"Şiiri sevmiyorum ama ona mecburum" diyorsunuz. Şiirle aranızda nasıl bir ilişki var?Bir tür aşk -nefret ilişkisi diyebilirim. Şair denilen kişi sonuçta dili bir varlık alanı gibi yaşayan, içselleştiren bir dil bağımlısıdır. Benim için şiirin başlangıç süreci son derece problemsiz. Şiir bir bilinç patlamasıyla gelir ve sözcüklere dönüşerek birikir. Fakat işçilik sürecinde devreye giren mükemmeliyet arzusu, ne kadar olabilirse tabii, işin cehennem yanını oluşturuyor.
İlk süreçte birikenler, işçilik sürecinde; defalarca yeniden yazılarak, eksiltme yöntemiyle yeniden biçim kazanırlar. Bu son derece sancılı, uzun ve karanlık bir dönemdir. Günün değişik saatlerinde farklı okumalar yaparak şiirin ritmini, sesini duymaya ve biçimlemeye çalışırım. Son iki kitabım için yaklaşık yedi ay sadece işçilikle geçti.
Gece, yılan, taş, ölüm... Şiirlerinizde göze en çok çarpan imgeler ve hepsi birleşerek bir dili oluşturuyorlar. Siz kurduğunuz bu dili nasıl tanımlıyorsunuz. Neler sizi bu imgelere götürüyor?İmgelerin kaynağı bilinçaltıdır, bilinçaltını şekillendiren de çocukluk yaşantıları. Çocukluğumun geçtiği yer Doğu'da, doğanın içinde bir yerdi. Şiirimin kaynağı da orası.
Daha önceki kitaplarınızda varolan yolculuk ve göç izlekleri bu iki kitabınızda da var ama artık bir yerlere gitmişsiniz ve oralarda uzun süre kalmışsınız sanki...Eskiden geçip gitmek yollarda olmak, hiçbir yere bağlanmamak ve hayatla zaman dışı bir yerden ilişki kurmak, hareket etmek söz konusuydu. Fakat şimdi asıl derinliğin durup bakmakla oluştuğunu düşünüyorum. Uzakları hissetmek için gitmek gerekmiyor. Bunu anladım. Önceki kitaplarda biraz dışında durduğum ve tanıklık ettiğim hayatlar vardı sanki ve o hayatların derinde kalan acısı, arayış!. Bu kitaplarda daha yaklaştım o acılara, benim başıma gelmiş gibi...
Onun Çölünde bir aşk kitabı. Aşka dair yazdığınız şiirlerde aşktan bir beklenti var, aşkla değişmek ve acılarınızdan kurtulmak istiyorsunuz sanki. Ama yine de acının değişmezliğini ve kalıcılığını da biliyorsunuz. Aslında yalnızca aşktan çok aşk ümidi ve arayışından söz ettim. ve sonsuz arsızlığından, tekrarlanan tamamlanma ihtiyacından. İnsan hayatta kalma dürtüsüyle aşkı arar, bulur, yanılır. Kitabın biraz dışına çıkıp bunlar aşk şiirleriyse ben aşktan ne anlamışım, nasıl bir yere götürmüş beni şiirler aşk konusunda diye sorunca, bunu farkettim. Beklemekten çok verebilmek, önemli olan sanırım bu.
"Tanrı seçti bizi / Kendi yalnızlığını duyurmak için / Aşkı verdi" derken belki de aşkın insan ruhunda yarattığı boşluğun bir insanla kapanıp kapanmayacağının sorusunu açmaya çalıştım.
Aşk ormanda ve çölde. Her aşk farklı bir coğrafyayı mı temsil ediyor sizce?Hayat olan her yerde aşk var tabii. Ama modern dünyanın kalabalığına bir de aşk hakkında her yeri kaplayan konuşmanın gürültüsü eklenince aşkın bizi bırakıp gittiği duygusuna kapıldım. Ve böylece sessizliğin, doğanın diline döndüm. Çöl; oradaki ıssızlık, boşluk, orada yanılsamalara yer olmayışı, hayatın kutsanma ve kendini yeniden üretme biçimi çok çekici. Ormanda da daha grift, daha gölgeli, daha katmanlı olan bir zemin üzerine oturttuğum bir ruh hali var. Bunun için, ormanı ve çölü, onların ruhlarını, aşkı anlatmak için seçtim.
"Ve bir ağaca bakarak insanı iyileştiren hayat gibi". Acıyla yüklü ama kanımca en ferah ve en huzurlu dizelerinizden de birisi. Ciddi bir iyimserlik var burada. Sizce hayat gerçekten de bir ağaca bakarak iyileştirir mi ruhlarımızı?Öncelikle iyimserlikten anladığımız şeyi düşünmemiz gerekir bence. İyimserlik, kötümserlik, acı, haz, her deneyimde yeniden sunarlar kendilerini bize ve bunların net tanımlanmış belli duygu kategorileri olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenle, acı evet ama, şiirin iyi duygularla işi olamaz bana göre, nefis gün batımları ve güllerden ibaret değildir o. Duyduğum şeyi hiçbir dış göz ya da beklentiye tenezzül etmeden dile getiriyorum ve orda acı ister istemez çok yoğun bir halde bulunuyor. Fakat gerçek hayatla ilişkinizde itirazlarınız, yanlışlarınız, beklentileriniz olsa da sonuçta yaşanan tek ve gerçek sizin hayatınızdır ki bu noktada hayata hakkını teslim etmek zorundayızdır. O yüzden de doğanın ve hayatın bize sunduğu canlılık ve güzellik karşısında eğilip bütün bunlara şükran duyarak, içinde ister istemez iyimserlik dediğimiz nitelikte duygular barındıran dizeler yazarız.
Her iki kitabınızda da bir bütünlük söz konusu ve şiirlerin kurgusu, ard arda gelme biçimleri hafif bir roman havasını hissettiriyor.Mimarinin, müziğin ve matematiğin kurallarının şiir için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Şiiri kitap bütünlüğü içinde düşünmek gibi bir yaklaşımım var. Bu nedenle de dergilerde görünmeyi tercih etmem aslında. Her şiirim tek tek okunabilir ama kesinlikle bir bütünlüğe aittir. Örneğin
Onun Çölünde'deki aşk şiirleri tek bir aşkı anlatıyor, bir araya gelerek bir aşkın kronojisini oluşturuyorlar.
Son olarak, niçin iki kitap birden aynı anda?Şiirlerimi toparlamam aşağı yukarı aynı döneme denk geldiği için dil duyarlığı ve ilerleyiş biçimi benzer oldu. Son üç yıldır kitap çıkarmıyordum. Nasıl çıkacaktım beni okuyan, izleyenlerin önüne? Hangi kitapla çıkacağıma bir türlü karar veremedim. Ve böylece her iki kitabı aynı anda çıkardık. Bir ara iki değil üç kitabımla aynı anda çıkmayı düşündüm. Üçüncü kitap erotik bir derleme ve dili daha farklı olduğu için onu sonraya bıraktım. Aslında doğrusunu söylemek gerekirse ben kısa şiir kitabını tercih ediyorum. Çünkü şiir ilişki kurulması zor bir metin ve bu kadar yoğunluk ve sükunet gerektiren bir metni okuyucunun önüne çıkarma şekliniz de çok önemli. Her iki kitabımın da bu bağlamda ilerleyen zaman içinde ayrı ayrı hatırlanıp ele alınacağına inanıyorum.