| | Bejan Matur: "Bakışım mecburen politik" Merve Erol, Radikal Cumartesi Eki, 22 Mart 2008 Son dönemlerin sesi parlayan şairi Bejan Matur, bir süredir sıcak politik gündeme dair yazdığı yazılarıyla başka ufuklar ve tartışmalar açıyor. Yeni şiir kitabını ve memleket ahvalini konuştuk. Şiirinizde gündelik siyasete dair hiçbir şey yok, şiir anlayışınızda da bunların yeri yok. Sizi siyaset, kültür, toplum üzerine yazı yazmaya iten ne oldu? Şiirimi bir kavim duygusuyla yazıyorum ben. Gerisinde bir kavmin olduğu, o kavmin yer yer kadınlarının erkeklerinin anlatıldığı da bir şiir. Bu anlamda bir anlatı da sayılır. Bu sözünü ettiğim yerin acıları, kan, kardeşlik, başından itibaren imgelerle gösteriyordu kendini. Bu bir tercihti. Acının sahiciliğini, vakarla taşınabileceğini bir tragedya duygusuyla anlatmaya çalışıyordum. Bu kitapta da yine aynı tavır var. Ama bir de hayat yaşıyoruz ve o hayatın can yakan yanı var. Böyle bir kimlikle doğunca, o kimliğe bir borcunuz oluyor. Kimliği mesele edinmemek gibi bir lüksünüz olamaz: Kürt, Alevi... Maraşlı olmak var sonra. PKK, 1990'larda Maraş'ta çok ciddi bir büyüme gösterdiğinde, benim ailemden insanlar, çocukluk arkadaşlarım da etkilendi bundan. Ölümler, kayıplar yaşadık. Norveç'te de yaşamıyoruz, bütün kahvehane köşelerinde 'Ne olacak memleketin hali' diye konuşulan bir ülke burası. Benim dünyaya bakışım da başından itibaren mecburen politik olduğundan, şiirde anlatılan o dünyanın bugününe bakma gereği duydum. Kamplara bölünmüş haldeyiz, herkes kendi ideolojisini karşı tarafa olabilecek bütün klişeleriyle dayatmaya çalışıyor ve karşıdan da benzer bir dil, benzer bir tavır görüyor. Siyasetin diplere ittiği insanı bulup çıkarmak, o insanın meselelerine bakmak gerekiyor. Kimliğe insandan bakmak belki de bu. Şiirime bakışımdan pek farklı değil. Beni harekete geçiren şey, olabildiğince ontolojik olana, derin bilinçaltına bakmak, oradan insana ait bir tanım, bir çözüm üretmeye çalışmak oldu hep. Kürt sorunu üzerine, Alevilik üzerine yazılar yazmaya da böyle bir düşünceyle karar verdim. Türkiye'nin en önemli sorunu, Kürt sorunu. Üstelik, kan girmiş Kürtlerle Türklerin arasına. Bir yandan da, epey eleştiri topluyorsunuz galiba, siyasi konularda söz aldığınız için... 'Şairsin, şiirini yaz' diyenler oluyor ama insanlar birbirlerini öldürürken bunu görmezden gelmek bana pek insani gelmiyor. Zaman gazetesinde yazmanız da sizi bir eleştiri hedefi haline getirebilir. Niye bu mecrayı seçtiniz? 'Neden Zaman?' başlı başına bir yorgunluk sebebi. Her durumda kendini birilerine kanıtlamak zorunda kalıyorsun. Yazmamın kimse için sorun oluşturmayacağı yerlerde de yazabilirdim. Ama o zaman birbirimize konuşuyor olacaktık. Kürtlerin ve Alevilerin siyaset arayışına şerh koyan sağ muhafazakâr kesimin bu meseleye bakışını biraz olsun dönüştürmek daha önemli göründü. Çünkü Kürt sorunu da, Alevilik sorunu da ancak buralardan gelecek direnç kırıldığında anlamlı çözümlere kavuşur. Zaman, zihnimizde ister istemez AKP'yle özdeş. Pek çok liberalin AKP'yi desteklemesine sebep olan bir demokratik açılım umudunun yanında, AKP'nin sazı eline aldığında nasıl bir otoriter tona büründüğünü de görüyoruz. Kapatılma talebine sinirlenen AKP, DTP için parmağını dahi oynatmıyor...İktidarı ele geçiren kim olursa olsun, onu daha bir hırsla, daha hoyrat, bir tür açgözlülükle yaşatıyor karşısındakine. İnsanların birbirlerine karşı hayat alanlarını savunabileceği demokratik mekanizmalar yok. Sigorta gibi görünen tek şey, bu kesimlerin ısrarla kendi çekirdeklerini, davalarını savunmaları. Türkiye batmıyorsa bu yüzden batmıyor. Parti kapatmanın bir demokrasi ayıbı olduğunu söylemeye gerek yok. Ama herkes kendine demokrat bu ülkede. Bir başka partinin kapatılmasına karşı mücadele etmiyorsan, senin başına aynı şey geldiğinde söyleyecek çok şey bulamıyorsun. Ne demek parti kapatmak? Demokratik yollardan mücadeleni ver. Bir müsamere mantığı var Türkiye'de. Siyaset tarihimiz, parti kapatmanın bazı şeyleri daha da yerleştirip, güçlendireceğini gösterdi. 'Bastırılmışın geri dönüşü' yasası işliyor siyasette de. İnşaatlarımızı nasıl yapıyorsak, demokrasimiz de öyle, malzemeden çalıyoruz sürekli. Sizin dinle aranız nasıl? Ben dini bilmem, tasavvufu da bilmem. 'Tasavvuf yalındır, dinin dışından konuşur' diyenler yanılırlar. Son derece karmaşıktır ve dinin içinden konuşur. Aslında ben mistik de değilim. Ama varlıkla, dolayısıyla kutsalla bir meselem var. Bir yanıyla felsefenin ilgilendiği türden bir ilgi bu, bir yanıyla da şiddetli bir maneviyat ve kutsallık arayışı içeriyor. Kalbî bilgiye inanırım ben, insanın evren karşısındaki varlığının insanın tekliği üzerinden anlaşılması gerektiğini savunurum. Hakikat arayışının aracının, akıl ya da bilgi değil vicdan olduğuna inanıyorum. Bu bizi varlığa da götürür, kutsala da. Varlıkla kurduğunuz ilişki, şiirle kurduğunuz bu ilişkiye benziyor. Tam da bu yüzden güçlü bir modernist çizgiye oturuyor şiiriniz... İnsanı kendisini çevreleyen kurgulardan arıtıp, insanla kainatı, varlığı karşı karşıya getiren, oradaki ilişkide anlam arayan bir şiir benimki. Çok yalın, aracısız bir şiir. İnsanlık tarihinde beni hep ilk hikâyeler, başlangıçta ne olduğu ilgilendirdi. İnsan çocuklukta oluşur, orada bir anlam ararız, insana, tarihe de öyle bakmak gerekir, Âdem'in yalnızlığı, İbrahim'in arayışı bu düşüncelerden doğdu. Adına din dediğimiz örgütlü yapıların gerçeği anlamamızda bazı engeller oluşturduğunu düşünüyorum. İşlevselliğine inansam da, sosyolojinin alanında serpilen din insanın Tanrı'yla ilişkisinde bazı perdeler üretiyor. Bazı kalıpların dışından mutlak olana bakmak, onu aramak daha anlamlı görünüyor bana. Çünkü mutlak olan daha temel, daha derinde bir şey. Buna ancak derin edebiyattan, felsefeden, anlamlı bir varlık sorusundan ve elbette kalple varabiliriz. İbrahim'in Beni Terketmesi'nde dini referanslar da çok ama... Miraç, kandil, hac, İbrahim, Âdem... Ama dinde kullanıldıkları anlamın çok dışında. O ilksel yere, Âdem'in bahçesine taşınıp yeniden anlamlandırılıyorlar. Bir ilksel anlama kavuşuyorlar şiirde. Fazlasıyla kişisel, ontolojik bir yanı da var. Bu beşinci şiir kitabınız. İbrahim'in Beni Terketmesi nasıl çıktı ortaya? Bazı şeyler insanın başına gelir. Tasarlanamaz. Bu kitaptaki şiirler biraz öyle. Bir ses olarak hissediyordum birkaç senedir, cılız bir şekilde yokluyordu. Geçen sene Parma'daki ünlü vaftiz evinde aynı ses şiddetli bir şekilde geldi. Şair arkadaşlarım vardı yanımda, beni yalnız bıraktılar yazayım diye. Dışarı çıktığımda Ve Melekler Sağ Omuza Konar şiiri bitmişti. O günlerde felsefi dile daha yakın, poetik bir metinle uğraşıyordum. Ama İbrahim'in Beni Terketmesi öne geçti ve kendini yazdırdı. Bir göktaşı gibiydi. Beyrut'a gidecektim, biletimi son gece iptal edip Urfa'ya gitmeye karar verdim. Kazı alanlarını gezdim, hacı gibi tepelerde yürüdüm. O şiiri oralarda, Urfa'da, Diyarbakır'da yazdım. Kendimi oralarda iyi hissediyorum, özellikle Diyarbakır'da. Ortadoğu'nun en canlı şehri bence, büyük bir şiir var orada. Bir de Halep var tabii. Avukat olmasaydım arkeolog olurdum herhalde, hayalim oydu. Taşların toprağa gömülü varlığı, bize gelgeç olduğumuzu hatırlatan o mutlaklık ilgimi çekiyor... Eski kitaplarıma göre, daha sesli bir şiir İbrahim'in Beni Terketmesi. Öncekilerde anne karnında sorular soran, emin olmayan bir ses vardı. Bu kitapta sanki cevapları bulmuş, nereye baktığını bilen biri var. Benim büyüme şiirim. Okuyabileceğiniz diğer Bejan Matur söyleşileri ▪ "Mevlana'nın pergeli" | Derya Bengi, Roll, Şubat 2008 | ▪ "Şiir insan ruhunun kalesi" | Mehmet Sebatlı, Ayrıntı Edebiyat, Aralık 2002 | ▪ "Varoluş sorgusu İbrahim'e götürdü" | Hatice Saka, Yeni Şafak Kitap Eki, 4 Nisan 2008 | ▪ "Sebebi sebebin yokluğundadır" | Yeliz Kızılarslan, Agos, 11 Nisan 2008 | ▪ "Huzursuz edici şiirler" | Sema Arslan, Milliyet, 9 Mayıs 2002 | ▪ "İnsanı iyileştiren hayat gibi" | Oylum Yılmaz, Radikal Kitap, 31 Mayıs 2002 | ▪ "Yaslı bir kız kardeş olmak benim seçimim" | Tolga Meriç, Vatan Kitap Eki, 15 Nisan 2008 | ▪ "Taşların içindeki şiir" | Ufuk Matara, Akşam Kitap Eki, 26 Mayıs 2008 |
|