| ISBN13 978-975-342-250-5 | 13x19,5 cm, 240 s. |
|
Troya'da Ölüm Vardı, 1963 | Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, 1970 | Göçmüş Kediler Bahçesi, 1979 | Kısmet Büfesi, 1982 | Gece, 1985 | Kılavuz, 1990 | Narla İncire Gazel, 1993 | Ne Kitapsız Ne Kedisiz, 1994 | Altı Ay Bir Güz, 1996 | Öteki Metinler, 1999 | Susanlar, 2009 | Halûk’a Mektuplar, 2013 | Şiir Çevirileri, 2014 | Enis Batur’a Mektuplar ve Ankara Yazıları, 2024 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Berna Ülner, “Ağaç, yemiş, çekirdek”, Virgül, Sayı 32, Temmuz-Ağustos 2000 Lağımlaranası ya da Beyoğlu bitmemiş bir kitap. Aynı zamanda, okura bir kitabın “bitmesi”nin ne demek olabileceğini söyleyen bir kitap. Bu, Bilge Karasu’nun başka metinlerini, özellikle de Göçmüş Kediler Bahçesi’ndeki “Geceyarısının Masalı: Masalın da Yırtılıverdiği Yer”i okumuş olanlar için tanıdık bir mesele. O metinde, kısaca ‘yazarlık’ dediğimiz şeyin içinde işleyen çarkları, yazarlığının katmanlarını ayrıştırarak (ve bunları 1a, 1b, 2a, 2b, 2c, 3a, 3b, 4 diye sınıflayarak) metnini kuran, katmanları aralarındaki ilintileri, geçişleri gösterecek biçimde düzenleyen, bir anlamda işliğini okura açan, okuru bu işlikte geçirilmiş belli bir zaman dilimine konuk eden bir yazar vardır; ilk 1a’sında, “bir yemişin, hamlığından kurtulması sürecini insancaya çevirirken, geçmesi gerekebilecek süreyi çok uzatıyorum; bu da, ağır kanlı bir ağaç olduğuma verilsin,” der bu yazar, ardından da “şimdi bu kitabın bitmesi gerek,” diyerek işe koyulur. “Geceyarısının Masalı” düzenlenişiyle “yemiş hamlığından nasıl kurtulur?” sorusunu bir bakıma yanıtlar ama, “bir kitabın bitmesi”ni “yemiş”lerin, “ağaç”ların anıştırdıklarıyla birlikte düşündürmesinden ötürü, verimli bir eğretilemeli sorular alanına salmıştır bir kez okuru. Çekirdeğin içi, toprağa düştüğünde hiç bilmediğiniz bir bitkiyi, bir ağacı doğurup büyütecek o çekirdek içi, sizin kaygılarınızın dışında kalır. Siz ancak bir sapın ucunda o çekirdeğin ilk düğümü çevresinde oluşacak etin yapıcısı olacaksınız. Çekirdeği bulduktan sonra, sabırla, kat kat et, tat, renk giydireceksiniz o çekirdeğe. Öyle ki kitabınız bittiğinde artık –hiç değilse sizin açınızdan– tadı, dokusu, rengi bilinen bir yemiş tutarsınız elinizde. Sonra da o yemişi atarsınız ortaya, ısıracak, gagalayacak, kemirecek birileri çıkar diye umarak. Kitabın çıkış, geri dönüş yolculuğunun hangi noktasında kalmış olduğunu kesin olarak bilmiyoruz. Ama Lağımlaranası ya da Beyoğlu’nu italik yazabildiğimize göre şu kesin: Isırılacak, gagalanacak, kemirilecek bir yemiş atılmış ortaya; tadı, dokusu, rengi öngörülen kıvama ulaşmamış olsa bile, “kör, kısa bir inişle” çekirdeğine varılmış, hamlığından şu ya da bu ölçüde kurtulmuş bir yemiş. (...) Gerçekliğin bir düzeni metnin başında “sınırları yönetim sorumlularının haritalarında, dosyalarında, kütüklerinde kalsın” denilirken anılan şeyse eğer, ‘Lağımlaranası’nın anıştırdıklarından da –buna hiç benzemez– bir başka düzenin çıktığı söylenemez mi? Başa, yemişlerle ağaçlara dönelim. Yazar bir düş yemişi üretip atar ortaya, okur da yer onu. Peki yemişin çekirdeğine ne olur? Yazar açısından söylenen şu: “Çekirdeğin içi, toprağa düştüğünde hiç bilmediğiniz bir bitkiyi, bir ağacı doğurup büyütecek o çekirdek içi, sizin kaygılarınızın dışında kalır.” Bu sözler yemişin ister oluşumundan öncesi için ister yenilişinden sonrası için söylenmiş olsun, yemiş bir kez ortaya çıktıktan sonra, ne yazarın ne de okurun malıdır artık çekirdek; ama toprağa düşer, bir bitkiyi, bir ağacı doğurup büyütmek üzere, yani uygun tarım yordamlarının eşliğinde türlü türlü insanın, türlü türlü işine yarayabilecek bir tohumdur artık. Adlar da öyledir. |