| ISBN13 978-975-342-796-8 | 13x19,5 cm, 336 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Said Aydın, “Adı konulmuş eylem”, Kitap Zamanı, 7 Şubat 2011 Bir metin için “uzun zamandır bekleniyor” demek, biraz da harcıâlem bir şey haline geldi yayıncılık dünyasında. Kimin beklediğini bilmediğimiz, bekleme yöntemlerinden haberdar olmadığımız muhayyel bir kalabalığın adına karar verip, onların bu gizli isteklerine cevap veriyormuş gibi yapmak, bir yerden sonra, aslında yayıncılık illüzyonuna dönüşüveriyor. Lakin bazı kitaplar, bazı metinler, hakikaten “çok beklenmiş” oluyor. Türkçeye çevrilsin diye kimse kapıları aşındırmıyor ama dost meclislerinde sık sık dile getiriliyor, çeşitli mahfillerde (artık en çok da internette) serzeniş kabilinden cümlelerle anılıyor. Mesela Virginia Woolf’un bütün öykülerinin çevrilmesini uzun süre bekledik diyebilirim. Halen beklediklerimiz de var, Joyce’un “çok zor” metni Finnegans Wake mesela. Bir de beklentilerimizin karşılık bulduğu zamanlar da oluyor: Javier Marías’nın Yarınki Yüzün isimli romanının ilk cildi, Ateş ve Mızrak ismiyle nihayet Türkçeye çevrildi. “Yaşayan en büyük İspanyol romancı” Marías, yaşayan İspanyol edebiyatçılar arasında hususi öneme sahip bir isim. Edebiyat kamusunda, onun için “yaşayan en büyük İspanyol romancı” diyenler de mevcut. Sadece romancı da değil üstelik; hem deneme kaleme alan, hem de çeviri yapan bir yayıncı. 1951 doğumlu Marías, çocukluğunun bir kısmını düşünür ve akademisyen babasının seyahatlerinden ötürü Amerika’da geçirmiş. On yedi yaşında yazdığı bir metin ile edebiyat hayatına başlayan Marías, İngiliz edebiyatı eğitimi görüp okuldan sonra çeviri faaliyetine ağırlık vermiş. Çeviri demişken, Metis Yayınları’nın yayımladığı bu metnin çevirisinden ve çevirmeninden de söz etmeliyim. Roza Hakmen, “biz” okuyuculara Proust çevirisiyle büyük “güzellik”ler yapmış, çok kıymetli bir çevirmendir. Bazı metinlerde çevirmenin adını gördüğümüz anda, o kitaba dair fikrimizin değiştiği isimlerdendir de aynı zamanda Hakmen. Bu kitapta da, bizi şaşırtmayan, Türkçeye hâkimiyeti ile muhatap metni “Türkçeleştiren” bir çeviri işine imza atmış. Ateş ve Mızrak 2002’de yayımlandıktan dokuz yıl sonra Türkçeye çevrildi. Bunun ardından 2004’te Dans ve Rüya, 2007’de ise Zehir, Gölge, Veda yayımlanmış. Marías’nın evvelki romanları Beyaz Kalp (1999), Yarın Savaşta Beni Düşün (1999), Ufkun Öte Yanı (2000), Duygusal Adam (2009) isimlerini taşıyor. Yazınsal Yaşamlar (2008) isminde bir de deneme kitabı var. Marías’nın en önemli eseri olarak bilinen Yarınki Yüzün’ün bir hususiyeti daha var: Nobel Edebiyat Ödülü adayları arasında ismi geçen Marías’nın bu yoldaki en önemli metinlerinden biri bu roman. Roman başlığı altında değerlendirilen metinlerin yapısal sorunlarını tartışmanın da bu yazının sınırlarını zorlayacağını biliyorum; üstelik buna ehliyetim olduğunu da düşünmüyorum lakin okuduğum birçok roman için söylendiğini gördüğüm “otobiyografik” tespitinin kolaycılık olduğunu kaydetmeliyim. İnsanın hayatından münezzeh bir “otomatik metin” yaratması, bunun edebiyatını yapması da elbette mümkün ama her metnin, bilhassa romanların, yazarının hayatıyla mutlak bağlantıları olduğunu düşünüyorum. Bu bilginin kıymeti, bence, o romana yaklaşma yöntemimizde devreye giriyor. Biz o metni, anlatıcılar üzerinden, yazarın hayatını “dikizleyen” bir metin olarak mı kurguluyoruz yoksa anlatıcılarıyla arasına koyduğu mesafeyi zaman zaman daraltan yahut hiçleştiren bir edebiyatçının eseri olarak mı? Nerden gelip nereye gittiğimizin resmi Roman eleştirisi konusunda şu an neredeyse yegâne isim olan Ömer Türkeş’in bu roman hakkında söylediklerine kulak kabartmak, bu bağlamda çok mühim. Radikal Kitap’ın 15 Ocak 2011 tarihli nüshasında “Dün, Bugün, Yarın...” başlıklı yazıda, “Oğul Javier Marías, Yarınki Yüzün’de babasını ve faşist rejimde maruz kaldığı baskıları doğrudan katmış romanına. Anlatıcının hayat hikâyesi ile yazar arasındaki benzerlikler çok açık. Aslında, yorumcu ya da çevirmenlerden oluşan kahramanlarıyla bütün romanlarında bu tarz benzerlikler bulmak mümkün. Ama ne Yarınki Yüzün ne de diğerleri otobiyografik roman kategorisine girmiyor. Çünkü Marías’ya göre “kimlik gerçekten önemsiz, hayatta olduğumuz gerçeği ise tamamıyla rastlantısal”...” diyor Türkeş. Marías alıntısıyla desteklediği bu isabetli görüşün ardından, bence bu metni çok doğru bir yerinden yorumlayıp, nihai tespitini yapıyor: “[B]ana kalırsa Peter Weiss’in Direniş Estetiği gerek biçim gerek içerik anlamında daha uygun bir model. Weiss gibi Javier Marías da 20. yüzyılın tarihsel toplumsal gerçekliğini insan hayatlarıyla eleştirel bir yolla ilişkilendirerek siyasi tarihi ve nereden gelip nereye gittiğimizi edebiyat yoluyla sorguluyor.” Evet, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, faşist Franco rejimi, günümüzdeki rejim değişikliklerinin asıl sebebi olarak ABD, sosyalizmin algılanması gibi birçok konuyu tartışmaktan imtina etmeyen Marías’nın “nereden gelip nereye gittiğimizi edebiyat yoluyla sorguladığı” gerçeğinin altı tekrar çiziliyor. |