ISBN13 978-975-342-999-3
13x19,5 cm, 152 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Sandık Lekesi, 2000
Doyma Noktası, 2002
Esir Sözler Kuyusu, 2004
Yere Düşen Dualar, 2006
Yüzünde Bir Yer, 2009
Karaduygun, 2012
Sultan ve Şair, 2013
Aramızdaki Ağaç, 2019
Gaflet, 2019
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Esra Yalazan, "İnsanın kuyusuna inmek", Kitap Zamanı, 3 Haziran 2015

Sema Kaygusuz’un yeni romanı Barbarın Kahkahası hem farklı türleri içeren dramatik yapısı hem de meselesi itibarıyla yazarın diğer kitaplarından farklı. Barbarın Kahkahası yazmaya, hikâye etmeye, doğru zamanda anlatmaya, susmaya dair meselesi olan bir yapıt.

İnsanın özünde saklı olan derin gölgeli, loş alanlara izinsiz girmek ne yazar ne de okur için kolaydır. Niyet, merak, tutku tek başına karanlık kuyulara inme cesareti vermez. Eğer okur olarak romanın içindeyken izlediklerinizin bir parçası olmak istiyorsanız karakterlerin arkası görünmeyen bakışlarına, sızlayan yaralarına, içselleştirdikleri hikâyelerine rikkatle dokunmanız gerekir. Orada gördüklerinizin, dinlediklerinizin, önemsiz gibi görünen ayrıntıların, puslu resimlerin bir gün ansızın karşınıza çıkacağını seziyor, huzursuzlukla karışık tuhaf, kaotik bir duygu fırtınasıyla ürperiyorsanız yazar da size kendi içtenliğiyle dokunabilmiş demektir. Malum, has yazarlar –türü ne olursa olsun- pansuman olsun diye yazmazlar. Bazen yaşarken anlamsız gelen katı gerçekliği harf harf yeryüzünün kalın kabuğuna kazır, ruhu kanatır, bazen de hakikat peşinde koşan derviş misali şiirin sarhoş eden büyüsüne sığınırlar.

Sema Kaygusuz, hemen her kitabında kullandığı dilin edebi dikeniyle, benzersiz üslubuyla, anlatım enerjisiyle rahatsız ederek iyileştiren yazarlardan. Son romanı Barbarın Kahkahası farklı türleri içeren dramatik yapısı ve meselesi itibarıyla diğerlerinden farklı. Bu da yazarı ve okuru tekrara düşmekten kurtarıyor.

Birbirlerinin sağlam sandıkları ‘hassas’ yerlerine sürtünerek ‘acı besleyen’ ve bir anlamda ondan beslenen karakterleri bir motelde buluşturan anlatıcı, kapaktaki “Hiçbir trajedi kişisel değildir: sirayet eder, bulaşır ve sonunda her şeyin kokusunu, rengini değiştirebilir.” cümlesinin farklı katmanlarında dolaşırken tarafsız kalabilmiş. Böylesine çok bakışlı, ‘oyuncaklı’ ve buna rağmen derinlikli olabilen bir hikâyede o mesafeyi koruyabilmek kolay değil. İnsanın bilgeliğini elinden kaçırmasını “büyük bir talihsizlik” olarak gören o bilge bakış, kimi zaman kızdığı, kamçıladığı, merhametle okşadığı, sorguladığı kadın kahramanların elinden tutup, her daim taze kalan ‘kadim’ bir hikâyenin içinde dolaştırıyor. Bu esnada erkek kahramanlarını da kadınların gizli güçleriyle egemen olduğu fırtınalı dünyaya savurmaktan hiç çekinmiyor. Çok da iyi ediyor. Okuyanın, romanın kahramanı Melih gibi aklı çok güzel karışıyor!

Oynaşırken tırmalayan, yaraları yalayarak iyileştirme niyetiyle yaklaşıp özündeki vahşeti gizleyemeyen kediler gibi bir motelin içinde ‘nahoş’ bir olayın etrafında yuvarlanıp duran bu karakterleri okur kendisi tanısın, anlatıcının resim sanatına da göz kırpan bakışıyla kendisi keşfetsin isterim. Farklı aidiyetlere, toplumsal kimliklere, suçluluk duygularına, inançlara sahip karakterlerin büyük bir yapbozun parçasını tamamlar gibi bir araya gelişlerini, kadınların erkeklerin gizlediği ruhlarıyla ‘buluşamama’ hallerini, bir ergenin büyürken ‘dünyanın ilk acılarıyla’ uyanışını geniş bir perdede izlerken kimi daha çok seveceğine önyargısız kendisi karar versin isterim.

İnsan kendi hikâyesine kördür

Barbarın Kahkahası’nda her gün çiğnenerek tüketilen konuşma dili, kainattaki diğer yarısını arıyormuşçasına sahih olan, kelâmın esasıyla buluşuyor. Garsonların, orta sınıf aile fertlerinin, entelektüel bir kadının/erkeğin, olayları gözlemleyerek defterine not düşen bir tıp tarihçisinin, sürgün kimliğiyle, cinsel tercihiyle, istemediği hayatı yaşayarak cezalandırılanların ‘uyumsuzluğuyla’ çeşitlenerek zenginleşen anlatım, farklı formlarda kullanılan dilin kıvraklığını ortaya çıkarması bakımından da çarpıcı. İletişimin lüzumsuz konuşmaların uğultusuyla kesildiği büyük boşlukta, hiçliğin ağırlığını taşıyarak çürüyen bireyi, hastalığın toplumun kılcal damarlarına kadar zehriyle yayılmasını, “insan başkasının hikâyesine ama en çok da kendisininkine kördür” bakışıyla anlatıyor sanki yazar.

Hikâye, Turgay’ın gecenin koyu karanlığında denize işemesiyle başlıyor, daha sonra roman boyunca kimliği belli olmayan bir ‘varlık’, her yeri, bütün eşyaları pisleterek motel ahalisini rahatsız ediyor. Kirlenmenin güçlü bir metafor olarak kullanıldığı romanda, gerçek bir karşılığı olmayan ‘temiz’ kalma dürtüsüyle insanların birbirlerini suçladığı gerilimli bir atmosferde dolaşmak, sadece geçmişin değil, bugünün ve geleceğin muhtemel işaretlerini de taşıyor aslında.

“Hayatı kendi hikâyesinden ibaret sayan kişilerin” birbirlerini ezerek, bazen anlamaya çalışarak, hayatın zayıf köklerine tutunarak, çok ihtiyar bir ‘çaresizlik’ ağacı etrafında toplanmasının evet trajik, iç burkucu bir yanı var. Ama bir o kadar da sağaltıcı. Bu romanı okuyacak olanlar, yansımalarını farklı imgelerle görebilecekleri bir su birikintisi bulacaklar sanırım. Belki romanın belkemiğini oluşturan acı tasavvurunun gölgesinde, her şeye rağmen edebiyatın ‘eğlencesine’ sığınacaklar. Ben yazıya/yazana daha yakın durduğum için, en çok tıp tarihçisi Simin’i sevdim. Sadece zaafları, bencilliği, riyakarlığı, gözlemlediği insanlık hallerini küstah bir tonla defterine kaydettiğinden değil, tarihin kendini ısıran yılankavi açmazlarını sahih bir bakışla, özenle, üslubun ne olduğunu unutmadan ve incelikle hatırlatarak anlatabildiği için. Onun mucizevi reçeteleri bir yana, “Ne de olsa her felaket, evvela bir cümleydi. Rutubetli tenin acı cümlesi.” çoktan hafızama kazındı.

Diğerlerine gelince, bazıları hem görüntü olarak hem de isyankar/çaresiz ruhlarıyla benim kişisel okuma tecrübemin arşivindeler artık. Dünyanın uçurumundan kendine, havyanlarına bakan, onların ölümüyle büyüyen Ozan, ‘evcilliğin’ bütünlüğünü bozan vahşetiyle göründüğü için iz bıraktı. Mesellere, masallara, hikâyelere meraklı, cevapsız soruları onların tılsımıyla dolduran, çaresizliği bizim uydurduğumuzu söyleyen Melih’in kendi üzerine kapanan yalnızlığı farklı mana kapılarına doğru zihnimi açtı. Her şeyi bilen edasıyla kendini sere serpe ortaya atan Eda’nın kadınsı küstahlığının tek bir cümleyle yerle bir oluşuna acıyarak güldüm, yüksek sesle. İki garsonun ‘esrari’, cesur konuşmalarına bir radyo tiyatrosu dinler gibi kulak verdiğimde ‘inancı’ ürpererek farklı yönleriyle düşündüm. Basitliğiyle, arkasına sığınmadığı sıradanlığıyla, dünyaya tükürülüp atılmış olmanın sahici öfkesiyle, bayağılaşmayı göze alan dürüstlüğüyle sevdiğine meydan okuyan İsmail’in yaralı yüzünü usulca okşamak istedim. Ve sırlarıyla ölmeye yemin etmiş gibi yaşayan o çift, Turgay ve Nihan. Onlar da öylece hikâyenin kuytusunda, bildikleriyle kendilerine ‘sır’ olsunlar istedim.

Barbarın Kahkahası farklı hikâyelerdeki dertlerinin yanı sıra yazmaya, hikâye etmeye, doğru zamanda anlatmaya, susmaya dair meselesi olan iyi bir roman. Peki, neden mi barbarın kahkahası, aslında cevabı romanın yükselen ağıtlarında işitiliyor ama en sağlam cevap yine Simin’in defterinde: “Gözümü kapatıp kulak kesilsem, bütün serzenişleri, teessüfleri, küfürleri, dedikoduları, yüzleşmeleri, müptezel pazarlıkları süzsem, insanın içini gıcıklayan o gizli kahkahayı duyacakmışım gibi geliyor”.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X