 | ISBN13 978-975-342-796-8 | 13x19,5 cm, 336 s. |
Liste fiyatı: 348.00 TL İndirimli fiyatı: 278.40 TL İndirim oranı: %20 {"value":348.0,"currency":"TRY","items":[{"item_id":"828","item_name":"Yarınki Yüzün, Cilt 1: Ateş ve Mızrak","discount":69.60,"price":348.00,"quantity":1}]} |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için |  |
|
| | Yarınki Yüzün, Cilt 1: Ateş ve Mızrak Özgün adı: Tu rostro mañana 1: Fiebre y lanza Çeviri: Roza Hakmen Yayıma Hazırlayan: Özde Duygu Gürkan Kapak Tasarımı: Pınar Kazma |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Ocak 2011 | 6. Basım: Eylül 2024 |
21. yüzyılın önde gelen edebiyat yapıtlarından sayılan Yarınki Yüzün nihayet Türkçede. Javier Marías, Nobel Edebiyat Ödülü'nün sağlam adaylarından biri olarak görülüyor. Yarınki Yüzün kırkın üstünde dile çevrildi. Şimdi Türkiye'de de okurlar bu güçlü romanı, Roza Hakmen'in İspanyolcadan çevirisiyle okuyabilecekler. Yarınki Yüzün, günümüz edebiyatının genel eğilimlerinin aksine, olağanüstü bir dil kullanımına dayanıyor: Hem edebi bir ziyafet olup hem de okuru kendine heyecanla bağlayan o ender eserlerden. Romanın ilk cildi olan Ateş ve Mızrak'ın başkahramanı, Londra'da yaşayan Jaime Deza, İspanyol çevirmen Deza, karısından ayrılmanın bunalımını atlatamamış, eski defterleri kapatamamış bir adam. Sürgünde olmayan bir sürgün. İnsanların içyüzünü, maskelerin altında saklananı görme konusunda özel bir yeteneği olan Deza'nın bir "insan tercümanı ya da yorumcusu" olarak İngiliz Gizli Servisi'nin hizmetine girmesiyle gelişen olaylar, tanıştığı sıradışı kişilerin casus filmlerine taş çıkaran hikâyeleriyle birlikte daha da ilginç bir hal alıyor. Tıpkı yarattığı kurmaca karakter gibi keskin bir gözlem ve çözümleme yeteneğine sahip olan Marías'ın yazım tarzı, gücünü ve özgünlüğünü detaylara gösterdiği dikkatten, bir konuyu ele alırken asla yüzeysel olanla yetinmeyip onu derinlemesine, her açıdan, amansızca irdelemesinden alıyor. Sözcüklerin düşüncenin hızını kesmesine, onu yönlendirmesine izin vermiyor Marías. Düşünceler, anılar çılgınca dallanıyor ama asla dağılıp gitmiyor. Her şey büyük bir yapbozda yerli yerinde...  | OKUMA PARÇASI |
I. Bölüm, Ateş, s. 11-14. İnsan asla hiçbir şey anlatmamalı, bilgi de vermemeli, hikâye de aktarmamalı, hiç var olmamış, yeryüzüne ayak basmamış, dünyayı dolaşmamış ya da bu dünyadan geçmiş ama tek gözü kör, kararsız unutuşa gömülerek yarı yarıya kurtulmuş varlıkları da insanlara hatırlatmamalı. Anlatmak hemen her zaman bir armağandır, anlatılan hikâye zehir taşısa ve saçsa bile; aynı zamanda bir bağdır, güven duymaktır; er veya geç ihanete uğramayan güven ise nadirdir; dolanıp düğümlenmeyen, sonunda sıktığı için bıçak ya da jiletle kesilmesi gerekmeyen bağ da nadirdir. Benim güvenip verdiğim onca sırrın kaçı olduğu gibi korunmuştur? Ben ki içgüdülerime o kadar inanır, ama her zaman onlara kulak vermezdim, fazlasıyla uzun zaman boyunca saftım. (Artık o kadar saf değilim, ama saflığın azalması pek yavaş gerçekleşir.) İki arkadaşıma verdiğim sırlar hâlâ sıkı sıkı saklanıyor; buna karşılık on arkadaşıma verdiğim sırlar ya kayboldu ya saçılıp savruldu; babama verdiğim tek tük sırlarla anneme verdiğim iffetli sırlar aynı değilse bile çok benzerdi, anneminkiler zaten fazla uzun süreli olmadı, o artık yaşamadığından sırlarımı kötüye kullanamaz ya da ancak ben günün birinde talihsiz bir keşifte bulunup gizli bir şeyi açığa çıkarırsam kötüye kullanmış sayılır; kız kardeşime, geçmiş, şimdiki ya da hayali sevgililerime, metreslerime ve eski eşlerime (genellikle kız kardeş ilk eştir, çocuk eştir) verdiğim sırların hiçbiri korunmuyor; bu ilişkilerde bilinen ya da görülen ş... Devamını görmek için bkz. |  |
 | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
A. Ömer Türkeş, “Dün, bugün, yarın...”, Radikal Kitap Eki, 15 Ocak 2011 Javier Marías, kimileri için İspanya’nın hatta dünyanın yaşayan en büyük yazarlarından biri; başyapıtı Yarınki Yüzün ise Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanma younda önemli bir adım. İsmini IV. Henry’den alan, Marcel Proust’a gönderme anlamına gelecek şekilde yedi bölümden oluşan Yarınki Yüzün, üç ciltlik tek bir roman. 2002’de yayımlanan ‘Ateş ve Mızrak’ı, 2004’te ‘Dans ve Rüya’, 2007’de ‘Zehir, Gölge, Veda’ izlemişti... Daha önce Beyaz Kalp (1999), Yarın Savaşta Beni Düşün (1999), Ufkun Öte Yanı (2000), Duygusal Adam (2009) romanları ve Yazınsal Yaşamlar (2008) adlı deneme kitabı ile tanıdığımız Marías’ın en önemli eseri Yarınki Yüzün’ün ilk cildi ‘Ateş ve Mızrak’ geçen günlerde Roza Hakmen tarafından Türkçeleştirildi. 1951’de Madrid’de doğan Javier Marías, çocukluğunun bir kısmını babası düşünür Juliân Marías’ın çeşitli üniversitelerde ders verdiği ABD’de geçirdi. Baba Julian Marías, Franco döneminde uzun sure hapis yatmıştı. Oğul Javier Marías, Yarınki Yüzün’de babasını ve faşist rejimde maruz kaldığı baskıları doğrudan katmış romanına. Anlatıcının hayat hikâyesi ile yazar arasındaki benzerlikler çok açık. Aslında, yorumcu ya da çevirmenlerden oluşan kahramanlarıyla bütün romanlarında bu tarz benzerlikler bulmak mümkün. Ama ne Yarınki Yüzün ne de diğerleri otobiyografik roman kategorisine girmiyor. Çünkü M... Devamını görmek için bkz. |  |
Said Aydın, “Adı konulmuş eylem”, Kitap Zamanı, 7 Şubat 2011 Bir metin için “uzun zamandır bekleniyor” demek, biraz da harcıâlem bir şey haline geldi yayıncılık dünyasında. Kimin beklediğini bilmediğimiz, bekleme yöntemlerinden haberdar olmadığımız muhayyel bir kalabalığın adına karar verip, onların bu gizli isteklerine cevap veriyormuş gibi yapmak, bir yerden sonra, aslında yayıncılık illüzyonuna dönüşüveriyor. Lakin bazı kitaplar, bazı metinler, hakikaten “çok beklenmiş” oluyor. Türkçeye çevrilsin diye kimse kapıları aşındırmıyor ama dost meclislerinde sık sık dile getiriliyor, çeşitli mahfillerde (artık en çok da internette) serzeniş kabilinden cümlelerle anılıyor. Mesela Virginia Woolf’un bütün öykülerinin çevrilmesini uzun süre bekledik diyebilirim. Halen beklediklerimiz de var, Joyce’un “çok zor” metni Finnegans Wake mesela. Bir de beklentilerimizin karşılık bulduğu zamanlar da oluyor: Javier Marías’nın Yarınki Yüzün isimli romanının ilk cildi, Ateş ve Mızrak ismiyle nihayet Türkçeye çevrildi. “Yaşayan en büyük İspanyol romancı” Marías, yaşayan İspanyol edebiyatçılar arasında hususi öneme sahip bir isim. Edebiyat kamusunda, onun için “yaşayan en büyük İspanyol romancı” diyenler de mevcut. Sadece romancı da değil üstelik; hem deneme kaleme alan, hem de çeviri yapan bir yayıncı. 1951 doğumlu Marías, çocukluğunun bir kısmını düşünür ve akademisyen babasının seyahatlerinden ötürü Amerika’da geçirmiş. On yedi ... Devamını görmek için bkz. |  |
Metin Celâl, “Yarınki Yüzün”, Cumhuriyet Kitap Eki, 24 Şubat 2011 Yarınki Yüzün'ün beğenilip önemsenmesinin nedeni hem işlediği konu hem de romana verilen yoğun edebi emek. Yarınki Yüzün'ün ilk cildi Ateş ve Mızrak adını taşıyor. Londra'da yaşayan İspanyol çevirmen Jaime Deza 'keskin bir gözlem ve çözümleme yeteneğine sahip' bir kişi. Birkaç dakika gördüğü, uzaktan izlediği, daha önce hiç tanımadığı bir kişinin bile karakterini çözümlüyor, gerçek niyetini, yalan söyleyip söylemediğini anlıyor. Bu özelliğiyle İngiliz dostlarının dikkatini çekiyor, farkına varmadan çeşitli kereler sınanıyor. BBC'nin İspanyolca bölümündeki işinden sıkıldığını söyleyince de bu özel niteliğini kullanabileceği bir iş öneriliyor. 'İnsan tercümanı ya da yorumcusu' olacaktır. 'insanların davranış ve tepkilerinin, eğilimlerinin, kişiliklerinin, dayanma güçlerinin; esnekliklerinin ve itaatkârlıklarının, gevşek ya da sağlam iradelerinin, tutarsızlıklarının, sınırlarının, masumiyetlerinin, ilkesizliklerinin ve dirençlerinin; sadakat ya da alçaklıklarının muhtemel derecesinin, hesaplanabilir bedellerinin, zehirlerinin ve kışkırtılarının; ayrıca çıkarsamayla varılabilecek hayat hikâyelerinin, geçmiş değil gelecek, henüz gerçekleşmediğinden önlenebilecek hayat hikâyelerinin. Ya da oluşturulabilecek hayat hikâyelerinin' (s. 22) tercümanı ya da yorumcusu. Deza, ismi bile bilinmeyen ya da hiç anılmayan bir İngiliz Gizli Servisi'nde çalışmaya başlıyor. İspanya ve ... Devamını görmek için bkz. |  |
Ömer F. Oyal, “Niçin önüme geleni öldüremem?”, Duvar, Sayı 8, Mayıs-Haziran 2013 Türümüze dair umudu diri tutmaya çalışırız. Görmemeye çalışırız. Bazılarıysa doğrudan insana dair umutların kökenine yönelip, “düşünceden önce gelenler”i dolaşıma sokarlar. Yani kendimize yakıştıramadıklarımızı, yani korktuklarımızı, yani reddettiklerimizi yani hayatın hakiki yüzünü. Kendi kendimize bile fısıldamaktan çekindiklerimizi, kazara fısıldadıysak da utandıklarımızı karşımızda buluverdiğimizde içimizde tatsız bir duygu uyanıverir. Artık “dolaysız hakikat”ler dünyasındayızdır. Nahoş hakikatlere tercüman olan kitaplar rahatsız edicidirler. Akla hemen Schopenhauer’in, Cioran’ın ya da Céline’nin kitapları geliyor. Céline’in gerçekliği kan ve çamur banyosunda vücut bulur, oysa eğitimli İngilizler ve İspanyolların söz konusu olduğu Javier Marías’ın Yarınki Yüzün’ünün üstünün başının tertemiz, ayakkabılarının da pırıl pırıl olduğunu söyleyebiliriz. Öfkeden uzak ve soğukkanlı bir rahatsızlık duygusuna kapılırız. Céline başka bir çağın insanıydı, şiddetle karşılaşmanın çıplak ve dolaysız gerçekleştiği bir çağın. Oysa şimdi şiddet de tıpkı hakikat gibi epey dolaylı yollardan gerçekleşiyor. Bu türden kitaplarla karşılaşmaktan doğan ürküntü geçicidir. İnsan, kendini ikna edebilme yetisine sahip olduğu gibi hangi gerçeklerle bir arada yaşayacağına da karar verebilir çünkü. Uygarlığın dışında. – “Dolaysız hakikat” dolayımlanmamış, düşün... Devamını görmek için bkz. |  |
Hasan Turgut, ''Javier Marias’ın Yarınki Yüzün’ü: yıkıntılardan artakalan'', Mesele Dergisi, Mayıs 2012 İnsanın şimdiki zamanında birdenbire beliren geçmiş, ağır bir şok kaynağıdır. İradi ya da gayri-iradi hatırlanan şey kişiye yeni bir yol açar, hiç ummadığı, aklından geçirmediği dehlizlere dalmasına sebp olurken, çalmadığı kapılara, gözden kaçırdığı mekânlara, unuttuğu bazı vasıflarına tekrar ilgi duymaya başlamasını da sağlayabilir. Ama çoğunlukla, geçmiş, bir felaket gibi çöker üstümüze. Modernliğin gündelik hayat bilgisi hafızanın tahribatı pahasına yaşanırken, öngörülebilir bir durumdur bu aslında. Düşüncenin giderek kısır bir alıştırma sürecine indirgenmesinin mimari olan bu bilgi mevcut iken şüphesiz dünya da aynı kalamaz. Walter Benjamin, “Kulak verdiğimiz seslerde, artık susmuş olanların yankısı yok mudur? Kur yaptığımız kadınların tanımadıkları kız kardeşleri olmamış mıdır? Böyleyse eğer, bizimle geçmiş kuşaklar arasında gizli bir antlaşma var demektir. Bu dünyada bekleniyorduk biz,” derken,1 sadece mesiyanizme atıf yapmıyordu. Bizden önce yaşayanların bizim üstümüzdeki haklarından, hayatın sarsılmaz bir zincirin toplamı olduğundan, hayat denen diziler toplamının ölüler ve ölü olmayanların müşterek birlikteliğinden kurulduğundan, bilmediğimiz, görmediğimiz, duymadığımız kişilerle aramızdaki gizli bağdan da bahsediliyordu burada. Benjamin kendi özgül tarihsel koşullarının sonucunda kurguladığı tarihsellik zincir... Devamını görmek için bkz. |  |
Oylum Yılmaz, ''Anlatmak armağandır, zehirli bir armağan...'', Sabitfikir, Mart 2011 Javier Marías, kimilerine göre yaşayan en büyük edebiyatçılardan biri… Peki ama neden? Günün eğilimlerinin aksine edebi bir dile sahip olması, bu edebi dille siyasetten tarihe geçmişle, bugünle ve gelecekle hesaplaşması ve sanırım en mühimi de bütün bunlar ekseninde beklenmedik bir şekilde yüreğimize dokunmayı başarması... Biz Türk okurları onu Beyaz Kalp, Yarın Savaşta Beni Düşün, Ufkun Öte Yanı, Duygusal Adam romanları ve Yazınsal Yaşamlar adlı deneme kitabı ile tanıyoruz. Şimdi yazarı alması beklenen Nobel Ödülü’ne bir adım daha yaklaştıran Yarınki Yüzün üçlemesinin ilk kitabı Ateş ve Mızrak elimizde. Roza Hakmen tarafından Türkçeleştirilen roman, yazarı Nobel’e ne kadar yaklaştırır bilinmez ama bizi Marías’a çok yaklaştıracağı ortada, diyebilirim. Ateş ve Mızrak’ın kahraman-anlatıcısı Jaime Deza; karısından boşanmak üzere olan, Londra’da yaşayan, İspanyol çevirmen Deza. Boşanmanın ağırlığını üzerinden atamaması, takıntılı bir bağlılıkla karısını, çocuklarını ve evini özlemesi dışında herhangi bir dikkat çekici özelliği yok gibi görünüyor anlatıcımızın. Ancak daha en baştan anladığımız, insanların iç yüzlerini görme konusundaki olağanüstü yeteneği, onu BBC’deki işinden edip İngiliz Gizli Servisi’ne alınmasını sağlayınca, hikaye ilginçleşiyor tabii. Bu yeteneği, Deza’nın üzerine düşen bir gölge, hatta karanl... Devamını görmek için bkz. |  |
A. Ömer Türkeş, "Ateş, mızrak, dans, rüya, zehir, gölge, veda", Radikal Kitap Eki, 5 Ekim 2012 Yarınki Yüzün’ün ilk cildi Ateş ve Mızrak Türkçeye 2011’de , Dans ve Rüya yılın sonuna yetiştirilmişti. Zehir, Gölge, Veda ile üçleme tamamlanmış oldu. İsmini IV. Henry’den alan, Proust’a gönderme anlamına gelecek şekilde yedi bölümden oluşan Yarınki Yüzün, üç ciltlik tek bir roman. Bu nedenle genel bir özet yapmakta yarar var. Zehir, Gölge, Veda’nın başında ve sonunda bir ithaf cümlesi göreceksiniz; “Babam Julián Marías ve doğumundaki adı Peter Wheeler olan Sir Peter Russell’a ayrıca teşekkür borçluyum; onlar hayatlarını bana sunmuş olmasalar bu kitap yazılamazdı. Ruhları bu sayfaların kurmacasında da şad olsun.” Gerçekten de bu uzun hikâyeyi babanın ve Peter Wheeler’in anlattıklarına dayandırmakla kalmamış, onları birer roman kişisi olarak da canlandırmış. Javier Marías’ın babası Julian Marías, Franco döneminde uzun süre hapis yatan bir aydın. Yarınki Yüzün’de onun faşist rejimde maruz kaldığı baskılar önemli bir yer tutuyor. Anlatıcının hayat hikâyesi ile yazar arasındaki benzerlikler çok açık. Ancak anlatılan Marías’ın ya da babasının hayat hikâyesi değil. Zaten Marías’a göre “kimlik gerçekten önemsiz, hayatta olduğumuz gerçeği ise tamamıyla rastlantısal”. Buna karşılık 20. yüzyılda yaşanan acılar fazlasıyla gerçek. İşte o gerçeği, bugünkü kimliklerimizi yaratan süreci ve gel... Devamını görmek için bkz. |  |
Bülent Usta, "Anlatısal dehşet", Birgün gazetesi, 7 Şubat 2018 Sokakta genç bir müzisyen, Bob Dylan’dan “Melancholy Mood” şarkısını çalıyor. Şarkı öylesine uyuyor ki, ertelenmiş bu kış mevsimindeki şehrin ritmine. Caddedeki vitrinlerden birisinde televizyon açık, hep aynı akademisyenler ve yazarlar, savaşı bir komutan edasıyla tartışmaya devam ediyorlar. Bir kanaldan diğerine kravatlarını bile değiştiremeden koştururlarken, muazzam bilgilerine toplumun muhtaç olduğunu düşünüyor olmalılar. Devlet yöneticisi ya da asker gibi bakamıyorum hiçbir savaşa. Bir doktor için savaş, yaralanan ve ölen insanların olduğu bir yerdir, önceliği de insanların yaşamasıdır. Bir edebiyatçı, ölen insanların hikâyelerine bakar; herkes birinin çocuğudur, sevgilisidir, rüyalar görmüş, ağlamış, gülmüş… Çok naif bir bakış açısı değil mi, çok daha yüce anlamlar varken hayata böyle bakmak, bir tür saflık olarak değerlendirilebilir. Asıl çözüm, belki de yitirdiğimiz böylesi bir saflıkta gizlidir. Geçenlerde tesadüfen bir televizyon kanalında artık emekli olmuş bir komutanın konuşmasına tanık oldum. Defalarca çatışmaya girmiş bir subay olarak savaşı anlatıyordu. Cephede geçerli olan tek şeyin hayatta kalmak olduğunu söylüyordu. Askerin eline silahı verir cepheye sürersiniz, ölmemek için öldürmek zorundadır. Javier Marias’ın, Yarınki Yüzün adlı roman üçlemesinin üçüncü cildi Zehir, Gölge, Veda'nın giriş sahnesini hatırlattı emekli komutan... Devamını görmek için bkz. |  |
|