Bu coğrafyanın hazin bir yanı vardır; geçmişe baktığınızda içinizi sızlatan bir yanı... Kişisel tarihiniz, toplumsal, sosyal ya da resmi, başına hangi sıfatı koyarsanız koyun ülke tarihiyle birlikte yazılır. Farkında olsanız da olmasanız da...
Fethiye Çetin farkında olmayı seçenlerden. 20'lerinin ortasında anneannesinin hepimizin bir biçimde bildiği ama dile getirmekten kaçındığı 'sır'rını öğrendi: Elazığ'ın Habab köyünde mutlu bir yaşam süren Heranuş adlı küçük bir Ermeni kız vardı. Bir gün köyünün tüm erkekleri öldürüldü, kendisi de annesi, kardeşleri, komşularıyla birlikte yollara düştü. Sonunda annesinin ellerinden koparılıp Müslüman bir ailenin Seher'i oldu. Evlendi, çocukları geldi dünyaya, torunun torununu gördü. Yine de yüreğinin bir yanı hep kırık kaldı. Hayatta kalmayı başaran anne ve babası ABD'ye gitmişti; kardeşleri vardı orada. Bunları biliyordu ama ulaşamadı onlara. Cenazesinde torunu anneannesinin anne-babasının adını soranların karşısına 'Annesinin adı Esma değil, İsguhi. Babası da Hüseyin değil, Hovannes!' diye dikildi. Ardından ABD'deki ailesi Gadaryanlar'ı buldu, Marge Teyze'siyle buluştu. Ve hepsini Metis Yayınları'ndan çıkan
Anneannem adlı kitabında anlattı.
Bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Neydi sizi tetikleyen?Bu öykünün özellikle insani yönü beni çok ilgilendiriyordu. Çocuklar konusunda geçmişten gelen bir duyarlılığım vardır, dolayısıyla çocukların çektiği acılardan çok etkilendim. Ancak ben bir yazar değilim. Eli kalem tutan arkadaşlarım, “Bunu en iyi sen yazabilirsin, o duyguyu en iyi sen aktarabilirsin,” dedi.
Ne zaman yazmaya başladınız?Aslında anneannemin ölümünde, cenaze töreninde yaşananlar bana çok çarpıcı gelmişti. O anda yazmaya karar verdim. Anneannemin ölümünden sonra ABD'deki kız kardeşi ile görüştüm; bana aile öykülerini anlattığı mektuplar gönderdi. Hepsini anneannemin anlattıklarıyla birleştirdim.
Anneannenizin öyküsü olması dışında da bir önemi var mıydı sizin için?Kuşkusuz. Burada bir insanlık dramı, bir trajedi var. O açıdan da önemli. Çünkü bunları anneannem tek başına yaşamadı. Başka çocuklarla, insanlarla yaşadı. İşin insani yönü çok önemli. Ve ben hep o insani yönünden yaklaştım.
Anneannenizin geçmişini öğrendiğinizde Hukuk Fakültesi öğrencisiymişsiniz. Öyküyü öğrendikten sonra hayata bakışınız değişti mi?Öncelikle çok sarsıldım. Çünkü resmi tarihle bunlar hiç uyuşmuyordu. Bu anlamda uzun süre gelgitler yaşadım. Sonra sorgulamaya ve etrafıma bakınmaya başladım. Aslında şimdi baktığımda görüyorum, o süreçte bize bunlar anlatılmasa dahi gerek annem gerek anneannem, yani ailemiz tarafından bir biçimde bir adalet duygusu, haksızlığa karşı durma, hoşgörülü olma benimsetildi bize. Örneğin bizim sınıfta Ermeni bir kız arkadaşım vardı ve din derslerine giriyordu. Oradaki çelişkiyi annem bir sorusuyla uyandırdı bende: “O da mı giriyor din dersine?” diye sordu.
Mesleğinizi de etkiledi mi?Mesleğimde de bunu gözetmeye çalıştım. İstanbul Barosu'nda İnsan Hakları Merkezi'nde çalıştım, Azınlık Hakları Çalışma Grubu'nu kurdum ve sözcülüğünü yaptım.
Kitaptaki anılar anneannenizin ne denli güçlü, dirayetli bir kadın olduğunu da anlatıyor. Çocukluğunda böyle bir dram yaşadığı halde nasıl ayakta kalmış olabilir diye düşünüyor insan.Bunu ben de bilmiyorum ve şaşırıyorum. Belki baş etme yöntemleri vardı. Onu evlat edinen Onbaşı Hüseyin ile ilişkisi mesela. Yazarken fark ettim ki bu iki acılı insanın birbirine dayanmış, dayanışarak acının üstesinden gelmeyi çalışmışlar. Anneannem bu öyküyü anlatırken o travmayı yeniden yaşadı zaten. Fakat yine de bu kadar güçlü olmayı nasıl başarmış bilemiyorum. Marge Teyze anneannemin annesinin de çok güçlü bir kadın olduğunu söyledi ve onunla ilgili pek çok öykü anlattı. Ailenin kadınlarında böyle bir dirayet var.
Kitaba nasıl tepkiler geldi şimdiye kadar?Son derece olumlu. Anneannesi, babaannesi ya da dedesi çocukken alınıp Müslümanlaştırılan insanların torunları beni aramaya başladı. Ve aynı öykülerden söz ettiler. Bu tip öykülerden haberdar insanlar arıyor. Aslında gerçekten tahminimizin ötesinde yaygın bu olay.
Kitap çok duru ve açık bir dille yazılmış. Sakındığınız noktalar olmadı mı?Tabii resmi tarihe ters düşen şeyler var. Ama bunları bir biçimde dile getirmek bizim insanlık görevimiz. Tarihi bununla oluşturacağız, yeniden yazacağız... O yüzden de sakınmadım yazdım. Ben kitapta barışa ve umuda çağrı yapıyorum. Kitabını temeli bu.
Kitabınızın böyle öykülerin dile getirilmesi ve yazılması için bir yol açacağını düşünüyor musunuz?Dilerim içinde bulunduğumuz süreçte özgürlükleri genişletecek bir alan yaratır ve o alanda pek çok şey konuşulur, pek çok insan yazar. Bunun için bir adım olursa da sevinirim.
▪ "Adlarını bile yazamadık" |
Müjgân Halis, Pazar Sabah, 1 Kasım 2009 |
▪ "Anneanneden Torunlara" |
Isabelle Kortian, Nouvelles d’Arménie Magazine No:158, 2010 |
▪ "Adım Seher değil, Heranuş" |
G. Serpil Geçmen, Tempo Kitap, 18-25 Mayıs 2007 |
▪ "Gerçek hakem halklar ve onların vicdanlarıdır." |
Emre Terekli, Fatih Kızıltaş, Onur Aytaç, Bir+Bir, Ocak-Şubat 2014 |
▪ "Adı Seher değil Heranuş'tu" |
Özkan Güven, Milliyet Pazar Eki, 26 Aralık 2004 Pazar |
▪ "Birlikte Ağlamadan Birlikte Gülemeyeceğiz" |
Buket Aşçı, Vatan Kitap, 6 Nisan 2005 |
▪ "Hrant Dink, onlara suç dolu geçmişlerini hatırlatıyordu" |
Murat Hocaoğlu, okuryazar.tv, Kasım 2013 |
▪ "Hrant’ın infaz kodu 80 85" |
Cansu Çamlıbel, Hürriyet gazetesi, 21 Ocak 2014 |