Şiirlerinizden yetiştiğiniz coğrafyaya gidelim. Konak, yol, dağ, savaş, kuşaklar... Nasıl bir ortamda büyüdünüz?Osmanlı'nın ve Cumhuriyet'in göç ve iskan politikalarından epeyce nasibini almış bir şehir Maraş. İnsanda Anadolu'nun doğusu orada başlıyormuş duygusunu yaratan bir tür eşik. Bir geçiş yeri. İskan yasalarıyla yan yana yerleştirilmiş pek çok azınlığın birbirlerine yabancı olduklarını hep hatırlattıkları bir yer. Bu hatırlatmada her biri diğerinin yabancılığını duyururken, kendi de hep yabancı kalacağını bilmenin acısıyla iğreti durur. Ve bu iğreti durumu daha da ilginç kılan oradaki sosyolojik terslik. Orada toprak sahibi ve varlıklı olanlar Alevi-Kürt aşiretleri. O topraklarda çalışmaya gelenler ise Osmanlı'nın yüzyıl başında dağ köylerine yerleştirdiği Balkan Türkleri. Ben orada, toprakları olan bir ailede doğdum. Geleneksel olanla modern hayatın iç içe olduğu bir ortamda. Şiir sonuçta gerçeğin değil, imgelerin dilini kullanır. Ve şair denilen kimse bir tarih duygusuna sahip olan kimseden başkası değildir. Bir şair içinde büyüdüğü dünyaya bakarken yüzyılların ötesine bakabildiği ölçüde evrenselleşir. Kısacası, şairler ve yazarlar kendi coğrafyalarını taklit etmez, o coğrafyayı yeniden yaratırlar.
Şiirlerinizde yol, göç, uzaklar ve yitiriş, en çok dikkat çeken imgelemeler. Yerleşik hiçbir şey yok gibi. Sahip olmak mı üretir, yoksun ve yerleşik olmamak mı?İnsana hayal kurduran, ona tutku yaşatan sahip olmadıklarıdır. Macera biriktirmek istiyorsanız yola çıkmanız gerekir. Bundan sadece fiziki yolculuğu değil, iç yolculuğu da kastediyorum. İnsan köyünden hiç ayrılmadan da tüm evreni algılayabilir. Bu anlamda felsefi düzeyde kullanıyorum göçü de, yerleşik olmamayı da. İnsanın dünyadaki gel-geç varlığına bir yorum getirebildiği ölçüde fikirler ilgimi çekiyor. Statüko bu anlamda insanın arayışını gölgeler. Ruhu kısırlaştırır. Trajedya kahramanını ilginç ve zengin kılan arada oluğudur.
Tarihi, soy ve geçmişi irdeleyen şiirlerinizde duygu ikinci planda kalıyor. Diliniz ise sade ama saklı kavramlar ve imgeler dikkat çekiyor. Sizinki nasıl bir şiir etkinliği?İnsanlığın başlangıcından itibaren, şiir dünyayı yorumlamanın, algılamanın en temel yollarından biri olageldi. İnsanlığa ait ilk kutsal metinler de dahil olmak üzere, kitaplı dinlerin dili bir tür şiirdi. Bu anlamda şiir kökleri arkaik dünyanın yorumlanışına dek varan bir sanat etkinliğidir. Belki de bu nedenle şiirin modern dünyada pek yeri yok. Modern hayatın dili şiirin üzerini örtecek kodlardan kurulu. Modern hayatın şiire hakkını teslim etmeyişinin nedeni, şiirin insan ruhunun kalesi oluşudur. Çünkü bize insan oluşumuzu hatırlatan tek gerçek etkinlik, sanat etkinliğimizdir. Ve şiir tüm sanatların ana kaidesidir. İçinde şiir taşımayan herhangi bir sanattan söz edemezsiniz. Şiiri yoksa o sanat sıradan ve eksiktir. İyi şiirin ne olduğuna dair pek çok şey söylenebilir. Benim de, teorik düzeyde cümlesini kurabileceğim bir şiir tarifi olabilir ama burada sözünü etmeyi istediğim daha yalın ve primitif bir ölçüt; güçlü bir şiirin üzerinde bir okumada çözülemeyecek bir düğüm bulunur. Bu düğüm bir okumada çözülmediği gibi her okumda okura farklı bir duygu yaşatır.
Kimileri şiiri duygu etkinliği, kimileri de dil etkinliği olarak yorumluyor. Size göre nedir?T. S. Eliot, "şiir duyguların ifade aracı değil, duygulardan kaçma aracıdır," der. Tabii bu söz taşınamayacak derecede güçlü duyguları olanlar için geçerli olabilir. Bana göre, zekadan bağımsız bir duygulanımdan söz edilemez. İnsan duygusu eskiyip, köklendikçe onda düşünceye dönüşür. Bu anlamda şiir başlangıçta dinamiği duygu olan bir güçle şairine gelir. Ayrım şairin yönteminde ortaya çıkıyor. Kimi şairler büyük narsistler olduklarından kalemlerinden otomatik olarak çıkan her şeyi biricik ve olmuş ve büyük sayarak, üzerinde oynamadan yayımlar, okuruyla paylaşır. Benim de aralarında olduğum bir kısım şair ise; dışavurumcu bir yöntemle ortaya çıkardığı ilk metni, okuruyla paylaşmadan önce bir işçilikten geçirir. Adına zanaat denen bu süreç o şair ne kadar mükemmeliyet tutkunuysa o derece eziyetli seyreder. Sizin de sözünü ettiğiniz dil etkinliğidir bu aslında. Bir tür elmas işçiliği. Sözcüklerin yontulup parlatılması, fazlalıkların atılması. Şairin zekası, matematik bilgisi yaptığı işin rafinelik derecesini belirler. Ve hatta ben biraz daha ileri giderek mimari ve müziğin kurallarının şiir için de kullanılabileceğini iddia ediyorum. Özellikle bir kitabın kuruluşunda bu disiplinlere dair bir fikriniz bir ritim duygunuz yoksa o kitabı kolay okutamazsınız.
1980 öncesi politik dönemde edebiyat gibi şiir de politize olmuş ve politikanın yedeğine düşmüştü. Sizce şiir bugün nasılı İçerik itibariyle neyi işliyor?Gerçek sanat, insanı ve onun yeryüzündeki oluş serüvenini konu alır. Ve bunu yaparken, gündelik, politik kategorilere yüz vermez. Politik gerçeklerin zamanla değişeceğini bildiğinden yüzeydeki sorunlara ve acıya değil, daha derindeki, insana içkin olan acılara değinir. Tarihin her döneminde olduğu gibi, bugün de şiirini sadece gündelik politik ve sosyal kategoriler üzerinden kuran, kolaycı ve popülist şairler var. Ayrıca 80 öncesinde hayat daha politikti. İnsanların tek ve ortak bir ütopyaları vardı.
Gerçek şiirin boşalan yerini, popüler duyarlılıkla beslenen, kitlesel duyguları onaylayan, şiir dışı metinler doldurdu. Şiir adına yapılan kimi kasetlerin yaygın olarak dinlenmesi de bunun kanıtı. Gerçek şiir direnebilecek miı Öncelikle, popüler sanatla iyi sanatı ayıralım. Ayrı oldukları için de karşılaştırmayalım. Böyle bakarsak, gerçek şiirin bir şeye karşı direnmesi diye bir sorun da kalkmış olur ortadan. Zaten bir şiir popüler alandaki kirlenmeden yara alır hale geliyorsa hiçbir zaman iyi olmamıştır. Gerçek şiire popüler alanın kiri bulaşamaz. Belki kalabalık ve gürültü nefes aldırmaz bir süre ama zamana kalacak ve kazanacak olan yine iyi şiirdir.
Şiirin gerçeğiyle şairinin gerçeği çoğu zaman ve birçok örnekte çelişkili olmuştur. Şiirlerinizde yitirilmişe ağıt yakarken gerçek hayatta nasılsınız? Zamanın hangi boyutunu yaşıyorsunuz? "Gerçeğin zamanı yaşadığımız andır. Giderek de bunu daha çok kavrayan şiir olacaktır. Düzyazı işi daha çok zamana bırakır," der John Berger. Şiir geçmişi ve geleceği buluşturan bir anın sonsuzluğu duygusunu yaşatan bir etkinliktir. Bu anlamda sanırım "şimdi" ilgimi çekiyor. Yaşadığı ana kendini bırakamayan insan yaratıcı olamaz.
Aşkı, sevgiyi ve güzelliği hep erkek şairler işledi. Siz bu tanımları nasıl değerlendiriyorsunuz?Her alanı olduğu gibi edebiyat alanını da erkekler doldurduğu için aşkı da sevgiyi de erkekler yazdı. Edebiyat, kadınlar tarafından çok boş bırakılmış bir alan. Böyle olunca da aşağılamaya müsait bir alan halini aldı. Erkek gözünden bir kadınlık yorumu, bazı prototipler çıktı. Ve bunlar genellikle fettan, baştan çıkarıcı, sevmeyi bilmeyen bir kadın tiplemesine eşlik eden betimlemelerdi. Oysa bir tek kadınlık durumu olmadığı gibi, kadına ait bir tek karakterden ve sevme biçiminden de söz edilemez. Sonuçta yazı yazan kimse kendini anlatır. Kendi içindeki kadını ve erkeği konuşturur.
Kürtlüğe dışarıdan baktığınızı söyleyenler var... Ait olduğunuz bir şeyi algılayabilmek ve doğru görebilmek için dışına çıkmak gerekmez mi zaten?
Başka bir söyleşimde de ifade ettim. Bizler seçmediğimiz, içine doğduğumuz kimlikleri bir süre sonra kader gibi yaşamaya başlıyoruz. Halbuki ait olduğunuz kimliğin size dayattıklarının tek hakikat olmadığını fark etmekle o kimliğe de haksızlık etmemiş olursunuz. O kimliğe ait zenginliğin bizi oluşturduğu doğru ama onu tek gerçek olarak algıladığınızda, insanın yeryüzündeki macerasına kulaklarınızı kapatmış olursunuz. Faşizme kadar giden dar düşüncenin kaynağı da budur.
Bir söyleşinizde "Ölü dil"den söz ediyorsunuz. Ölü dil Kürtçe mi? Kürtçe yazmıyorsunuz ancak dört kuşaklı bir aile ortamında yetişen biri olarak bu dilin bilinçaltınızdaki yeri nedir? Hangi dilde düşünüyorsanız o dil sizin yaşayan dilinizdir. Rüyalarınızı da yaşayan dilinizde görürsünüz. Ben Kürtçede düşünemediğim gibi, rüya da göremiyorum. Bu anlamda Kürtçe benim için neredeyse hafızaya terkedilmiş bir dil. Ve bu anlamda bende yaşamayan bir dil. Bilinçaltını çocukluk yaşantıları belirliyorsa eğer, Kürtçe bilinçaltının oluşumunda oldukça önemli bir yere sahip. Fakat bu varlık Kürtçenin anlamından çok, seslerinden oluşuyor. Kürtçenin seslerinin zihnimde yarattığı etki, şiirimin ritminin kuruluşunda mutlaka etkili olmuştur.
İlk kitabınızda yitirilişe yakılan ağıt, ikincisinde buna bilinçli bir karşı koyuş görülüyor. Son iki kitabınızda neyi işliyorsunuz?Ayın Büyüttüğü Oğullar, kendi coğrafyamla kurduğum ilişkiden ve yolculuklarımdan kalan imgelerden doğdu. İki bölümden oluşuyor, Soyağacı ve Akdeniz. İlk iki kitabımda başkalarının hayatına bakmış, onları anlamaya çalışmış biriyken bu son iki kitapta anlattığım uzak acılar benim başıma gelmiş gibi bir dil kullandığımı fark ettim.
Onun Çölünde bir aşk kitabı. Üç ayrı aşk işleniyor. Aşkın kronolojisine göre düzenlenmiş kısa aşk şiirlerden oluşan bir bölümün yanında iki uzun aşk şiirinden oluşuyor.