 | ISBN13 978-975-342-574-2 | 13x19,5 cm, 248 s. |
KAMPANYADA Liste fiyatı: 270.00 TL İndirimli fiyatı: 162.00 TL İndirim oranı: %40 {"value":270.0,"currency":"TRY","items":[{"item_id":"620","item_name":"Gençlik Düşü","discount":108.00,"price":270.00,"quantity":1}]} |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için |  |
|
| | Gençlik Düşü Kapak Fotoğrafı: Emine Bora |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Eylül 2006 | 4. Basım: Kasım 2022 |
İlk kitabı Kenarda ile tanışmıştık Ayhan Geçgin’in hiç de “tipik olmayan” evreni ile. Yerini bilen, kendini açmayan, kararlı ve şaşırtıcı bir ilk kitaptı. Gençlik Düşü ile devam ediyoruz: “Hem bu yanımda taşıyıp durduğum felaket duygusu da nereden çıkıyordu? Evet, korkuyordum. Nereye baksam az sonra gerçekleşecek korkunç bir şeyi görüyordum, telafi edilmez bir yıkım, geri dönülmez bir felaket? Ama zaten gördüğüm bir felaket sonrasının kalıntıları değil miydi? Yoksa kendi yıkımımın önsezisi miydi bu, gerçekten geçilmemesi gereken bir sınırı geçmek üzere miydim? Zorunlu muydu bu, kaçınmak olanaklı değil miydi? Yoksa şimdi yaşadığım, bu sürüp giden, boyuna yinelenen... felaketin ta kendisi bu muydu? Olmuş, olup duran, ama olup durmasına rağmen başa hiç gelmeyen: yavan felaket, yavanlaşmış felaket.”  | OKUMA PARÇASI |
Giriş bölümü, sayfa 9-11 Seni masanın başında görüyoruz. Masanın üstü bir kâğıt yığınıyla tıka basa dolu. Masanın yanına bitiştirdiğin küçük sehpada da içi yazılı kâğıtlarla dolu iki plastik dosyayla notlar aldığın, yürürken yanında taşıdığın renkli karton kapaklı, bitmiş birkaç küçük defter var. Soluk öğle sonrası kış güneşi içeriyi cılızca aydınlatıyor. Işınlar sanki kalan son güçlerini de bunun için harcamış, ardından dar pencerenin önüne, parlak kül tozlarına dönüşerek yığılıp kalmış. Kasımın sonları. Soğuklar bastırıyor. Bir süredir kaloriferi sabaha doğru yatarken söndürüyor, karın gelmeden önce akşam açıyorsun. Bu küçük oda diğerlerine göre soğuk, ısınmıyor. Hem çok üşüyen biri olduğun, hem de saatlerce masa başında kımıltısız kaldığın için bir süre sonra kendini buz tutmuş gibi duyumsuyorsun. En çok da ellerinle ayakların. Kazağının üstüne fermuarlı, yer tezgâhından alınma kalın bir hırka giymişsin, bacaklarının üstüne de bir örtü örtmüşsün. Kimi zaman sabırsızca kımıldadığında örtü kayıp düşüyor, bacakların iyice üşüyünceye kadar örtüyü yerden almıyorsun. Bu halinle bir yazardan çok –tabii sana yazar diyebilirsek, çünkü ortada kitap yok, yalnızca işte bu darmadağınık tomarlar var– yıl sonu hesaplarını denkleştirmeye çalışıp da işin içinden bir türlü çıkamayan bir muhasebeciye benziyorsun. İyice seyrelmiş saçların, tependeki çıplak yuvarlak, hafifçe çıkmış kamburun, cılız gövdenle, evet, daha çok bir muhasebeci gibisin. Bakalım hesapların i... Devamını görmek için bkz. |  |
 | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Semih Gümüş, "İyi bir yazar tanımak için", Radikal Kitap Eki, 3 Kasım 2006 Yalnızca yazdıklarıyla ilgilenip ötesine bakmayan yazarların azınlık olarak kaldıkları edebiyatımızda heyecan uyandıran yeni yazarların çıkması da elbette güçleşmiştir. İyimserlikle de olsa, üstünde durmaya, okunmaya değer genç yazarların sayısını çok bulan benim gibileri için de aradan büyük bir adımla öne çıkanlara rastlamak kolay değil. Ayhan Geçgin son yıllarda bulduğum birkaç yazardan biri. İlk romanı Kenarda (2003) ile hiç kimsenin önerisi olmadan tanıştığıma göre, demek rastlantının da rolü vardı. Güvendiği yaratıcılığıyla yetindiği için kendini göstermeye gönül indirmeyen yazarları keşfetmek için rastlantılara her zaman gereksinme vardır. Ayhan Geçgin'in yeni romanı Gençlik Düşü, Kenarda'daki ustalığı da, anlatım biçimi ve dil birliğini de taşıyor. Bu kez başından sonuna kuşatılabilecek, başıyla sonu arasındaki öyküleme zamanı epeyce olmasına karşın, yaşanan değişimin kısıtlı tutulduğu bir öyküsü de var. Ama romanın bu öyküsü ne bir hayat hikâyesi ne de romanın azımsanmayacak kapsamı içinde ilgiyle okunacak kişiler, ilişkiler, yaşantılarla ilgili. Genç bir insanın Kenarda'da içinde kaybolduğu kentin sokakları bu romanın genç kahramanını da içine almış, ona bir çıkış yolu göstermeden içinde dolaştırıp duruyor. Sanki o aslında öğütüyor da, biz onun içinde yaşanıyor sanıyoruz. Genç kahramanımız, romanın başında da kendi bilincinde... Devamını görmek için bkz. |  |
Oylum Yılmaz, “Eski düşleri ne yaparlar?”, Birgün, 7 Kasım 2006 "Zamanın her darbesi onu da zamanın kıyısına, şimdiyi önceden ayıran kapanmaz aralığa, (...) birdenbire içeriye çökü-veren bir boşluğa fırlatıp geçiyordu. Bu aralıkta ne olduğunu açıkça görebiliyordu: tamamlanmamış varlık, doğumla ölmeye başlayıp, yitip giden varlıktı. Derinleşen oyuk, bir hiçti. Zaman sanki hiç yaşanmamış bir yaşamı eksilterek geçiyordu." İlk romanı 'Kenarda'nın isimsiz kahramanı, asla kahraman olmayan kahramanı böyle diyordu Ayhan Geç-gin'in. Ki şimdi 'Gençlik Düşü'nde, yazıyla beraber, zamanla beraber, ölmeye devam eden o, tamamlanmamaya da. Edebiyat dünyasının en hareketli zamanlarını geride bıraktığımız bu günlerde, ikinci romanını sessiz sedasız önümüze koyan Ayhan Geçgin, düşlerin ve (Bernhard'ı andırır bir tavırla) yazının kapılarını birer birer suratımıza kapatmaya devam ediyor. Akışkan, çamurlu şehirden sonra 'Kenarda'"da başı ve sonu olmayan hikâyesini, hatta bir hikâye de olmayan hikâyesini kaleme almıştı bundan üç yıl önce Geçgin. Kopkoyu, akışkan bir çamur deryasından farksız bir şehir ve bu şehirde can çekişircesine yaşayan insandı yazarın anlattığı. 'Gençlik Dü-şü ise adı üstünde, gençliğe ve kırılan, daha en başta, henüz düşlenmezken bile kırılan, düşlere dair bir roman. Bu romanda üç yazarla karşı karşıya kalıyor okuyucu: Yaşamda tek tutunacak dalı, belki de tek düşü yazmak olan genç kahramanımız, onun hikayesini yazmaya çalışa... Devamını görmek için bkz. |  |
Mahmut Temizyürek, “Geri Dönülmez Biçimde Sürgün”, Virgül, Aralık 2006 Ayhan Geçgin, 1970 doğumlu; iki roman yayımladı. İki roman da birbirinin içinde yaşayan tek roman aslında, aynı kahraman var ikisinde de. Hiçbir şeye, yere ait değil, dahası “henüz var değil”, çünkü kendini bir “anlam”, bir “yaşam” içinde hissetmiyor. Kahramanın kendilik algısı hem geçmişe doğru hem de geleceğe doğru parçalanmış, atomize olmuş durumda. Abartıyla vurgulanmış “bir yarılma” ama daha fazlası değil. İki romanda da böyle bir yarılma algısının iki kenarından birinde kalakalmış bir birey var. Olabildiğince gerçek bir birey. İmgede kayıp gerçekte somut bir benlik. Geçgin’in alışılmamış bir edebiyatı var. Asuman Kafaoğlu Büke’ye göre: “Ayhan Geçgin'in ilk romanı Kenarda için bir roman denemesi demek daha doğru olur, çünkü klasik romandan uzak bir roman anlayışıyla yazılmış. (…) Sanki açık bırakılmış bir kamera her şeyin görüntüsünü kaydetmiş ve bir şekilde sözcüklere dökmüş okura aktarıyor hissine kapıldım. Hiçbir kahramanın olmadığı, sadece sokak görüntülerinin aktarıldığı uzun bölümler boyunca sürüyor roman.” (Cumhuriyet Kitap, 2.10.2003.) Semih Gümüş’ün önemseyerek vurguladığı gibi, “alışılmış romanlardan değil.” Çünkü “Açık seçik bir konu çevresinde gelişen bir öyküsü yok”. (Milliyet Sanat, Kasım 2003). “Eve dönmüştü” cümlesiyle başlar Kenarda. Dönülen “ev” bir sıla, huzurlu bir liman, barışçıl bir mekân değil, tam da kopuşun yeri; hem kendinden, hem... Devamını görmek için bkz. |  |
Emre Ayvaz, “Otobiyografik bir olgunlaşma hikâyesi”, Kitap Zamanı, Sayı 11, 4 Aralık 2006 Ayhan Geçgin’in üç sene önce yayımlanan ilk romanı Kenarda, zor ve güzel bir kitaptı. Güzelliği zorluğundan kaynaklanmıyordu, ama zorluğunun güzel olmasıyla yakın bir ilişkisi vardı. Edebiyat söz konusu olduğunda, ‘zor’ ve ‘güzel’ en boş sıfatlardan ikisidir. Bir kitabı zor bulmak da, güzel bulmak da en kolaycı ve hazır okuyucu tepkileridir genellikle. O yüzden Kenarda’dan ve şimdi de Gençlik Düşü’nden bahsedebilmek için ‘zorluk’ ve ‘güzellik’ meselelerine biraz girmek lazım. Kenarda güzeldi; çünkü pek çok edebi riski göze alarak –bu risklerle yer yer ‘yaralanarak’ da aynı zamanda– kendi derdini dört bir tarafından kuşatmaya, derinlemesine ortaya çıkarmaya çalışan bir kitaptı. Güzelliği düzyazı inceliklerinden ya da karakter çizmedeki ustalığından değil, bir dokuyu, bir sesi, bir anlamı ısrar ve tutarlılıkla canlı tutabilmesindeydi. Dramaya ya da belirgin bir olay örgüsüne dayanmıyordu, dayanmayışıyla güzeldi, ama kitabın yara almasının, bir noktadan sonra topallamaya başlamasının sebebi de biraz buydu: roman hangi “roman anlayışı”yla terbiye edilmiş olursa olsun, nihayetinde ‘drama’yla, yani belli öğeleri olan bir hikâyeyle beslenen bir hayvandır. Hikâyenin nedensel yapısının o kadar gevşek durduğu Beckett kitaplarında bile –özellikle Molloy’la başlayan üçlemede– anlamı, edebi etkiyi ya da kısa yoldan ‘kitabın gücü’nü yapan... Devamını görmek için bkz. |  |
Semih Gümüş, “Eleştiriyle yaşamak”, Radikal Kitap Eki, 26 Ocak 2007 Eleştiriyi yalnızca öteki yazarların kitapları üstüne yazılmış yazı sanmak, o eleştirilerin yazarının acıya dayanıklı olduğunu düşündürür. Eleştirmeni kendinin olmayan kitapları okuma zorunuyla bir başına bırakmak yetmez, kendinden hiç söz etmemesi de beklenir. Onun da özgün düşünceleri olabileceği, yazdıkları, yazıp ortaya çıkarmadıkları, ölçüleri, değerleri kendinden başka kaç yazarı ilgilendirir? Gücünü yaratıcı düşünceden almayan eleştirinin anlamı olmaz, ama yaratıcı yazı da eleştirinin vazgeçilmez diline dönüşmüş durumda. Eleştiri, bir elindeki feneri tuttuğu yazarlarla, romanlarla, öykülerle iç içe yaşarken, yaşadığı zamanı anlamak isteyenleri bir de başkasının gözüyle bakmaya çağırır. Sözgelimi Hasan Ali Toptaş'ı yaşadığımız yılların dışında bir yaratıcı olarak gördüğüm sırada, onu okunmaya değmez bulanlar da vardı. Demek aynı yazarla ilgili birbiriyle uzlaşması olanaksız yorumlar olabiliyor. Bütün yorumların doğru olduğu savının geçerli olduğunu sanmıyorum. Zaman, sanırım eleştiriyle uğraşanları da ikiye ayırdı. Yazarı ve yapıtı topun ağzında gören eski eleştiri bugün ne yaşıyor, ne de aslına bakılırsa, yaşadığı kadarıyla edebiyatımızı anlıyor. Yoksulluğumuz nicedir... Sözgelimi Barış Bıçakçı ya da Ayhan Geçgin'in edebiyatımızın son yıllarında sahip olduğu en önemli yeni yazarlar arasında bulunduğu savına gönül indirmeyenlerin demek başka yazarları vard... Devamını görmek için bkz. |  |
Bülent Eken, "Ses ve Manzara: Ayhan Geçgin Romanları", Mesele Dergisi, Sayı:4, Nisan 2007 Ayhan Geçgin’in yayımlanmış son romanı Gençlik Düşü üzerine, ilk kitabı Kenarda’yı da istisnasız hesaba katarak yazılmış birkaç değerlendirme yazısı, kitapta sezip ne olduğunu pek anlayamadıkları birşeye işaret ediyordu. Bu kitap(lar) sanki ne anlattığı kişiler, ne basettiği yerler hakkında; dolayısıyla aslında ne de anlatır göründüğü hikâyeyi anlatıyor. Hatta belki bir hikâye bile anlatmıyor, anlatamıyor. Bu durumun nasıl kavramlaştırılabileceği sorunu, novella’ya ait olanı roman formunda denemeye kalkışmak gibi bir saptamayı olanaklı kılmıştı örneğin. (Bk. Emre Ayvaz; Kitap Zamanı, sayı 9, 2 Ekim 2006) Ama Gençlik Düşü’nün hikâye ile olan sorununun yeterli bir kavranışını hikâyeleme içine düşecek bir ayrım verebilir mi bize? Elimizde edebiyatın merkezine ilişkin bir sorunu edebi çözümün başarısı/başarısızlığı gibi bir eksenin dışında, bu hep bilindiği hayal edilen şeyin dışında, tartışmamıza olanak veren bir yapıt var. Sadece böyle bir olanağı vermesi bile bu yapıtın Türk edebiyatındaki biricikliğini saptamaya yeter. Gençlik Düşü’nün hikâye ile olan sorunu, paradoksal görünse de, hikâyeye geri getirdiğinde kendisine ihanet edeceği ama kitabın kendisini yüzyüze bulduğu, derinden hissettiği ve devam etmesini mümkün kıldığı için vazgeçemeyeceği birşeyin hikâyesini aramasından geliyor: elementer bir dünya; vizyonunu kendi içinde... Devamını görmek için bkz. |  |
Cem Öztüfekçi, "Yitip gitmiş, kenarda ve anti-kahraman", Agos Kitap/Kirk, Eylül 2011 Ayhan Geçgin, 1970’te doğmuş, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) felsefe okumuş; İstanbul’da yaşıyor. Metis Yayınları’ndan çıkan üç romanı var: Kenarda (2003), Gençlik Düşü (2006) ve Son Adım (2011). Açıkçası, üçüncü romanının özetini bir kitap ekinde görüp, yayınevinin de Metis olduğunu fark edince, okur olarak acaba bir yazar keşfeder miyim –ki ilk iki kitabıyla sadık okur kitlesini oluşturmuş bir yazardı ama ben cahilin tekiydim– diye düşündüm ve hazır yazarın sadece üç romanı varken, bari hepsini okumaya çalışayım, dedim. Kenarda ile başlamaya çalıştım ama birkaç denemeden sonra, aklıma hastası olduğum yazar Barış Bıçakçı’nın yarıda bıraktığım ilk kitabı Herkes Herkesle Dostmuş Gibi geldi, hemen Kenarda’yı elimden bıraktım ve Geçgin’in ikinci kitabı Gençlik Düşü’nü okumaya koyuldum. Bu arada, ne mutlu bana ki Barış Bıçakçı ile tanışma ve onun Bizim Büyük Çaresizliğimiz romanından aynı adla uyarlanan filmde birlikte çalışma şansını yakaladım, ama hâlâ onun ilk kitabına dönüp bitirmeye çalışmadım – bazı şeyleri zorlamamak lazım sanırım. Okuma önerileri: Bizim Büyük Çaresizliğimiz (İletişim Yay., 2004), Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra (İletişim Yay., 2008), Aramızdaki En Kısa Mesafe (İletişim Yay., 2003). Yitip giden bir gençliğin romanıDevamını görmek için bkz. |  |
Gün Zileli – Ceren Cevahir Gündoğan, "Ayhan Geçgin Romanında Kent, Zaman, Birey", Mesele Dergisi, Ocak 2015 Ayhan Geçgin romanı bir kent ve birey romanıdır. Onun romanlarında kent, moloz yığınlarıyla, çöplerle ve yığıntılarla sürüklenen başıboş bir sel akıntısıdır. Önüne geleni kendine katar ve akar. Nereye aktığı belli değildir, bir amacı yoktur. Delice çalkanır. Sonra durulur ve bataklığa dönüşür. Dışlanmışları kendine katar, onları örter, gizler. Geceyle gündüzün birleştiği noktalarda içinden kusup atar ve yeniden hareketlenir her şey. Bir taslak, bir tamamlanmamışlıktır, kalabalığı yalnızlıktır. Bireyler tek başına moleküller gibi birbirine düğümlenen sokaklarda sürüklenip durur. Kentin öyküsüyle bireyin öyküsü lağımsı bir akıntıda birleşir böylece. Hayalet Sokaklar Okur romanın içindedir artık. Binalar arasından bir siluet belirir. Yüzünü görmek mümkün değil bu uzaklıktan ama algılamak mümkün. Üç roman boyunca onunla birlikte yürüyeceğiz bozulmuş, çarpık, çıkışsız sokaklarda. “Daha çok bir insan artığına, çürümeye başlayan bir cesede benziyordu… kimi zaman yürümekte zorluk çekiyor, nefes aldığında acıyla kasılıyor, bütün gücünün çekildiğini duyuyordu. Her koşulda diriden çok ölüye yakındı.” (Kenarda, s. 10) “Kent onarılıp düzeltilmeye çalışıldıkça o daha güçlü bir şiddetle bozuyor, çözüyor, ayrıştırıyor, sokakları çıkışsız kılıyor, karmaşayı çoğaltıyordu. Sanki asıl gerçek olan oydu, İstanbul diye ... Devamını görmek için bkz. |  |
Nur Öztürk, “Geçgin’in Dışarıda Yaşayan İnsanlar’ı”, mahaledebiyat.com, 7 Ocak 2024 Dünyanın gidişatı, insanlar arasındaki ilişkilerin sahteliği, olmamışlığı, hayatta aradığını bulamama, beklentiler hakkında yaşanılan hayal kırıklığı, yokluk, duyguların isteklerin anlamını kaybetmesi, anlamsızlığın hâkim olduğu bu anlarda insan; bir şey olsa da dünya ya değişse ya da hep birlikte yok olsak diye umar. Mucize ya da felaket her ikisini de bekler. Hangisini istediğinin bir anlamı yoktur. Yoğun duygularla beklediğimiz, olmasını istediğimiz mucizelerin bazen bir felaketle yer değiştirmesine razı geliriz. En çok da tutkulu olarak gerçekleşmesini beklediğimiz mucizelerin olmayacağı gerçeğiyle yüzleşilen ana denk düşer bu razı geliş. Geçgin’in oluşturduğu ana karakter Fikret’in hissettiği ve tüm romana sızmış olan koca bir gençlik düşüdür. “Bu çalkalanıp duran kara parçası, bu yamyamca didişmenin şiddeti, binlerce duygudan, nefretten, öfkeden, hırstan, kaygıdan, umuttan, düşlerden oluşmuş aç duygular yumağının katlanılmazlığı beni etkilemiyordu artık. Gövdesindeki her canlı sinir çoktan ölmüşken, yürüyen bir felakete dönüşmüşken hangi felaket etkileyebilirdi beni artık.” [1] İnsanın bencilliği, kendi bencilliğimiz bizi o kadar tiksindirir ki, öncelikle kendimizden öğreniriz hayal kırıklığını. Felaket veya mucizenin bizi bulmadığı, arafta kaldığımız anlarda diğer insanlara bakarız. Onlar bu duygularla, daha doğrusu varolmanın acısı... Devamını görmek için bkz. |  |
|