Zeynep Böncüoğlu Candır, “Romansa maceramız, hüzünlüdür ‘şark’ımız”, Picus Ocak 2005
Doğu ile Batı arasında bir köprüydük coğrafya derslerinde. Çeviri bir türe gönül verince;
Batı kadın, Doğu erkekse eleştirmenlerin gözünde, romanda da mı arada kaldık? Aynamız kör, hatta kırık, Şark’ımız kayıp...
Türküz biz. Çeviri bir türe gönül verdik, bizim de romanımız olsun istedik. “Roman”tik başladık biraz; sonra realist, modern, postmodern olmayı denedik. Kendi öykümüzü anlattı Türk romanı yıllarca. “Türk Romanı var mı, yok mu?” tartışmalarına inat, basılan kitapların kapağına, kitap adının altına “roman” diye yazdık. Kör Ayna, Kayıp Şark özellikle Türk romanıyla yakından ilgilenenlerin bir solukta okuyacağı bir kitap.
Kör Ayna, Kayıp Şark’ta Nurdan Gürbilek pek çok soruya yanıt arıyor. Okur olarak daha giriş yazısında, yazarın kendi kendine sorduğu soruları benimsiyor, kitapta yanıtlarını aramak üzere zihnimize yerleştiriyoruz: Roman okuyan, okuduklarından fazlasıyla etkilenen, yabancı telkine fazlasıyla açık, kapılmaya yatkın, hassas ve hercai “kadın okur” neden temel bir figüre dönüşmüştü ilk romanlarda?.. Züppe neden hep kadınsı bir figür, bir kadın-adam olarak anlatılmıştı? Aynı anda hem modernlik işareti hem de tehlikeli bir kılavuz olarak görülen romanın kadınsılaşmayla ilişkilendirilmesi neden?... Daha önemlisi, bütün bunlar yazarın etkilenme endişesi hakkında ne söylüyor bize?.. Kendisi de roman yazan, o halde yabancı etkilere açık olan yazarın iç dünyasında nasıl bir çatışmaya yol açmış olmalıdır bu?
Zihnimize yerleşen bu sorularla okumaya başlıyoruz, Gürbilek’in kitaptaki sekiz yazısından ilki “Erkek Yazar, Kadın Okur”u.. Gürbilek, Tanzimat romanında kadın okura ısrarla; okuduklarından aşırı etkilenen, okuduklarını yaşamaya kalkan bir kimlik verildiğini vurguluyor. Bu, yabancıdan etkilenme probleminin daha çok okuyan kadın üzerinden konuşulmuş olmasının altını çiziyor. Pek çok örnekle bu fikri destekleyen Gürbilek, Ahmet Mithat, Nabizade Nazım, Hüseyin Rahmi, Samipaşazade Sezai’nin eserlerindeki kadınlardan örneklerle Emma Bovary arasında bağlantılar kuruyor.
Tanzimat romanlarındaki kadın okurların Monte Kristo’ya, Paul ve Virginie’ye gerçekmiş gibi kapılmalarının yazarlar tarafından eleştirildiğine dikkat çekiyor Gürbilek ve bu noktada aklımıza bir soru daha takılıyor: Ahmet Mithat değil miydi Dürdane Hanım adlı eserinde, hayat hakkında tecrübe sahibi olabilmek için roman okumak gerektiğini vurgulayan? Yani yazar değil mi gerçekle kurmacayı eş göstermeye çalışan, kendisi de eş gören? İşte Gürbilek’in vurguladığı tam olarak bu. Diyor ki: Nasıl rüyanın içeriği, rüyada görülenden çok, rüyayı gören hakkında bilgi verirse, romanlarda yutarcasına roman okuyan, okuduğu romanlardaki kahramanlara özenen, bu kapılma yüzünden gerçekle bağını yitirmiş kadının bu kadar çok karşımıza çıkıyor olması da gerçek kadınlardan çok, yazarın kendisi hakkında, bazen örtük bazen de apaçık bir biçimde kadın okur etrafında kümelediği bir dizi endişe hakkında fikir verir. Yani, yazarlar Batı modeline duydukları hayranlıkla kendi kültürlerini kaybetme endişesini aynı anda yaşarken bu travmatik endişe, Gürbilek’in ifadesiyle cinsiyet ayrımı sayesinde yazarın uzağına, etkilenmeye fazlasıyla açık, kudretsiz bir cinsin alanına taşınıyor.
“Erkek Yazar, Kadın Okur” altı bölümden oluşan bir fikir yazısı. İlk beş bölümü okurken paragrafların yanına kocaman harflerle “PEKİ YA BİHRUZ?” yazan, benim gibi sabırsız okurlara yanıt altıncı bölümde geliyor. Çünkü altıncı bölümde Türk romanında okuduklarından etkilenen erkekler inceleniyor. Araba Sevdası’nın Bihruz’u, Mai ve Siyah’ın Ahmet Cemil’i, Kiralık Konak’ın Hakkı Celis’i, Huzur’un Mümtaz’ı, Tutunamayanlar’ın Selim’i... Ahmet Mithat’ın, Recaizade Ekrem’in, Hüseyin Rahmi’nin züppelerinin “efemine” züppe olduklarını söyleyen Gürbilek; Ahmet Cemil, Mümtaz ve Selim’in yaratıcılarının; endişelerine rağmen değil, endişeleri sayesinde, endişe malzemesiyle yazdıkları için başarılı olduklarını düşünüyor.
Yazarların kadına yükledikleri etkilenme probleminin aslında kendi endişeleri olduğu sonucuna ulaşılınca buradan bir kadınsılaşma endişesinin doğduğunu görüyoruz. Bir sonraki yazı da bu adı taşıyor. “Kadınsılaşma Endişesi” adlı yazısında Gürbilek, Tanzimat romanının asıl endişesi olan “etkilenen erkek”ten söz ediyor ve yazarın “Züppe olan ben değilim, züppe öteki” endişesiyle sorunu kendinden uzağa itişine değiniyor.
“Doğu’nun Cinsiyeti” adlı yazısında ise Gürbilek’in cevap aradığı soru şu: “Doğu nasıl oldu da bir ruh diyarına, mistik bir anayurda, ‘imkanların imkanını saklayan’ doğurgan anaya dönüştü? Erilliğin simgesi olarak kabul edilmiş Doğu’nun dişilik kazanmaya başlamasının, o geçişin konu edildiği bu yazıda Jale Parla’ya, Cemil Meriç’e, Peyami Safa’ya, Tanpınar’a göndermeler var. “Kurumuş Pınar”, “Kör Ayna, Kayıp Şark”ta ise Tanpınar üzerinde yoğunlaşan Gürbilek, burada ve “Müebbet Çocukluk” adlı yazılarında bir türlü çocukluktan kurtulamamış, yetişkin olamamış “kadın-adam”ların ayna bağımlılığına değiniyor, Halit Ziya ve Tanpınar’daki ayna bağımlılığı üzerinde duruyor. Zihnimizdeki sorulara bir diğerini ekliyoruz: “Tanpınar’ın kahramanları neden aynanın karşısında, suyun başında beklemeye mecbur?” Okuyoruz, düşünüyoruz ve yorum yapıyoruz.
“Çocuk Ülke Edebiyatı” adlı yazıdan en çok akılda kalan, bu yazıyı bence en iyi anlatan şu satırlara bakalım: “Türkiyeli okur Cervantes, Shakespeare ya da Dostoyevski’yi İspanya, İngiltere ya da Rusya’yı anlamak için değil evrensel bir ruhun serüvenlerini, o ruhun parçası olabildiği ölçüde de kendini anlayabilmek için okuyacak, Batılı okursa Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay ya da Yaşar Kemal’i kendilerinden farklı bir kültürü anlamak, günümüzün terimleriyle söylersek “dünya mutfağı”nın farklı tatlarını keşfetmek için okuyacaktır.” Bu yazıda çocuk durumuna düşürülmüş ve ihmal edilmiş kültürlerden bahsediyor Gürbilek.
“Anlatabilmeliydim”de Vüsat O. Bener ve Oğuz Atay’ı; “Çiftkalpli Yapıt”ta ise Leyla Erbil’i buluyoruz. Türk romanının hangi dönemiyle ilgileniyorsak onunla ilgili yorumlar bulabiliyoruz bu kitapta. Berna Moran’dan Jale Parla’ya, Cemil Meriç’ten Peyami Safa’ya, Tanpınar’a, Roland Barthes’tan Freud’a kadar pek çok kişiye gönderme yapan Kör Ayna, Kayıp Şark yer yer yarım sayfayı bulan açıklayıcı dipnotlarla zenginleştirilmiş.
Gürbilek, modern edebiyatın aynasının neden “kör”, Şark’ının neden “kayıp” olduğunu keşfetmeye çağırıyor bizleri. Düşünürsek... Evet, endişe ettik, ne Doğulu kalabildik ne Batılı olabildik. Doğu ile Batı arasında bir köprüydük coğrafya derslerinde. Çeviri bir türe gönül verince; Batı kadın, Doğu erkekse eleştirmenlerin gözünde; romanda da mı arada kaldık? Aynamız kör, hatta kırık, Şark’ımız kayıp... Bir “çocuk ülke” saflığında yaşıyoruz belki de.