Halil Türkden, "Miras kalan suskunluğun poetikası", Agos Kitap/Kirk, 3 Mart 2015
Tüh ve ah... Ağrıyı, pişmanlığı, perişanlığı en iyi anlatan iki ünlem... İlk buluşması bundan beş yıl önce olan Yüzünde Bir Yer, her sözcüğün değerini bilen bir yazarın, Sema Kaygusuz’un kaleminden bir kitap. İşte bu iki ünlem kitabın bölümleri aynı zamanda. Yazar da can havliyle ağızdan çıkan bu ünlem ifadelerinin hakkını verecek bir hikâye anlatıyor romanda. Kendine bir yer bulmaya çalışan utanç duygusu ve suskunluklarımızın romanı Yüzünde Bir Yer; öyle ki Dersim Katliamı sonrasında miras kalan ruh halleri ve duygularla uğraşıyor Kaygusuz.
Bese ve torunu
Romanın odağında Dersim Katliamı’ndan kurtulan babaanne (Bese) ve torunu var. Kaygusuz’un esin kaynağıysa çok yakında, bir Dersim sürgünü olan babaannesi ve miras kalan ağrılara sahip olanlarda görülen tutulma hali. O günleri yaşayan büyükler, atalar ya yitip gidiyor, ya yaşamaya devam ediyor. Yani yolculuk devam ediyor, öyle ya da böyle. Yeni kuşak ise o yaşantının, yolculuğun izleriyle doğuyor. Kaygusuz’un ifadesiyle, “Tatmadığın bir acının göğsüne yuvalanması gibi.” Tuhaf bir duygu yani, içinize sirayet eden o anlamsız utanç hayatla olan uyumunuzu altüst ediyor, bozuyor ve durduruyor. Ve en önemlisi, susturuyor; romanın da ana meselesi olan bu susma ve tutulma hali.
Yüzünde Bir Yer, yazarın bireylerin iç yaşantısıyla, bilinçdışıyla ilgilendiği bir roman; bireyselliği ve yaşanan onca şeyi dışlayan politik ve indirgemeci bir dil değil. Özellikle hesaplaşma derdiyle yazılan bölgeye ilişkin eserlerin çoğunda görülen politik bir yapıt olma çabasını bu romanda görmemek mutluluk vericidir ki Kaygusuz’un poetik dilinin bunda payı büyük.
Yazarın yayımlanan ikinci romanı Yüzünde Bir Yer; birbiriyle benzerlikleri olsa da, romanlarında hikâyelerinden alıştığımız açık ve rahat anlatımdan uzak olduğunu görmek mümkün. Kaygusuz romanında az diyaloglu, uzun betimlemelerin görüldüğü ve anlatıcının tüm akışa hâkim monologlar sunduğu bir yolculuk tercih ediyor. Kıvrak bir edebi dil, metaforların ve aforizmaların yerindeliğinin yanı sıra yazarın Türkçeye hâkim oluşu bu yolculuğu keyifli hale getiriyor.
Kaygusuz’un özellikle bu romanında dil ve anlatım bakımından tüm eserleri arasında özel bir farklılaşma görülüyor. Duygu yüklü, coşkulu fakat okuru yer yer zorlayan bir anlatım tercih edilmiş, öyle ki altı çizilen satırlar kitabın ortasında ve sonlarında sıklaşıyor. Bazen de içine girip yoğunlaşarak yaşadığınız bir hikâyenin gelecek paragrafında kendinizi kapının önünde buluveriyorsunuz; hikâyenin biraz dışında kalıyor ama yazarın işlemek istediği pek çok ek konunun buna neden olduğunu anlayabiliyorsunuz.
Hızır, İlyas, Dersim Katliamı, Munzur ve diğerleri… Romanın başlıca karakterleri, yazara bu titizlik gerektiren yolculukta yol arkadaşları… Öyle bir yolculuk ki, edebiyat işçiliğinden bir an bile uzaklaşılmaması gerekirken, ustalıkla edebi bir ip cambazlığı yapıyor Kaygusuz. Tüm bu edebi işçiliğin ardında insanoğlunun uygarlaşma, modernleşme telaşında bindiği dalları nasıl kırdığını, doğayla nasıl bir kavgaya tutuştuğunu anlatma çabasında.
Yazar roman boyunca bilindik bir hesaplaşmanın peşinde değil; o miras kalan duyguyu, Bese’nin katliam sırasındaki sürgününü, yaşadığı acıyı, bugüne bırakılan ağrıyı, Bese’den toruna kalan dünyayı ifşa etmenin peşinde. Tüm bu yönleriyle yazar, bildiği bir sancıyı tüm cesurluğu ve açıklığıyla anlatıyor ki bu sanatın pek çok dalında sanatçının seçmesi gereken etik bir tutumdur. Dahası bu etik duruşun devamında yazarın edebiyat çizgisinden sapmaması da gerekir.
Dünya tarihinde ulus devletlerin kuruluş sürecinde modernleşme adı altında yerleştirilen yöntemlerle halkın tektipleştirilmesine ilişkin girişimler, toplumu fabrikasyon ürünü haline getiren o vahşi politika geride az bir tortu bırakır. O tortu tek bir soruya, hayatta kalmanın insan ruhunda hangi olukları açtığına ilişkin bir cevaptır. Belki de hayatlarımızda gördüğümüz, görebileceğimiz en derin oluktur bu suskunluk denen şey. Korkudan mıdır, yoksa insanın insana ettiklerinin utancından mı?
Çok vagonlu bir ifşa treni
Babaannesinden miras kalan suskunluğun etkisiyle kendi içine kıvrılmış, oldukça kırılmış bir kadının özbenliğince durmadan uyarılışını okuyacaksınız bu kitapta. Kimi miraslar patlayış ve kopuşlarla sonuçlanır ama Bese’den kalan dünyada çok vagonlu bir ifşa treninin ilk yolculuğuna çıkılıyor. İfşaat sabır ve inat isteyen bir süreçtir elbette ama devralınan acı utanç ve acıyla dolu olduğundan yorgun bir bilinçaltına sahip, yaşam hevesi tükenmiş bir kadın karşımızda.
Bu kadın ki gelmiş geçmiş tüm zamanların ağrılarına selam ediyor ve insana dair acıların bütün açıklığı ve şiirselliğiyle istiflendiği bir tablo resmediyor. Yüzünde Bir Yer acının, zulmün, umudun ve coşkuyla haykırılacak güzel bir dünya bırakamamanın tarihi; insanla büyüyen tüm duyguların tarihidir. Sema Kaygusuz, bilgelik taslamadan, politikadan uzak, poetikası güçlü bir dünya tasvir ediyor.