ISBN13 978-975-342-728-9
13X19,5 cm, 240 s.
Liste fiyatı: 265.00 TL
İndirimli fiyatı: 212.00 TL
İndirim oranı: %20
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
Fethiye Çetin diğer kitapları
Anneannem, 2004
Utanç Duyuyorum!, 2013
AYIN ARMAĞANIAYIN ARMAĞANI
Diğer kampanyalar için
 
Torunlar
Yayıma Hazırlayan: Müge Gürsoy Sökmen
Kapak Tasarımı: Emine Bora
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Ekim 2009
4. Basım: Kasım 2024

Bu kitapta, 1915'te ya da öncesinde müslümanlaştırılarak, asimile edilerek Anadolu'da kalmış Ermeni çocuklarının hikâyelerini, torunlarının ağzından dinleyeceksiniz. Şimdilerde orta yaşlarını sürmekte olan bu torunlar Ermeni dedelerini, ninelerini, kendilerini anlatırken yüzleşmesi güç soruları da gündeme getiriyorlar.

Bugün Türkiye'de yaşayanlar kendi hikâyelerini ne kadar biliyor, nelerin üstü örtülüyor, bu sırlar bizi nasıl etkiliyor? Neredeyse yüz yıl sonra 1915'te yaşananlar "torunlar" için ne ifade ediyor? Neden yüz yıl sonra bugün ninelerin, dedelerin Ermeni olduğunu söylemek bu kadar zor, bu kadar sancılı? Bu acının ve suskunluğun üzerine gitmek başka acıları ve suskunlukları görmemize, konuşmamıza, aşmamıza yardımcı olabilir mi? Veya başka acıların ve suskunlukların daha oluşmadan önlenmesine katkı sağlayabilir mi?

Burada hikâyesini okuyacağınız kişiler bizi kendimizle, ailemizle, komşularımızla, arkadaşlarımızla tanışmaya, birbirimizin hikâyelerine kulak kabartmaya davet ediyorlar. Yalanlardan, gerçek korkusundan kurtulup geçmişimizle yüzleşmeden barışçıl bir geleceğe varamayacağımızı hatırlatıyorlar bize...

İÇİNDEKİLER
Teşekkür
Önsöz, Ayşe Gül Altınay, Fethiye Çetin
Hikâyelerden Köprüler Kurmak, Fethiye Çetin

Anlatılar
Barış: İnsan bağırmak istiyor
Deniz: Benim dünyama ait şeylerin saklanması
Arif: Bu gizleme güvensizliği körüklüyor
Rüya: Talan eden konumunda olsalardı
Gülçin: Binlerce kadının hikâyesi aynı
Nükhet: Babamın neden halası, amcası, kuzeni yoktu?
Naz: Basında Ermeni olmak küfür gibi
Qesra Kişo Özlemi: "Öteki kimliğinizin" bilinmesi
Mehmet: Askerde öğrendim
Bedrettin Aykın: Gâvur kızı Bedriye'nin oğlu
Zerdüşt: Bir sabah uyanıyorsun
Ayça: İnsanın kendi gerçeği
Gülşad: Suçmuş gibi konuşulmadan
Vecibe: Büyükannenin ismi Vartanuş
Halide: Ermeniler'in yumurta dağıttıkları gün
Murat: Dağda bir ağacın dibinde
Henaramın: İki satır bir şey kalsın
Şima: Neden herkes tek başına?
Salih: Niye yalan söylesin ki?
Melek: O vicdanla yaşamak
Aslı: Tarihten çocuklarımız ders almalı
Ali: Barış adına, kardeşlik adına
Berke Baş: Büyükannemin hikâyesi üzerinden
Elif: Geçmişi gelecek için kurcalıyoruz

Sonsöz:
Suskunluk Katmanları Aralanırken: Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Nerede?
Ayşe Gül Altınay
OKUMA PARÇASI

Önsöz, Ayşe Gül Altınay, Fethiye Çetin, s. 11-15.

Torunlar okuması kolay bir kitap değil. Burada okuyacağınız hikâyelerin ne dillenmeleri kolay oldu, ne dinlenmeleri, ne de yazıya dökülmeleri. Tanıştığımız "torun"ların çok azı hikâyesini bu kitap çerçevesinde dillendirmek istedi. Dillendirmek isteyenlerin çoğu bunu yaparken (en azından duygusal olarak) çok zorlandı, biri ise kitap yayın aşamasına geldiği noktada hikâyesini paylaşmaktan vazgeçti. Bize bu kararını açıklarken sesinde derin bir korku ve kaygı vardı. Bunun "anonim" bir paylaşım olacak olması, yani kimsenin onun ismini bilmeyecek olması, çocukluğunu ve gençliğini çatışmaların ortasında geçirmiş, genç yaşta zorunlu göçe tabi tutulmuş, şehirde yeni bir hayat kurmaya çalışan bu "torun"un korku ve kaygılarını dindirmiyordu. Ermeni dedesinin acısı "geçmiş" bir acı değildi onun için, üç nesil sonra bugünü ve geleceği şekillendirmeye devam ediyordu.

Bu kitap, bir 1915 kitabı olmaktan çok, Hrant Dink'in deyimiyle, "1915 metre derinliğinde bir kuyu"dan çıkamamanın kitabı. 1915' te yaşanan insanlık felaketinin bugün, bu topraklarda yaşayanlarda bıraktığı derin izlerin peşinden giden –ve onları en umulmadık yerlerde bulan– bir kitap.

Neredeyse yüz yıl sonra 1915'te yaşananlar "torunlar" için ne ifade ediyor? En az onun kadar önemlisi, "torunlar", anne-babaları, nene-dedeleri, komşuları, arkadaşları, o günden bugüne neler yaşadı? Neden yüz yıl sonra bugün nenelerin, dedelerin (veya annelerin,...

Devamını görmek için bkz.
ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER

Demet Bilge Ergün, “Torunlara kalan sır”, Radikal Kitap Eki, 30 Ekim 2009

Türkiye ile Ermenistan arasında son günlerde ısınan ilişkiler herkesin malumu. İki Cumhurbaşkanı maç için karşılıklı birbirlerinin ülkelerini ziyaret etti. Dışişleri Bakanları ise bundan sonraki ilişkilerin yönünü belirleyecek, protokollere imza attı. Yıllarca ‘en uzak iki komşu’ diye nitelenen Ermenistan ve Türkiye, yeni yürümeye başlayan bir bebeğin tedirgin adımlarını anımsatan adımlarla birbirlerine yaklaşıyor. Kimi zaman dengeyi kurmak için yolun ortasında bir süre dinleniyor, destek için ara sıra arkaya bakıyorlar. Kimi zamansa bir kaç adım hızlı hızlı atılıveriyor...

Aslında bu tedirginlik hali iki ülke halklarına da yabancı değil. Türk-Ermeni ilişkilerinde en baskın duyguydu ‘tedirginlik’. Bu nu en çok hissedenler de Türkiye’de yaşayan Ermeniler oldu. Yıllarca gizlemek zorunda oldukları kimlikleriyle, değişen isimleriyle, konuşamadıkları bir dille yaşadılar... Kapı komşularıyla ilişkilerinde bile hep o ‘tedirgin bebek yürüyüşü’nü hissettiler. hikâyelerini, sırlarını içlerine gömdüler. En yakınlarına anlatmaya çekindiler. Çocukları bile onların Ermeni olduğunu yıllar sonra öğrendi. Kimi hikâyeler torunlara bile ulaşamadan, geceleri akan gözyaşlarıyla silinip gitti. İyi bir Müslüman gibi yaşayıp, öldüler. Evlerine ‘gavurun evi’ denmesin, çocukları kendi yaşadıklarını yaşamasın diye sustular... Biri gelip ısrarla sormayana kadar da içlerini açmadılar.. Onlar Ermeni nineler, dede...

Devamını görmek için bkz.

Necmiye Alpay, "Tamamen korku", Radikal, 29 Eylül 2009

‘Torunlar’ sözcüğü, yeni, trajik bir anlam kazandı ve bir kitaba ad oldu. Sözcük bu yeni kullanımıyla, soylarında kendilerinden iki ya da üç kuşak öncesine denk gelen bir Ermeni atanın bulunduğunu insanın içini acıtan bir gecikmeyle öğrenen yurttaşlarımız anlamına geliyor. Kitabı hazırlayanlar, Ayşe Gül Altınay ve Fethiye Çetin.

Çetin, bu anlamıyla kamu önüne çıkan ilk “torun”du. 2004 yılında yayımlanan “Anneannem” adlı kitabında, anneannesinin Ermeni olduğunu nasıl geç bir zamanda öğrendiğini, öğrenince yaşadığı derin duygusal çalkantıyı, anneannesiyle azar azar konuşmalarını, onun anlattıklarını, büyük bir yazar inceliğiyle dile getirdi. Pek çok insan, kitabı ağlayarak okudu.

Çetin’in kitabı gerçek bir öncülük işlevi gördü. Aynı ya da benzer konumlarda olan çok sayıda insan, yani kadın-erkek pek çok “torun”, derde derman bir pınarı arayıp bulur gibi Çetin’i buldular, onunla konuşmayı ruhları için şifa saydılar.

Torunların hepsi çok çekingendi. Hepsi, anlattıklarının aralarında kalması şartıyla konuşuyordu. Ama bu buluşmalar öyle bir birikim yarattı ki, sonuçta bir kitaba evrilmesi kaçınılmazlaştı ve kitabın projesi yapıldı, Çetin’in arkadaşlarının da katılımıyla, kabul eden “torun”larla olan görüşmelerin kayda geçirilmesi biçimini aldı. Kitap şimdi, tarihsel bir katkı olarak elimizde.

Sunuş yazısını Fethiye Çetin, Sonsöz başlıklı önemli incelemeyi Ayşe Gül Altınay, Önsöz’ü de ikisi birlikte yaz...

Devamını görmek için bkz.

Ragıp Zarakolu, "Torunlara devrolan travma", Agos Kitap/Kirk, Aralık 2009

ak yürekli karaşın kadınım

özledim seni oğul gibi

annem de esmer ve ermeni’ydi

yıkık bir bahçede

gül büyütürdü niksar’da

geldi geçti o gülü yalan gibi

kurtaramadı adını o soykırımdan

Bedrettin Aykın

Fethiye Çetin’in Anneannem kitabı, Türkiye’de derin bir travmanın üstünü açtı, bilinçaltlarından birçok dalın serpilerek gün ışığına çıkmasını sağladı. On yılı aşkın bir süredir, ne zaman Kürt illerine gitsem, birileri, Ermeni Jenosidi mevzuu ile ilgilendiğimiz, yargılanmamız nedeniyle yanıma gelir, bir sırrını benimle bölüşmek ister: “Biliyor musunuz, benim annem Ermeni’ydi. 1915 yılında sağ kurtulan yetimlerden...” Bazen, sözünü ettikleri kişi anneanneleri olur. Baba ya da dedeye ise daha ender rastlanır. Ve anlatmaya başladıklarında, onların da nasıl bir ötekileştirme tabi tutulduklarını fark ederim her seferinde.

Bugün Ermeni olayı ile yüzleşme, sadece ailelerinin soyağacının karanlık bölümü 1915 tragedyası ile buluşan insanlarımız açısından da son derece zorunlu bir ihtiyaç. 1915 ile yüzleşmek aynı zamanda bir Türk, bir Kürt, bir Arap sorunu. 1915’in sağ kalanları, sadece Ermeni ailelerin değil, Türk, Kürt ve Arap ailelerin de bir parçası oldu. Bunu, “özgür irade ile belirlenmemiş birliktelikler” diye tanımlamıştım bir konferansımda. Özgür irade ile oluşmuş olmayan bu birlikteliklerden aileler oluştu. Ve ailelerin derin bir sırrı olarak kaldı kökle...

Devamını görmek için bkz.

Sibel Özbudun, “O Suskun, Yalnız Kadınlar...”, İvme Dergisi, www.ivmedergisi.com, 9 Ocak 2010

“Konuşmaların en önemlisi

kendi kendimize olanıdır. Ama bunu

çoğu zaman ihmal ederiz.”(1)

Ne kadar çokmuşlar... Ve ne kadar suskunmuşlar ki, o kadar çok olduklarını hiç ama hiç anlamamışız... Görmemişiz onları. Adlarını, ama gerçek adlarını ve o geçirimsiz suskunlukları ardında yatan yaşam öykülerini öğrenme gereğini duymamışız...

Acıya tanık, hatta mensuplarının çoğu acının şu ya da bu biçimde faili kuşakların susuş konspirasyonlarına suç ortaklığı etmişiz, onların o suskun, kendi kendinin gölgesi bir yaşama yazgılı varlıklarını sürekli bilincimizin gerilerine kovalamakla.

Bu suç ortaklığını ilk kırmaya cesaret eden, bastırılmışlıklarımızın duvarlarını tuzla buz eden, Fethiye Çetin oldu. Yaşı 60’ı aşkın her T. C. yurttaşının bildiği “sır”rı hepimize haykırıverdi: Büyükannesi, katliamlardan her nasılsa kurtulup bir Müslümanla evlendirilmiş bir Ermeniydi! Onun bu keşfini, kısa süre içinde Türkiye’nin hemen her köşesinde pek çok “torun” tekrarlayacaktı. Ermeni “büyükanne”ler (ve sayıca çok daha az olan) “dede”lerin büyük kısmı suskun ve küskün, geçip gitmişti bu dünyadan. “Torun”lar şimdi ikinci kuşağa, Müslüman babalarla Ermeni anaların çocukları olan kendi anne-babalarına, büyükanne-büyükbabalarına dönüyordu ağızlarından laf alabilmek için.

Herkesin bildiği, herkesten gizlenen, böylece döküldü ortalığa...

“Anneannem annesini on...

Devamını görmek için bkz.

Ertuğrul Meşe, "Bir arada yaşa-yama-manın acı öyküleri", Bireylikler Dergisi, Ocak 2010

Bazı kitaplar okurken insana acı verir, vicdanınızın keskin bir bıçakla sürekli olarak kesildiğini hissedersiniz. Okuyup bitirdiğinizde de o acı ve vicdan kesiği ile kendinize ve etrafınıza bakarsınız. Torunlar böyle bir kitap. Kitabın okunması zor olduğu gibi yazılması daha da zor olmuştur. Bu, kitabın yazarlarının, yazılara konu olanların ifadeleri. “Torunlar okuması kolay bir kitap değil. Burada okuyacağınız hikâyelerin ne dillenmeleri kolay oldu, ne dinlenmeleri, ne de yazıya dökülmeleri. Tanıştığımız "torun"ların çok azı hikâyesini bu kitap çerçevesinde dillendirmek istedi. Dillendirmek isteyenlerin çoğu bunu yaparken (en azından duygusal olarak) çok zorlandı, biri ise kitap yayın aşamasına geldiği noktada hikâyesini paylaşmaktan vazgeçti. Bize bu kararını açıklarken sesinde derin bir korku ve kaygı vardı. Bunun "anonim" bir paylaşım olacak olması, yani kimsenin onun ismini bilmeyecek olması, çocukluğunu ve gençliğini çatışmaların ortasında geçirmiş, genç yaşta zorunlu göçe tabi tutulmuş, şehirde yeni bir hayat kurmaya çalışan bu "torun"un korku ve kaygılarını dindirmiyordu. Ermeni dedesinin acısı "geçmiş" bir acı değildi onun için, üç nesil sonra bugünü ve geleceği şekillendirmeye devam ediyordu.... Bu kitapta, 1915'te ya da öncesinde müslümanlaştırılarak, asimile edilerek Anadolu'da kalmış Ermeni çocuklarının hikâyelerini, torunlarının ağzından di...

Devamını görmek için bkz.

Elif Kalaycıoğlu, "Türkiye’nin haritasını torunlar çizerse", Agos Kitap/Kirk, 17 Mart 2010

Verdiği ‘cevaplar’ aslında koca birer soru işareti olan resmi tarih ve ideoloji, bu soruların kendisine sorulmasına da izin vermiyor; sıkıştığı noktalarda ‘kaynak eksikliği’ne sığınıyor. Bu tablo karşısında, bizler de, uzun süredir yaşananların kanıtı olacak alternatif tarihleri bulmak için insan hikâyelerine döndük. Bir yandan da, siyasetin yapamadığını insani olanın yapabileceği umuduyla... Dolayısıyla, Osmanlı ve daha yakın dönemin tarihine ışık tutabilecek, bir türlü bulunamayan, örneğin nüfus dairelerinin ya da jandarmanın çeşitli arşivlerine ve kayıtlarına dayalı tarih çalışmalarının yerini yavaş yavaş sözlü tarih projeleri almaya başladı.

Konu Türkiyeli gayrimüslimlerin tarihi olunca da, yavaş yavaş, Türk komşular, sıra arkadaşları, aynı çarşıda çalışan babaların çocukları da anlatmaya başladılar – eskiden ne güzel komşularının olduğundan, hangi Ermeni abladan terziliği öğrendiklerinden, o zamanlar hangi bayramların birlikte kutlandığından başlayarak. Ve orada da bitirerek... Kimi zaman varsayılan ortak algıya sığınıp, kimi zaman da o ortak algı eksikliğinin hikâyelere zeval getirmesinden imtina edip, “Ne oldu?” sorusunu cevapsız bırakarak.

Ayşe Gül Altınay ve Fethiye Çetin’in, Nadire Mater ve Müge Gürsoy Sökmen’in de katkılarıyla, Müslümanlaş(tırıl)an Ermenilerin torunlarıyla yaptığı 25 görüşmeyi bir araya getiren Torunlar kitabı görüşmecileri ise,...

Devamını görmek için bkz.

Müge İplikçi, “Barışalım”, Gazete Vatan, 16 Ocak 2011

Geçen sene üniversitede dersteyim.

Ayşe Gül Altınay ve Fethiye Çetin’in ortak çalışması olan Torunlar kitabını okutma konusunda diretiyorum öğrencilerime. Yaşam, edebiyat, etnografi... Dersin içeriğine çok uygun bir kitap. Asimile edilerek Anadolu’da kalan Ermeni çocuklarının öyküleri bunlar. Onların torunlarıyla yapılmış bir sözlü tarih çalışması. Edebiyat ya da sözlü tarihle yakından uzaktan ilgisi olmayan farklı bir bölümden bir öğrencim var, hayta bir oğlan, havai, akıllı. Sürekli olarak şaka yollu sitem edip duruyor bana ‘Başka işin yok mu hoca, sen de bir kısım insan gibi takmışsın kafayı engebeli konulara’ dercesine. Toplumun genel muhafazakâr damarlarından beslenen, yaşam tarzı liberal formatlarla ilerleyen, ulusalcılık fikrine yakın durmaya çalışan bir genç. Usul usul o benim damarıma basıyor, ben de onunkine, didişiyoruz. Bakıyorum olacak gibi değil, hocalık hiyararşimi kullanıp kitabı özel olarak ona veriyorum. Yedi ceddime küfür ettiğini bile bile kitabı ona veriyorum, evet. Özet çıkaracak haftaya.

Bir sonraki hafta geldiğinde yüzü gözü karışmış. Başta endişeleniyorum.

‘Vay be!’

İlk sözü buna yakın bir şey.

Kitabı ellerinin arasında dolaştırıyor, kafasını sallıyor, sevdiğim parlak gülüşü yüzüne yayılıyor. Ama bu gülüş bu kez çok daha yalınlaşmış, ne alaycı bir tonla sıvanmış ne de sinik bir sırla kaplanmış.

Bu tebessümün üzerine bir şeyleri görmüş ola...

Devamını görmek için bkz.
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X