basım: Aralık 2020 |
Popüler şarkılardan, fotoğraflardan, gazete haberlerinden olduğu kadar edebiyat yapıtlarından da yola çıkarak Türkiye'nin yakın tarihinde öne çıkmış kültürel imgeleri inceliyor Kötü Çocuk Türk: Bir yanda bir kapılma, özenme ve büyülenme, diğer yanda bir "kendine dönme" ısrarı. Gürbilek, bu ikilikten doğan ve neredeyse bir yazgı halini almış ruh durumuyla, alaturkalık açmazıyla ilgileniyor: Popüler imgelem kadar edebiyatı da etkilemiş bu yazgının kültürel alandaki ifadelerine, hiçbirimizin yabancısı olmadığı çileli kahramanlara, acıların çocuklarına, kudretsiz babalara, mağdur olmalarına rağmen onurunu korumuş yetim delikanlılara, yabancı arzuların buyruğuna girmiş züppelere, nihayet edebiyatın kötü çocuklarına yakından bakmayı deniyor. "Türklük" ve "kötülük" nerede değiyor birbirine? Bu temas noktasını nasıl kavrayabiliriz? Hepimiz düşünmeyi erteleyemeyeceğimiz kadar yakınız bu sorulara...  | İÇİNDEKİLER |
Giriş Ben de İsterem Yabancının Ölümü Acıların Çocuğu Azgelişmiş Babalar Kötü Çocuk Türk I Kötü Çocuk Türk II Orijinal Türk Ruhu Yakın Taşra  | OKUMA PARÇASI |
Giriş, s. 7-10 Kötü Çocuk Türk sekiz denemeden oluşuyor. Bunlardan bazılarını bir gazete haberinden, bazılarını bir fotoğraftan, bazılarını bir şarkıdan, daha büyük bir bölümünü ise edebiyat yapıtlarından yola çıkarak yazdım. Bu yazılar, 80'ler Türkiyesi'nde yaşanan kültürel değişimi çözümlemeye çalıştığım Vitrinde Yaşamak adlı kitabın kaldığı yerden başlıyor bir bakıma. Kendini kültürel alanda bir imkânlar dönemi olarak, bir bireyselleşme ve özgürlük vaadiyle birlikte sunan bu yılların yine kültürel alandaki çelişkili görünümlerini anlamaya çalışıyordum o kitapta. Kötü Çocuk Türk'e yine oradan başladım. Feragat kipinden istek kipine, "İstemem namertten bir yudum çare"den "Ben de İsterem"e geçildiği an: O geçişi, başlangıçtaki o istek anını çözümleyerek başladım. Ama Kötü Çocuk Türk'le önceki kitap arasında, en azından temaları bakımından önemli farklar var. Daha sert bir malzemeyle, daha karanlık konularla, daha habis içeriklerle uğraşıyor bu yazılar. Kitabın başlığından da anlaşılıyor: Büyük ölçüde Türklük ve kötülükle ilgili bu kitap. Yakın tarihte öne çıkmış bazı kültürel imgelerden, bazı edebiyat yapıtlarından yola çıkarak, özellikle de edebiyatın sağladığı imkânlarla her iki konuyu ayrı ayrı, ama aynı zamanda birbirine temas ettiği noktalarda sorunsallaştırmayı deniyor. Türklük derken kendi başına tarif edilebilen özerk ya da kökensel bir durumdan, her türden modern hamleye direnen yapısal bir gerilikten ya... Devamını görmek için bkz. |  |
 | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
"Kötü Çocuk Türk", Virgül, Sayı 46, Aralık 2001 Kitap, bazıları bir gazete haberinden, bazıları bir fotoğraftan, bazıları bir şarkıdan, daha büyük bir bölümü ise edebiyat yapıtlarından yola çıkılarak yazılan sekiz denemeden oluşuyor. Yazılar, Gürbilek'in 80'ler Türkiyesinde yaşanan kültürel değişimi çözümlemeye çalıştığı Vitrinde Yaşamak adlı kitabının kaldığı yerden başlıyor. Ancak Kötü Çocuk Türk önceki kitaptan farklı olarak daha sert bir malzemeyle, daha karanlık kanunlarla, daha habis içeriklerle uğraşıyor. Büyük ölçüde Türklük ve kötülükle ilgili olan kitap, yakın tarihte öne çıkmış bazı kültürel imgelerden, bazı edebiyat yapıtlarından hareketle her iki konuyu ayrı ayrı, ama aynı zamanda birbirlerine temas ettikleri noktalarda bir arada sorunsallaştırıyor. Yazar yalnızca popüler kültürün değil, eleştirel kuramın da günümüzde kötülüğe, tekinsizliğe, hamasete yönelmesinin, bunlarda medet ummasının nedenlerini araştırıyor, baktığımız her yerde hep karanlığı, hep kötüyü görme isteğimizde yalnızca karanlığa bakma cesaretinin değil, aynı zamanda başka hiçbir şeyden zevk alamıyor olduğumuz gerçeğinin, ışığını bizden esirgemiş bir dünyada yalnızca kötü şeyleri görme isteğinin bulunduğunu söylüyor. Hepimizin aşina olduğu bu durum her türlü iyilik imkânını olduğu kadar iyileştirme çabalarını da görmemizi engellemektedir. Oray Eğin, “Kötülüğü, Çocukluğu ve Türklüğüyle Yaşasın 90’lar!”, Milliyet Sanat, Aralık 2001 Nurdan Gürbilek’in Kötü Çocuk Türk kitabı, 90’ların da artık incelenmeye değer bir tarih olduğunu gösteren çok önemli bir çalışma. Kötülük, çocukluk ve Türk olmanın ortak noktalarını bulmaya çalışan Gürbilek, edebiyattan arabeske çok çeşitli alanları inceliyor. Kültürel incelemeler, topraklarımız yeterli malzemeyi sağlasa bile henüz çok bakir bir alan. Gündelik hayatı anlamaya yönelik, popüler kültürü deşifre eden, şöhretlerin dünyasından faydalanan ve bunu herhangi bir “aşağılama” ya da “tepeden bakma” sinizmi göstermeden yapan bu dalla ilgilenen az sayıda isim olduğu gibi, üniversitelerde okutulmaya başlaması da ancak bu sene gerçekleşebildi. Öte yandan, çoğu üniversitede okutulmasa da Türkiye’deki hızlı toplumsal değişime tanıklık etmek ve bunun mekaniklerini çözmek için giderek verimli bir literatür birikiyor. Murat Belge’nin o muazzam "Tarihten Güncelliğe" kitabıyla açtığı yoldan ilerleyenler çok kahramanca iş başarıyor böylece. işte, Nurdan Gürbilek! Kitap aslında yazarın daha evvel Defter ve Virgül dergilerinde yayımlanan akademik ağırlıklı makalelerinin yeniden gözden geçirilmişi, bir kısmı da yeniden yazılmışından oluşuyor. Tabii “sıfır kilometre” makaleler de eklenmiş. Anlatılan, Türkiye ve değişken ruhu... Özel olarak da bir 90’lar günlüğü denebilir. Gürbilek, Özal sonrası dallanıp budaklanan bu değişimi keşfederken yol ar... Devamını görmek için bkz. |  |
Atilla Birkiye, "Sessiz ve derinden", Radikal Kitap Eki, 26 Nisan 2002 Aslında biçem demek daha 'doğru', ama söylem sözcüğü (kavramı), bana daha 'tutarlı' geliyor bu yazıdaki kullanım açısından; daha kapsayıcı. Bu bağlamda, Nurdan Gürbilek Kötü Çocuk Türk adlı denemelerini topladığı kitapta, kendi biçemini aşarak, denemeye ilişkin bir söylem oluşturuyor. 'Sakin' ve tutarlı; bilginin en yalın bir biçimde 'paylaşımına' ve 'tartışmasına' yönelik bir söylem. Gürbilek yıllardır 'sessiz ve derinden giden' bir denemeci (eleştirmen, metin ve durum çözümleyicisi). Daha önceki kitaplarında kültürel değişimlere bakışıyla edebiyat metinlerine ilişkin çözümlemelerini okumuştuk. Bu kitapta iki konunun örtüşmesi var, demek sanırım pek yanlış olmaz. Bir kültür sosyolojisine doğru yol alış. (Raymond Williams ilk akla gelen.) 1. Her şeyden önce beni denemelerinde, söylemin 'sakinliği' (ve tabii ki kendinden emin) ilgilendiriyor. Çünkü -daha sonra da değineceğim denemenin, yazarı iktidar tutkusuna götürecek olan bir söylem, biçem tehlikesi var ki, bizde de bunun örneği çok! 2. Öncelikle kitabın künye sayfaları dediğimiz ikinci sayfadaki nottan. Kitapta yer alan yazıların daha önce nerede yayımlandıkları belirtilerek, okura 'özellikle' şu iletiliyor: "... kitaba alınırken yeniden yazılmışlardır." Burada dilsel bir noktaya değinmek gerek. Yüklemdeki 'lar' çoğul ekine, öznelerimiz 'cansız varlıklar' olduğu için aslında gerek yoktu; ancak bu kullanım, yenid... Devamını görmek için bkz. |  |
Nuh Köklü, “Türkün ruhu”, Radikal Kitap Eki, 23 Kasım 2001 Kusurlu bir ifadeden kusursuz bir hal bildirimi, durum tespiti ve dolayısıyla bir 'ifade etme şekli' çıkabilir mi? Nurdan Gürbilek'in son kitabı bunun bir kanıtı olarak değerlendirilmeli. Kusurlu ifade; Kötülük, Türklük ve çocukluk bir araya gelmesi düşünülmeyen en azından bir araya gelmesi 'yakışık' almayacağı varsayılır. Türk olma hali ne kötülükle ne de çocuklukla birlikte düşünülür, kötülük bizim maruz kaldığımız, bir türlü yakamızı bırakmayan 'yazgı' olarak, çocukluk ise hiçbir zaman büyüyememiş, 'babaların' gölgesinden, onların vesayeti altında yaşayanların yaramazlıklarıdır. Oysa iki yüzyıldır bir 'kapılma' ile reddetme arasında gidip gelen Türkler kendilerine has bir kültürün var olduğunu söylediği anda bile bu has olan kültürün orijinal olup olmadığı konusunda sıkıntı duymaktadırlar. Daha önce Defter dergisinin Bahar 2001 sayısında da yayımlanmış olan 'Orijinal Türk Ruhu' yazısında 'biz de neden bilim kurgu yok, resim yok, felsefe yok' gibi yoklar listesini yayımlayan görüşle, 'varlar' listesini açıklayan görüş arasında orta bir nokta değil de farklı bir duruşla 'yok - var' listesi çıkarmanın ne demek olduğuna değinmişti Gürbilek. Nurdan Gürbilek'in bir kısmı daha önce yayımlanan yazılarının toplamı, Türklük ve Kötülük kavramlarının birbirlerine temas ettiği noktaları göz önüne alarak bir anlamda yakın tarihimizin imgeleri arasında yolculuğa, bu yolculuk sırasında karşılaştığı imge... Devamını görmek için bkz. |  |
Mahmut Temizyürek, “Vitrinlerden kötülüğe Türkiye”, Virgül, Sayı 48, Şubat 2002 İlk kez fil gören iki uyanık bilgiç arasında şu söz oyunu yaşanır: İlki hemen atılır: “Nelere bak, nelere!” der. Öbürü daha pişkindir: “Öyledir onlar, öylediir!..” Kuramsal uyanıklık ya da kuramsal körleşme, yalnızca bilir gibi yapmaktan kaynaklanmıyor elbette. Bilim disiplinlerinin, birbirine geçit vermeyen egosantrizmi de bu körleşmenin nedenidir belki. O meşhur fil örneğinde olduğu gibi, fizik, örneğin fili dört bacaklı sütun sayarken, felsefenin fili hortum sanması, tarih gövdeyi anlatırken, antropolojinin dişe, psikanalizin kuyruğa takması, bilimi de fil gerçeğini de altüst ediyor. Bu bilgi biçimlerinin bütünden uzak kuyrukları birbirine değmeyince, fil, fil olmaktan çıkıp örneğin pantolonsuz bir buluta dönüşebiliyor. Kendi disiplinleri içinde herkes “haklı” belki ama, fil ne yapsaydı, fil olmaktan vaz mı geçseydi? Kuramsal yazıda kolaycılık, “olan biten zaten çoktan öyle olup öyle bitmek zorundaydı” edasıdır. Çoğunlukla olayların istimi teorize edilir. Türkiye’de bu kolaycılığın örneklerini bolca görmekteyiz. Elbet bu durumda, örneğin “kahrolsun kapitalizm” sloganı, bu sistemin işleyişinin bilinmesinin yerini tutabilir. Slogan bilgi yerine geçince de, “çoktan öyledir” tarzı kuramsal bilgiyi ezber etmenin ve bunu “zaten öyledir onlar, öylediir!” edasıyla kullanmanın örneğini, özellikle seksen öncesinde çokça gördük. Seksen öncesinde, kurams... Devamını görmek için bkz. |  |
Mahmut Temizyürek, “Deneme yeni dönemde ‘tesbih’ten mi çıktı?”, Türkiye'de Eleştiri ve Deneme, TÖMER Yayınları, 2002 (...)
Türkiye için [yeni dönem] 12 Eylül ve sonrası diyebiliriz. Ancak, bizde darbe olan dünya için darbe değil, bir değişim dönemidir. (...) 21. yüzyılın eşiğinde sosyalist ülke deneyimleri peş peşe sona eriyor ve kapitalist pazar ilişkilerinin kucağına düşen ülkelerle birlikte “küresel bir dünya”, “tek kutuplu bir dünya” oluşuyor. Tek başına bu gelişme bile, o güne kadar üretilmiş bütün kavramların karşıtlarıyla birlikte kadük kaldığını, yaşamı açıklamakta zorlandığını, acilen yeni tanım ve yeni kavrayışlara ihtiyaç olduğunu ve her şeyin yeniden sorgulanması gereğini yeterince hissettirecek niteliktedir. Kısacası, dünyayı, Hamlet gibi şaşkınlıkla karşılayabileceğimiz zihinsel bir kaos ortamı sarmıştır. Hamlet, “Danimarka krallığında birşeyler oluyor” diye başlamıştı kuşkularına. Bu çağın insanları olarak biz de “dünyada birşeyler oluyor” diyorduk, “bu dünya tanıdığımız o dünya değil. O güne kadar birikmiş değerler, öncelikler, kurumsal yapılar çatırdıyor”. Bir “dünya köyü”nün varlığı her şeyiyle hissediliyor, yeryüzünün baştan sona taşralaşması, yakıştırma değil, gerçek oluyordu; her yerleşiğin kendini yabancı hissedeceği bir değişimdi bu. Aydınlanma düşüncesinin tasarımlarının, uygarlık paradigmalarının içi hızla boşalmaktaydı. Dünyada yeniden bir sahne kuruluyordu. Rol almak isteyenden sıkı provalar bekleyen bir sahne. Yeni dünya ... Devamını görmek için bkz. |  |
Ali Galip Yener, “Nurdan Gürbilek’in Endişeli Denemeleri Üzerine”, Hece Dergisi, Sayı: 118, Ekim 2006 Walter Benjamin’e göre: “Bugün hayatın kurgusu fikirlerden çok olguların hükmü altında; öyle olgular ki, neredeyse hiçbir zaman bir fikre dayanak olamamışlar. Bu koşullarda gerçek edebî faaliyet, edebî bir çerçeve içinde yer almayı hedefleyemez – böylesi bir çerçeve olsa olsa edebiyatın kısırlığının sıradan bir ifadesi olabilir. Anlamlı bir edebî faaliyet ancak eylemle yazının zorunlu olarak birbirini izlediği bir düzen içerisinde ortaya çıkabilir.”(1) Fikirlerin ciddiye alınmadığı, fikirsiz olguların kuru sonbahar yaprakları gibi amaçsızca uçtuğu bir edebî ortamın içinde denemecinin işlevi –eğer böyle bir işlev tanımlanabilirse- ne olmalıdır, sorusuna verilen bazı cevapları içeren beş ciltlik bir birikim okuyacağınız yazının konusudur. Nurdan Gürbilek (D. 1956), 1992-2004 yılları arasında, Metis Yayınları tarafından yayımlanan beş ciltte, (sıra ile: Vitrinde Yaşamak (1992), Yer Değiştiren Gölge (1995), Ev Ödevi (1998), Kötü Çocuk Türk (2001) ve Kör Ayna, Kayıp Şark (2004) ), toplam 708 sayfada deneme türünün temel meselelerine eğilmeyi ve sevdiği bazı Türk yazarlarının yapıtlarından yola çıkarak edebî denemenin seçkin, okuru yeniden okumaya özendirecek önemde örneklerini vermeyi başarmıştır. Denemeleri, Virgül ve Defter dergilerinde yayımlanmıştır. Okuduğunuz yazı kapsamında sondan başl... Devamını görmek için bkz. |  |
Hayriye Ünal, "Kötü Çocuk Türk", Hece dergisi, Ekim 2011 Nurdan Gürbilek, Tanpınar’ı incelerken zamanı merkezileştirerek (dikey bir tavır, geçmişe yönelik) ve bunu, geçmişi dişileştirmek suretiyle yaparken (aslında Tanpınar’dır kadınları simgeleştirerek zamanı dişileştiren), Tezer Özlü’yü incelerken mekânı merkezileştiriyor. Bu bir politika. Bir bakma şekli. Çünkü Tanpınar’a mekân merkezli de bakılabilir ancak mekânın Tanpınar’daki görünümü ikincildir ve çerçevedir, İstanbul bile. Atılgan söz konusu olunca Tanpınar gene çıkıyor karşımıza. Gürbilek, üç öğe saptar Atılgan’da: Taşra, cinsellik ve sıkıntı. Bunlardan sıkıntı ögesini ön plana çıkarır ve inceler. Tanpınar’la Atılgan’ı yan yana koyup, birincinin eserini genişleyen bir iç olarak sunarken ikincinin eserini bir daralma olarak sunar. Bu, bir okumaya göre yerinde görünüyor oysa tersini düşünmemiş Gürbilek. Daralan bir dünya, yok edilmiş bir yaşam değil mi Huzur sonuçta? Suad’ın intiharıyla imkânlarını yitiriyor aşk, yaşantı herkesten esirgeniyor romanda. Bizim bile soluğumuz daralıyor. Ne müzik sesi geliyor artık, ne Boğaziçi görüntüsü imgelemimizde. Tanpınar’ın kahramanları ayakyoluna gitmeyen, estetik, heykelimsi vs. olarak sunulsa bile onun zihninin gerilerinde Atılgan sırıtıyor. Tanpınarseverler bana kızacaklar belki ama ben biraz daha ileri gidip öğrenciyi hocasından başarılı bulduğumu söyleyeceğim. Bu, biraz da kuşağımın marazi haliyle ilgili olabilir; romanda takip ettiğim iki kalın, ... Devamını görmek için bkz. |  |
|