Korkut Akın, "Rastgele Ben", Gelecek Gazetesi, 11 Aralık 2014
Engin Geçtan, öğrenciliğinin ardından, deyim yerindeyse çiçeği burnunda gittiği ABD yıllarını, kazandığı deneyimleri, oradan buraya bakışla aslında o yıllardan günümüze bakıyor. Renklilik oralarda daha bir başka, özellikle siyahi insanlarla. Çünkü anlatılan yıllarda ırkçılık, ayrımcılık o kadar belirgin ve kabul görmüş ki aşabilmek için sıkı çaba gerektiriyor. Birinde, otobüse binen Geçtan, boş bulduğu koltuğa, siyahi birinin yanına oturur. Siyahi kişi kalkar yanından, daha arkada bir koltuğa geçer. Herkes şaşkındır; Geçtan bu ayrımcılıktan, otobüsteki beyazlar ‘nasıl olur da bir beyaz siyahi ile aynı koltuğa oturur’ diye, siyahiler ise ‘ne yapıyor bu beyaz adam’ diye…
Sanat kültür ve gençlik...
Psikiyatri alanını seçer Geçtan, henüz Türkiye’de bulunmaması ve kendisine olağanüstü ilginç gelmesi nedeniyle. Kitapta ayrıntılı ve uzun uzadıya anlatıyor. Her cümlede bireyin ne denli belirleyici olduğunun kavranmasının adım adım gelişmesini, değerlerinin gözle görülür bir şekilde yükselişini okuyorsunuz.
“Çoğu zaman ailenin yanlış üyesi hastaneye yatar” sözü, kulağına daha ilk yıldan küpe olur. Şimdi, bırakalım Geçtan’ın anlattığı yılları, gelelim günümüze… Gerçekten de psikolojik sorunları olmayan kalmadığı gibi aramızda, en çok mağdurlar hasta olanlar değil, hasta edilenler. Sizce yanılıyor olabilir miyim? Siyasi iktidardan öğretmene, anne babadan patrona dek ’hasta’ olmayan var mı sizce de? Onların hastalığını onlara kabul ettiremediğiniz, tedavi ettiremediğiniz sürece siz, daha az etkilenmek, en azından zararı daha azaltmak adına koşturuyorsunuz psikologlara, psikiyatrlara…
Hayatla dalga geçmek...
Engin Geçtan’ın asistanken yaşadığı bir örneği, annesinin arkadaşlarıyla konuşmalarında da duyması bir gerçeği işaret ediyor: Siz dalga geçmediğiniz sürece, hayat sizi avucunun içinde oynatır. Bunu, en son (bilgisayarın başına geçip klavyeye dokunmadan izlediğim son haberlerle bağlantılı olarak) Caferağa Mahallesi İşgal Evi’nin kapısının polis marifetiyle kaynakla kapatılmasına itiraz eden insanların ritmik temposunda duyduk: Reddet, işgal et! Validebağ’da korunun korunması için çadırda hep bir ağızdan söylenen türkülerde duyduk: Yağmur yağar taş üstüne / İnce kalem kaş üstüne…
Aradan geçen 60 yıl
Engin Geçtan, anlatısının başında, (s.31) kaldıkları yurdu/hastaneyi işgal eden ergen kızları ve onlarla kurduğu iletişimi anlatıyor. Benim aklıma hemen Gezi Direnişi geldi. “Yaşadığımız dünyanın yarattığı bezginlik sonucu ütopyaya duyulan bir özlem” (s.78) cümlesiyle bir kez daha değiniyor Gezi’ye. İkisi arasında belki yıllar var, ama gerek konu gerekse konum aynı. Birinde hoşgörü, diğerinde kan, zulüm. Ankara ve İstanbul’da dört ayrı üniversitede öğretim üyeliği yapan, kendi alanıyla ilgili bilimsel kitaplar yazan, roman ve senaryolar kaleme alan, psikoterapist Prof. Dr. Engin Geçtan, toplumsal bir olgu olan ve -başta iktidar olmak üzere- hepimizi etkileyen Gezi Direnişini anlatırken (s.169) ister istemez bağ kuruyorsunuz; zaten kendisi de bu bağı apaçık kuruyor, ilerleyen sayfalarda.
Peki, ne değişmiş bunca yılda? Sokaklar, binalar dışında insan ilişkileri, olaylara bakış, daha da önemlisi kavrayış değişmiş. Birçok ülkede tanıştığı farklı kültürlerden insanların önyargılarını, egemen erk ve/veya aile tarafından koşullandırılmış tavırlarını anlatıyor. Esnek davrandığınız, karşınızdakine değer verdiğiniz ölçüde o önyargıyı yıkmanın kolay olduğunu anlatıyor. Biri, “İlk karşılaştığım Türk’ün yüzüne tükürmeye yemin etmiştim” diyen bir Ermeni. Siz de eğer egemen erkin dilini ve tavrını kullanırsanız kavga çıkmaması için hiçbir sebep yok ortada. Oysa o da, siz de biliyorsunuz ki hiçbir dahliniz olmadığı gibi düşünsel olarak da karşısındasınız o yaşanan kötülüklerin.
Gönüllü etkileşim...
Engin Geçtan, okumanızı önereceğim bu anlatısında doğrudan bir şey söylemiyor; satır aralarından çıkardıklarınızla çözümü bulmanıza yardımcı oluyor. Konu ister doğrudan sizinle ilgili olsun, ister siyasi olsun, isterse çok da kişisel görünen sade suya tirit bir şey olsun… Anlatılanlardan ilmek ilmek örerek kendi çıkarsamanızı sağlıyor ve geleceğe yöneliyorsunuz. Bir filmin içinden sıyrılıp gelen bir sahnenin anlatımı da olabilir size bunları çağrıştıran, teknolojinin sunduğu imkanlar da, silah ve uyuşturucu konuları da… Size aktarmak istediğim ‘anarşi’… Geleneksel değerlerin büyük bir çoğunluğu değişti zaman içerisinde, bilginin güç olduğu vurgulanıyor her yerde her zaman; hayat bunca karmaşık hale gelmemişken yiyeceği, barınağı, giyeceği olanın düşünme gibi bir lüksü yokken, bugün önünü ardını, yanını yöresini düşünmek zorundayız her şeyin, ama her şeyin.
Size sizi, ama size hiç değinmeden/dokunmadan anlatan Engin Geçtan, anlatısını “Her yolcu kendi yolunda gerek. Cümleten iyi yolculuklar!” diye bitiriyor. Katılmamak elde mi? Her sayfada kendinizi bulacaksınız.