Kemal Varol, “Endişeli kitaplar arasında”, Radikal Kitap, 12 Kasım 2004
Nurdan Gürbilek okurlarının yakından bileceği bir duygudur 'anlatma endişesi'. Çünkü Gürbilek yazıları, okurunu da 'anlatmaya' kışkırtan, kışkırtırken kendi metninin etki alanıyla okurunu tedirgin eden; yetmedi, okurunu daha önceki okumalarından ötürü endişelendiren, inceleme nesnesi yapıtları yeniden okuma ihtiyacı doğuran, okura önceki okumalarının tekinsizliğini hatırlatan; bütün bunları benzersiz bir üslup ve bence en önemlisi de eleştiri nesnesinden kopmadan, yapıtın kendi dinamiklerinden uzaklaşmadan anlatan bir yapıya sahiptir. Okurun tam da "ama..." diye söze başlayacağı anda, kendi imkânsızlığını da, (hadi endişesi diyelim) seslendiren, kendi metnine sorular soran, mesafeli duran tavrı, kanımca sadece üslubuyla 'değil', Gürbilek'in bütün yazılarında belirgin olan özgün tekniğiyle değil, türün kendisinden kaynaklanan 'samimiyetle' de değil, yazıların içinde barındırdığı endişe, bu endişenin yol açtığı huzursuzluk ve tam da bu yüzden ortaya çıkan benzersiz ve 'endişeli' bir kitap olmasıyla ilgilidir.
Gürbilek'in yeni kitabı Kör Ayna, Kayıp Şark bu sorunu, edebiyata yön veren 'anlatma endişesi'ni konu ediniyor. Kendisinin de belirttiği üzere, "bugüne kadar daha çok 'Batılılaşma', 'ulusal kültür', 'kültürel kimlik' gibi kavramlar etrafında tartışılagelen sorunların yazar için nasıl olup da içsel bir çatışmaya dönüştüğünü (...) birçok yazarı yakından ilgilendiren etkilenme endişesine, gecikmişlik telaşına, kadınsılaşma korkusuna, çocukluğa çakılıp kalma sıkıntısına, bir türlü tam anlatamıyor olmanın doğurduğu huzursuzluğa" yakından bakmayı deniyor. Bazı kitapların neden diğerlerinden daha iyi olduğunu sorarak başlıyor Gürbilek. Neden Araba Sevdası, Şıpsevdi'den daha ilginç? Neden Aşk-ı Memnu Jön Türk'ten, Mai ve Siyah Sodom ve Gomore'den, Huzur, Fatih-Harbiye'den veya Bir Tereddüdün Romanı'ndan daha iyi? Gürbilek, bu farkı doğuran asıl nedenin bir tür 'farkındalık' olduğunun üzerinde duruyor yeni kitabında. Örneğin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Halid Ziya, Oğuz Atay, Vüs'at O. Bener ve Leyla Erbil'i diğer yazarlardan farklı kılan vurgunun, bu yazarların yukarıda sıralanan ve çoğu zaman ulusal-kültürel endişelerle iç içe geçmiş sıkıntının, bu durumun yarattığı içsel endişenin farkında olmalarıyla, hatta bu endişeleri romanlarının bütününe yaymış olmalarıyla açıklıyor.
Farkında olduğun kadar yazmak
Etkilenme endişesi, gecikmişlik telaşı, kadınsılaşma korkusu, çocukluğa çakılıp kalma sıkıntısı, bir türlü tam anlatamıyor olmanın doğurduğu huzursuzluk, örneğin Peyami Safa, Ahmet Mithat veya Yakup Kadri'de daha çok kimi roman kahramanlarının üzerinden anlatılan, o roman kahramanlarına atfedilen durumlarken, Gürbilek'in yukarıda adını andığı birinci kısım yazarlarda bu durum neredeyse bir 'farkındalık eşiği'ne dönüşür. René Girard'ın Romantik Yalan ve Romansal Hakikat kitabında kavramsallaştırdığı şekliyle söylersek Şıpsevdi'ye, Jön Türk'e, Sodom ve Gomore'ye ya da Fatih-Harbiye'ye 'romantik bir yalan' eşlik etmektedir. Örneğin, Tanzimat romanlarında çoğu kadın roman kahramanının neden hep roman okuru olarak tasvir edildiğini, züppe tiplerin neden ısrarla kadın-adam veya 'dandini bey' olarak gösterildiğini, anlatma endişesinin neden bir yansıtma olarak bu romanlarda yer bulduğu sorunuyla, aynanın neden 'kör' olduğuyla ilgileniyor Gürbilek. Yazarın ısrarla kendinden uzaklaştırdığı, kendi sıkıntısı olarak paylaşmadığı, örttüğü, kimi zaman bir ibret hikâyesi ya da komik bir figüre dönüştürdüğü bu tiplerin izini, sakladığı gizi çözmeye çalışıyor Nurdan Gürbilek.
Gürbilek'e göre, örneğin Huzur'u, Aşk-ı Memnu'yu, Tutunamayanlar'ı ya da Cüce'yi önemli kılan tam da bu durumdur: Kahramanın yazgısının, endişesinin aynı zamanda kendi yazgı ve endişesi olduğunun farkındadır yazar. Kendi imkânsızlığının, gecikmişliğinin, endişesinin farkında olan ve yazınsal gücünü güçsüz olduğunu bilmesinden, gecikmişliğinin farkında olmasından alan yazar... Tekrar René Girard'ın kavramlarıyla söylersek 'romansal adalet'tir bu. Yazarın, sadece roman kahramanlarına değil kendine de işlettiği, işlettiği ölçüde de ortaya ikinci türden kitapların çıkmasına sebebiyet veren bir 'romansal adalet'. Kitabını tam da bu çerçeve üzerinden kuruyor Nurdan Gürbilek.
Bunu yaparken, yazarın iç dünyasını ulusal-kültürel problemlerle açıklamak yerine, bu 'anlatma endişesi'nin anlatma çabasını nasıl etkilediğini, bu durumun örneğin Tanzimat ya da Cumhuriyet dönemi romanlarında nasıl tezahür ettiğini, romanlarda kimi tema, figür ve imgelerin nasıl olup da bir arketip ısrarlılığıyla karşımıza çıktığını soruyor.
Öteki kitaplarından bir farkla. Örneğin Kör Ayna, Kayıp Şark'ın en uzun yazısı olan “Kurumuş Pınar, Kör Ayna, Kayıp Şark”ta zaman zaman psikanalizin argümanlarından yararlanarak ama en nihayetinde yapıtın içinden konuşmak kaydıyla, yapıta kuramsal bir çerçeve sunmak yerine yapıta içkin olan sıkıntıyı, çerçeveyi ortaya çıkararak enfes bir Tanpınar incelemesine yer veriyor Gürbilek. Fark, bu yazıda psikanalizin öteki Gürbilek metinlerinden daha fazla yer bulması ve son yıllarda kimi edebiyat yapıtlarına dair sıkça örneklerini okuduğumuz kuramsal çalışmaların düştüğü handikapların nasıl aşılabileceğine örnek teşkil etmesi. "Yorumcularını daha çok milliyetçi-muhafazakâr çevrelerde bulan Tanpınar'daki tamlık takıntısına ama tam da bu takıntı yüzünden yapıtlarının yarım kalmış gibi durmasına yol açan huzursuzluğa" ve Tanpınar'daki 'kayıp estetik'e değiniyor bu yazısında Nurdan Gürbilek. Devamında ise Vüs'at O. Bener'de, bir türlü anlatılamayanı, tam anlatacakken vazgeçmenin, anlatmanın 'imkânsızlığı', bütün bu algının yol açtığı çatışmayı çözümlüyor.
Nurdan Gürbilek'in, modern Türk romanının önemli isimlerimden Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Bilge Karasu, Vüs'at O. Bener ve Latife Tekin'in yapıtlarına özel bir ilgisi olduğu biliniyor. Gürbilek, Kör Ayna, Kayıp Şark'ta, daha önceki yapıtlarında sadece kimi değinmelerle sınırlı tuttuğu Leyla Erbil'i de inceleme alanına alıyor. Cüce romanı bağlamında, tüm yapıtlarına yayılan bölünmüşlüğün (çiftkalplilik) kendi olma isteğinin, öteki yapıtlarının içerdiği temel açmazları da yeniden değerlendirdiği son romanında yazarlığının kendisini de sorunsallaştırmayı göze alan Leyla Erbil'i “Çiftkalpli Yapıt” yazısıyla inceleyen Gürbilek'in bir diğer önemli yazısı da “Çocuk Ülke Edebiyatı” başlığını taşıyor. Fredric Jameson'ın ünlü “Çokuluslu Kapitalizm Çağında Üçüncü Dünya Edebiyatı” adlı yazısından hareketle, Kötü Çocuk Türk kitabında da değindiği, Türk edebiyatının 'başkalığını' göstermeye adanmış kuramsal çabanın içerdiği tuzaklara işaret ederek, modern Türk edebiyatına yön veren basınçları açıklamaya çalışıyor.
Nurdan Gürbilek'in Kör Ayna, Kayıp Şark adlı kitabı, hadi bir tanıtma yazarının klişelere düşme endişesiyle söyleyelim, okurun da yabancısı olmadığı 'anlatma endişesi'nin, bu anlatma endişesinin anlatma çabasını nasıl etkilediğine değinen, anlatılmayı hak eden bir kitap!