| ISBN13 978-975-342-266-6 | 13x19,5 cm, 192 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Sırma Köksal, “Tanrıyla yüzleşen edebiyat”, Radikal Kitap , 8 Ekim 2004 Karamazov Kardeşler'de, Alyoşa'nın çok sevdiği Zosima Dede, Dimitri Karamazov ile babası arasında süren ve sonu felaketle gelecek olan çekişmenin barışla çözülmesine yardımcı olmak ister ve konuyla ilişkisi olanları küçük odasında ağırlar. Burada yapılan konuşmalar sırasında kafası kuşkularla dolu olan idealist İvan Karamazov'u eskiden tanıdığı bir doktora benzettiğini söyler ve anlatır. "Yaşını başını almış, zeki olduğundan kimsenin kuşku edemeyeceği bir adamdı. Sizin gibi o da içten konuşuyordu ya, şaka eder, ama acı acı şaka eder gibi bir tavrı vardı. 'İnsanları seviyorum ama kendi kendime şaşıyorum da, diyordu: İnsanlığa olan sevgim arttığı ölçüde kişilere olan sevgim azalıyor. İnsanlığa hizmet yolunda büyük işler başarmayı düşlüyorum sık sık, gerçekten de insanların mutluluğu uğruna çarmıha gerilmeye bile giderim belki, ama öte yandan bir insanla aynı odada iki gün yalnız kalmaya dayanamam, bunu deneyimlerimden biliyorum. Bana yakın olunca kişiliği onurumu eziyor, özgürlüğümü kısıtlıyor... Gelgelelim, kişilerden nefret ettiğim ölçüde insanlığa olan sevgim artıyor." Bu küçük alıntı insan davranışına ilişkin çok önemli bir ipucunu ele verir. İçimizde insanlığın bir hamlede kopartılabilecek tek kafası olmadığına esef eden 'Caligula'lardan çok, içi sevgi dolu despotlar barındırırız. İnsanlar için çarmıha gerilmeye, ölüme gitmeye hazır hissederiz çoğu zaman kendimizi ama, sözgelimi yukarıdaki alıntıdaki doktor gibi, birinin yemeğini yavaş yemesine ya da nezle olmasına tahammülümüz yoktur. Özellikle insanlar, insanlar için kurduğumuz düşlerin en önde gelen engelidir. Hiçbir zaman tam istediğimiz gibi olmamaları bir yana, mutsuz olmaları, acı çekiyor olmaları da sinirimizi bozar. Zosima Dede tarafından bu doktora benzetilen İvan Karamazov da romanın ilerki bölümlerinden birinde Alyoşa'ya insanlar ve hayat hakkındaki düşündüklerini anlatırken, insanların çektiği acıları sıralar uzun uzun. Özellikle de çocuklara uygulanan vahşetin haberlerini toplamaktadır İvan. Romanın özellikle bu bölümü insanlardan nefret etmek için yeteri kadar malzeme taşır. Ama aynı oranda insanları sevdirecek malzeme de taşır. Acı verene öfke duyar, acı çekene yardım etmek, onun intikamını almak, en azından acısını telafi etmek isteriz. Ama yalnızca acı çektirdiği için değil, çektiği acıyla sırtımıza yüklediği yük nedeniyle de düşman kesiliriz insana. Onu yüceltirken soyutlar, gerçeklerle yüzleştiğimizde somuta indirgeriz. Somut gerçekler, ideallerimize uymayanlar onurumuzu ezer, özgürlüğümüzü kısıtlar. İnsanlığı sevdikçe insanlardan nefret etmek böyle bir duygudur. Bir yanıyla soyludur da: Yardım etmek, kurtarmak ister. İşte böyle zamanlarda, Cioran'ın karanlık kehaneti gerçekleşir: "Her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında, dünyadaki kötülük biraz daha artar." Yine aynı kitaba, 'Çürümenin Kitabı'na Cioran şöyle başlar: "Aslında her fikir yansızdır, ya da öyle olmalıdır; ama insan onu canlandırır, alevlerini ve cinnetlerini yansıtır ona; saflığını yitirmiş. İnanca dönüştürülmüş fikir, zaman içindeki yerini alır, bir olay çehresine bürünür: Mantıktan sara hastalığına geçiş tamamlanmış olur... İdeolojiler, doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar." Tedirgin ruhlar Aslında kötülük artmaz, yinelenir, her uyanan peygamber bir diğerini uyandırır. Kendini çarmıha gerilmeye hazır hisseden insan, çarmıha germe hakkını da görür kendinde ama çarmıhı o yaratmamıştır, çarmıhı bir kez daha kurmuştur. Cioran, en büyük katillerin kafası kesilmemiş mazlumlardan çıktığını söyler ama belki de kafası kesilmiş mazlumlar adına hareket eden ya da ettiğini ileri sürenlerdir en büyük katiller, kesilen kafaları çoğaltmaktan başka işe de yaramazlar. Ta ki, ideallerindeki tek kafa sonsuzlukta ışıl ışıl parlayana dek! İşte o kafanın uğruna, yani insanlık denen o soyut kavram adına kurban edilir insanlar. Mazlumların öcü alınır, öç alanlar cezalandırılır, daha aydınlık bir dünya yaratılmak için elbirliğiyle çalışılır... İnsanlık kurtarılmaya çalışıldıkça insanlar ölür. 'Karamazov Kardeşler'in sonunda İvan bir peygambere dönüşmez, kuşkularıyla başedemez ve sonunda hastalanır. Evet, hayat acı verir, insan insanları hem bir yük gibi sırtında hem de bir özlem gibi içinde taşır. Kuşkular ve tereddütler yorar, incitir, hatta hasta eder. Ama büyük katliamlar böyle insanların eseri değildir. Katliamlar, kendi doğrusuna inananların işidir; her ne pahasına olursa olsun, içindeki acı çeken isyankarla yüzleşmeyi sürdürenlerin değil, peygamberini uyandıranların. Dostoyevski de, Cioran da tanrıyla yüzleşmeye çalışırlar. Dostoyevski onu sevmeyi, Cioran reddetmeyi dener. Dostoyevski mistisizmle beslenen bir insan sevgisinde, Cioran ise kayıtsızlıkta huzuru ararlar. Ama her ikisi de insanın kaderi karşısında duydukları acıyı koyarlar önümüze, bizi de yüzleşmeye çağırırlar. Farklı biçimlerde birer tedirgindir ikisi de, sonsuza dek de tedirgin kalırlar. Onun için de insana iyi gelirler. Tedirgin kalmak sanıldığı kadar berbat bir şey değildir, en azından cinayetten acı duymak, cinayete bulaşmaktan daha iyidir. |