Açılış Bölümü, s. 7-12
Konu yaşamın kendisi olduğunda hikâyeye neresinden gireceğiniz önemli olmayabilir. Yaşam sinema filminden farklıdır. Bir film başından izlenmediğinde, karakterleri tanımakta, olayları kavramakta zorlanırız. Oysa birbirimizin hayatına aradan bir yerden giriveririz. Şimdiki zaman, geçmiş ve gelecek, birlikte, hemen orada yaşanmaya başlar ve sürekli yeni hikâyeler yaratılır. Bazı durumlar dışında, insana kendi hikâyesini yaratma hakkı tanınmıştır. Hikâyesini yaratanın kendisi olduğunu kabul etmemekte direndiğinde, hikâyesi tragedyasızlığın tragedyası olur.
Yaşamların hikâyeleri anlatılmak istendiğinde, hikâyeler de kendilerini yaratırlar. Bir yerinden girildikten sonra neler anlatılacağını hikâyenin kendi bilir, ama yine de, yaşamları anlatan hikâyeler, yaşamın kendisinden daha mantıklı olmak zorundadırlar. Yaşamların mantığı olmadığı gibi, mantıklı yaşanmaya çalışıldığında daha da mantıksızlaşırlar. Birazdan okuyacağınız hikâyeye başlarken, zaman, mekân ve oyuncular rasgele seçildi. Başlangıç için seçilen mekân ruh yoksunu yeni yapılardan biri. Daha keyifli mekânları sonraya saklamak için aslında. Zaten orada öyle uzun kalınmayacak. Yılın iyi bir zamanı. Yaz başında bir öğle sonrası. Sabahları hikâye başlatacak yaşantılar azdır, geceler bazen yorgun. Önce bir kadın ve bir erkek yeterli. Diğerleri sonra katılırlar.
Neler anlatılacağını hikâyenin kendisi bilecek tabii!
On altı haziran salı öğleden sonra üç!
Kestane ağaçlı sokağın gölgesinden sıyrılıp çıkan yüksek, beyaz bir bina. Dünyanın orasında ya da şurasında olabilirdi. Şu anda burasında. Yine de, işlemeli demir kapısı ve girişteki bankonun ardında oturmuş, yüzü filozof bakışlı köpekleri hatırlatan kapıcısıyla etkileyici bir sunuluşu olduğunu kabul etmek gerek. En azından binaya girilirken.
Ötede, mermer zeminli holde, asansörün gelmesini bekleyen bir kadın ve bir erkek. Erkek yirmi sekiz, kadın on iki saniye önce geldi. Tanışmadıkları belli. Erkek, otuz yaşlarında, siyah saçlı, spor giyimli. İlk bakışta yumuşak, hatta sevimli. Kadın gergin, sabırsız. Açık kumral saçlı, makyajsız, sade giyimli. Çekici görünmemek için gösterilmiş özenin çekiciliğiyle. Kırk yaşlarında gibi. Asansör kapısının önüne geldiğinde bir an göz ucuyla genç adama baktı, sonra yine kendine dönük.
Asansör geldi. Boş! Önce kadın, sonra erkek bindi. Genç adam nazik bir tavırla sordu:
– Hangi katta ineceksiniz?
Kadın onun yüzüne bakmadan uzanıp üzerinde dört yazan düğmeye bastı. Genç adam sekize. Hareket ettiler. Kabinde gerilim kokusu. Üçüncü katı geçerken asansör birden durdu. Adam, ifadesiz bir yüzle duran kadına baktı.
– Sanırım uzun sürmez.
Kadın karşılık vermedi. Gözlerini asansör kabininin tavanına dikip sağ ayağını hızlı bir tempoyla zemine vurmaya başladı. Adam bir süre imdat düğmesine bastı. Sonra kadının ayakkabısının çıkardığı sesler kesildi ve bir bekleyiş başladı. Adam tekrar imdat düğmesine bastı. Sonra yine sessizlik, hareketsizlik. Bir süre sonra, kadın omuzundaki askılı çantayı alıp yavaşça yere koydu ve hızla soyunmaya başladı. Bedeninin muntazam hatlarını utanmazca sergileyerek. Üzerinde ayakkabılarından başka bir şey kalmadığında eğildi ve çantasını alıp tekrar omuzuna astı. Genç adam şaşkın.
– Bunu yapmamalısınız! Asansör her an hareket edebilir. Lütfen!... Lütfen hemen giyinin!
Kadın öfkeli gözlerini adama dikti.
– Söyle! Gördüğünden hoşlanmadığını, beni çekici bulmadığını söyle!
– Hoş, çok hoş bir kadınsınız! Ama asansör her an hareket edebilir.
Savaş, adamın sözünü bitirdiği anda patlak verdi. Genç adam kendini çaresizce savunmaya çalışırken, kadın onu tekmelemeye, boynunu ve yanağını tırmalamaya başladı. Sonra birden geri çekilip eğildi, çantasından çıkardığı tabancayı iki eliyle tutarak ona doğrultup ateşledi. Silah sesiyle aynı anda dengesini kaybeden adam kayarcasına asansör zeminine düştü. Kadın elindeki tabancaya baktı. Sonra onu, sanki eli ateşe değmiş gibi yere attı. O anda asansör hareket etti.
Giriş katında, elinde paketlerle orta yaşlı bir kadın ve paketlerin taşınması için yardımına gelen kapıcı asansörün inişini bekliyorlar. Asansörün kapısı açıldığında kadın, kucağında elbisesi, sütyeni, külotu ve omuzunda çantasıyla dışarı fırlayarak merdivene doğru koşmaya başladı. Basamakları sürünürcesine çıkarken kısık sesle hıçkırarak. İkinci kata yaklaşırken külotunu ve sutyenini düşürdü. Farkına varmadı. Dördüncü kata geldiğinde durdu ve çantasından çıkardığı kâğıda baktı. Sonra telaşla kapı numaralarına bakındı. Aradığı kapıyı bulduğunda elini olanca gücüyle zile bastırdı ve kapı açılana kadar çekmedi.
Kapıyı açan orta yaşlı ve gözlüklü kadın, gözyaşından ıslanmış yüzünü eliyle kurulamaya çalışan çıplak kadına hayretle baktı.
– Girmeme izin verir misiniz? Doktorla üçte randevum vardı. Asansör bozulduğu için biraz geciktim. Özür dilerim!
Sekreter geri çekilerek kadına yol verdi. Bir yandan onu süzerek, oldukça mesafeli.
– Doktoru bu kıyafetle mi görmek istiyorsunuz?
Kadın o anda çıplaklığını fark etti. Elbisesinin arasında külotunu ve sutyenini aradı. Bulamayınca önce çantasına baktı, sonra da eğilip karnının alt tarafına. Elbisesini aceleyle başından aşağı geçirip üzerine yerleştirirken kendi kendine söylendi:
– Kaçarken düşürmüş olmalıyım!
Sonra sekretere dönüp açıkladı:
– Sutyenimi ve külotumu kastettim.
Sekreter, kadınla baş başa olmaktan tedirgin.
– Geldiğinizi doktora haber vereyim. Biraz bekler misiniz?
Kadın başını salladı. Sonra duvardaki aynada saçını düzeltti, çantasından çıkardığı kâğıt mendille yüzünü tekrar kuruladı. Oldukça sakinleşmiş. Sekreter az sonra döndü.
– Doktor sizi bekliyor.
Kadın, sekreterin yüzüne bakmadan hızlı adımlarla odaya girdi. Elli yaşlarında, sıradan görünümlü doktor ona dikkatle baktı. Odada karşılıklı yerleştirilmiş iki geniş koltuk, geride maun bir yazı masası, yüzyılın ilk yarısından kalma cam kapaklı eski bir kitaplık ve duvarlarda iyi seçilmiş üç tablo. Soyut. Kendisine gösterilen koltuğa yerleşen kadın, kendisinin ardından karşısındaki koltuğa oturan doktorun soru sormasını beklemeden konuşmaya başladı. Sıradan bir olayı anlatır gibi.
– Az önce birini öldürdüm. Buraya gelirken, asansörde!
Doktor hayretini gizlemeye çalışarak sordu:
– Bu nasıl oldu? Yani onu neden öldürdünüz?
– Bana saldırdı! Cinsel saldırı demek istiyorum.
– Yani öldürdüğünüz kişi erkekti.
– Görünüşü öyleydi!
– Bu nerede oldu dediniz?
– Bu binanın asansöründe! Üçüncü kata geldiğimizde asansör bozuldu. Ondan ve benden başka kimse yoktu.
– Saldırmadan önce sizinle konuştu mu?
– Kaçıncı kata çıkacağımı sordu, cevap vermedim. Sonra üzerime saldırıp beni soymaya çalıştı.
Doktor düşünceli bir yüzle sordu:
– Buna neden gerek duyduğunu anlayamadım. Yani amacı ırza geçme idiyse. Yalnızca eteğinizi kaldırması yeterli olabilirdi.
Kadın ona kuşkuyla baktı.
– Anlattıklarıma inanmıyor gibisiniz.
– Olayı anlamaya çalışıyorum. Irza geçme olaylarında saldırgan genellikle kurbanını soymaya çalışmaz. Yani... külotu dışında.
– Anlattıklarımı kaçık bir kadının hayal ürünü olarak mı dinliyorsunuz?
Doktor ciddi bir yüzle başını iki yana salladı.
– Hayır, size inandım. Polise telefon etmemi ister misiniz?
– Bu sizin göreviniz değil. Ben hallederim!
– Yani polise bildirecek misiniz?
– Siz kimden yanasınız doktor? Size başvuran suçluları polise ihbar eder misiniz?
– Hayır! Yani ilke olarak. Ama olay bu binada ve siz bana gelmek üzereyken olduğu için tanık sayılırım. Sekreterim de öyle. Polis çıplak bir kadının buraya gelip gelmediğini sorarsa doğruyu söylemek zorundayız. Ama bana anlattıklarınız bende kalır.
– Buraya çıplak geldiğimi nereden biliyorsunuz?
Sonra dışarıyı işaret etti.
– Anladım! O söyledi.
– Adınızı sorabilir miyim?
– Maria... Maria Magdalena!
Doktor bir an bocaladı.
– Randevu defterinde böyle bir isimle karşılaştığımı hatırlamıyorum.
Kadın, doktora doğru eğilerek bir sır verircesine fısıldadı:
– Asıl adım Azize!
– Anlıyorum!
Kısa bir sessizliğin ardından doktor yumuşak bir sesle sordu:
– Sizi buraya girerken gören oldu mu?
– Asansörden fırladığımda bir kadın ve bir erkek gördüğümü hatırlıyorum. Adam binanın kapıcısıydı sanırım. Sonra merdiveni koşarak çıkıp buraya geldim. Girerken beni kimse görmedi. Bundan eminim.
– Ama bina içinde olduğunuz biliniyor.
Azize'nin yüzü gölgelendi, sonra ayağa kalktı.
– Bunu düşünmemiştim. Gitmeliyim! Binada yangın merdiveni var mı?
– Evet! Ama oradan inmeye kalkarsanız yandaki binadan sizi görebilirler.
Kadın bir süre doktora baktı, sonra birden yerinden kalktı. Hızla odadan çıkarken arkasına bakmadan seslendi:
– Sizi arayacağım!
Sekreterin odasından geçerken ona ters bir bakış gönderdi ve kapıdan çıkmadan önce koridora göz attı. Kimse olmadığından emin olunca ayakkabılarını eline alıp merdivene yöneldi, parmaklarının ucuna basarak aşağıya inmeye başladı. Üçüncü kata yaklaşırken, kapı zillerini çalarak kendisini aramakta olan polislerin konuşmalarını duyunca döndü ve tekrar yukarı çıkmaya başladı. Dokuz katlı binanın damına açılan kapının önüne geldiğinde bu kez de dışarıdan gelen sesler duyar gibi oldu. Kenara çekilip dışarıyı görmeye çalıştı. Bir adam damın kenarında durmuş elindeki telsize konuşuyor. Sırtı dönük. Saklanacak bir yer bulmak için çevresine bakındığında, basamakların sona erdiği yerde acemice maviye boyanmış alçak kapıyı fark etti. Kapıyı yavaşça ittiğinde, içeride hurda eşyaların ve temizlik malzemelerinin bulunduğunu gördü. Usulca içeriye süzülüp kapıyı kapattı.
İki sivil polis altıncı kata tırmanırlarken saçı dökük olanı diğerine sordu:
– Sence o doktor bize herşeyi söyledi mi?
– Bilmiyorum! Kadının polise haber verilmesini istememesi tuhaf. Doktorun odasında kalıp bizi bekleyebilirdi.
– Yani asansördeki tabanca onun muydu?
– Olabilir! Sezgilerim asansördeki adamın doğruyu söylediği yönünde. Silahın üzerinde parmak izleri varsa durum değişir tabii! Onu bir yerden tanır gibiyim.
Sonra karşılarına gelen ilk kapının zilini çaldılar.