Esra Karaduman Okay, “Karanlık ve Dil”, Remzi Kitap Gazetesi, Temmuz 2006
Gece imgesi herkes için üç aşağı beş yukarı aynıdır. Karanlık, sessizlik, yarasalar geceye ilişkin ilk akla gelenlerdir. Daha ötesiyse Bilge Karasu’nun Gece romanında kurduğu düşsel evrendir. Karasu, gecenin çağrıştırdıklarıyla bir evren kurarken gözlerini yaşadığımız toplumdan bir an olsun ayrılmaz.
Jean Genet’in bir eserinden alıntılanıp kitabın başına konulan cümle bunu gerçekler nitelikte. “İmin gücü, düşün gücüdür”. Karasu gece imgesinden yola çıkarak, insan ruhunu irdeleyen, yazmayı/yazarı sorgulayan, toplumsal olaylarla dolaylı olarak temellendirilmiş bir yapı kuruyor Gece’de. Bu çok katmanlı kurgunun belli bir başlangıç noktası ve gidiş yönü yok. Bu nedenle Gece, bir son beklentisi duyarak okuyan okurdan çok yazarla birlikte dilin gücünü hissedip, insan doğasının, toplumsal işleyişin ardına, dilin katmanlarında gezinerek gidecek okur için.
“Oysa karşımızdakiler, bir ödevin adamı seçmesini anlayacak kişiler değiller. Onlar saygıyı, inancı, güveni unutmuş, belki de hiç duymamış hiç öğrenmemiş kişiler. İnsan öylelerine kişi derken dilin yetersizliği karşısında iğrenti duyar. Kişi bile değiller ki! Olsa olsa Tanrı’nın yanlışları, taslaklarıdır onlar.”
Dört ana bölümden oluşan kitapta yazarın bölümceler adını verdiği küçük bölümler de var. Bu küçük bölümlerin bir kısmı dipnot adı altında verilmiş. Okur açısından en sarsıcı olanları da bunlar. Bu dipnotlar yazarın yazma sürecindeki gelgitlerine okuru ortak ediyor. Görüyoruz ki yazar yolu okuruyla yürümek istiyor.
“Kestirip atmak güç ya, kimi yazarın dilinde söyleyişin en incesini sözcüklerin birer ok gibi art arda fırlatılması sağlar; kimininkinde ise bir karasu gibi akış. Benim dilim çiçek dermek üzere eğilip kalkan bir gölgenin yumuşaklığına, dalgalanışına ulaşmalı.”
Yapıtın tamamına hâkim bir yanılsamalar örgüsü, okudukça izlediğimiz. Anlatılanın sık sık yer ve bakış açısı değiştirdiği durumlardan oluşan Gece’de anlatıcı konusunda da sabitlik yok. Böyle olunca da söz konusu örgü kuşkuya yer vermeyecek şekilde pekişiyor.
Eğer Gece’yi, kurduğu düşsel evrenin yanı sıra somut anlatımlarla açıklamak istersek, birçok olguya farklı yerlerden bakmamız gerekir. Bu yapıtın ana ekseni, içinde bulunduğumuz toplumsal durum ve işleyişlerle ilgili saptamalar ve sorgulamalar bütünü. Bu durum romanın 12 Eylül’ün öncesinde kaleme alınmış olmasıyla da ilişkilendirilebilir. Karasu, yaşananlara dair öncelikle kendi anlam arayışını yansıtıyor okura. Devamında ise birçok kavram için yaşadığımız kafa karışıklığını, temeline inip sorguluyor okurla birlikte. İnsana ait karşıtlıklar, korkular, umutlar, kurumlar, geçmiş ve gelecek kavramları birer birer sahneye çıkıp, tüm bildik anlamlarından soyunarak iniyorlar sahneden. Sonuç kimi zaman yeni anlamlar kimi zaman yeni bir kafakarışıklığı.
“...yazı yoluyla dünyanın karışıklığına, insanın karmaşıklığına düzen getirme sanısı, daha ötesini niye söylemeyeyim, sabukluğu, çoğumuza, belki de hepimize, bir utku gibi geliyor; bizleri avutuyor; bir sonraki yazımızla bu utkuyu sürdüreceğimize, büyüteceğimize güveniyoruz. Ne zaman vazgeçeceğiz, kendimizi, birbirimizi böyle aldatmaktan?”
Gece’nin fonunda, yasal kurumların içinde hiç de yasal olmayan birçok örgüt var. Baş kişilerse, şu ya da bu şekilde, birbirleriyle ve bu örgütlerle ilintili olanlar. Yazar, gerektiğinde felsefeye de yaslanarak derinlikli açılımlar yapıyor yaşadığımız çağ ve insanın geldiği yer için.
Bu romanı okurken ister onun düş evreninde kalın isterseniz yaşadığımız günlerin gerçekliğine uzanın, bu size kalmış. Çünkü Karasu’nun kurgusu kendi içinde tutarlı. Kitabın, felsefeye yaklaşarak insan ruhunu ve davranışlarını çözümleyen bölümleri ise, tüm zamanlar için, insan gerçeğine ışık tutar nitelikte. Karasu’yu belki de en çok kurduğu dil ve edebiyatımıza yapıtlarıyla getirdiği yeni soluk için okumalıyız.