| ISBN13 978-975-342-953-5 | 13x19.5 cm, 304 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Feyza Hepçilingirler, "Yere Düşen Dualar", Cumhuriyet Kitap, 15 Haziran 2006 Sema Kaygusuz'un "Yere Düşen Dualar" romanı uzun süredir elimde. Notlar alarak, alt çizerek okuyorum; bu yüzden uzadı okuma süresi. Yabancı bir roman okumaya başladığım izlenimine neden kapıldığımı düşündüm önce. Romanın bir adada geçmesi, Rumca adların varlığı mıydı böyle düşünmeme yol açan? Yok. Galiba, kişilerin Sait Güler, Latife Keşal, Osman Melek, Süha Melek diye soyadlarıyla da verilmesi yarattı bu etkiyi. Önce,"... o uykuya dalar dalmaz üstüne sinen deniz kokusu merdivenleri sarmaya başlardı. Sanki terini bir acı gibi içinde tutardı da uyuyunca tere ve acıya söz geçiremezdi" (s.34) gibi, "Sokağa çıkar çıkmaz başıma üşüşen insanlardan kurtulmanın tek yolu, donuk susmaların ustası olmaktı" (s. 37) gibi tümcelerin altını çizmeye başladım. Sonra baktım ki bundan çok daha fazlası var. Üzümü, "Yumurta biçimli, eti beyaz, buğulu kabuğu yakut, çekirdekleri çift sayılı; iki gözlü, çok dillidir" diye tanımlaması, hem dili, hem üzümü iyi bildiğini gösteriyordu yazarın. "Dile ilk değişte baskın bir toprak tadı veriyordu. Genizden aşağı hızla kayarak zınk diye çakılıyordu insanın bağrına. Kırılgan, cam bir kazık oluyor, cam tadında hiçleşiyordu birden" (s. 97) demesinden yazarın şarabı da çok iyi bildiği anlaşılıyordu. Yalnız bu kadar mı? Roman ilerledikçe yazar balık konusunda da kesin konuşuyordu, at konusunda da. Roman kişilerinden birini, "... hangi kayanın altında orfoz uyur, uskumru akını ne zaman başlar, turnabalıkları neden yolunu şaşırır, bütün bunları bilmekle kalmaz, zamanı balığın algısıyla aynı tartımla duyumsar" (s. 159) diye anlatıyor, dedenin ağzından atın nasıl olması gerektiğini, bilgisinden kuşku duyurmayacak biçimde aktarıyordu: "Dişleri düz, ince; alt dudağı üst dudağından daha uzun olmalı bir atın. Burnu yukarı çekik görünmeli ki rahatça soluklansın; alnı aynı böyle yassı, kulakları uzun görünmeli (...) tırnakları uzun ve siyah, ökçesi değirmi olmalı; hayası, kirpiği, yelesi, kuyruğu siyah olmalı ki atın hünerinden kuşku duyulmasın." (s. 107) Daha önce öyküleriyle sesini duyurmuş, öyküleriyle ödüller kazanmış Sema Kaygusuz'un ilk romanı bu. İlk roman olduğu için, biraz süslü, biraz özentili olmasını doğal karşılamaya hazırdım okumaya başlarken. Oysa, "Her adımda değişmesi gerekirken hep aynı görüntüyü veren paspartusuz bir orman taşıyordu sırtında" tümcesindeki "paspartusuz orman" tamlamasında olduğu gibi zaman zaman zorlama izlenimi veren sözcükler kullansa da genel eğilimi bu değil. Değişik, unutulmaya yüz tutmuş; hatta tümden unutulmuş, az bilinen sözcükleri uyudukları yerden çıkarıp kullanmayı seviyor. Az kullanılan sözcükler arasında eski olanlar da var, yeni olanlar da: "pelür, fosforışıl, ufunet, bungun, fırlak, fışkı, ebleh, arduvaz, içkin..." Hiç duymadığım, ilk kez bu romanda karşılaştığım, "pürç, helis, lığ, çekmen" gibi sözcükler de geçiyor romanda. Yerel sözcükler midir bunlar, bilmiyorum. "Ben kendimi pürç sanırdım" (s. 129) denmiş örneğin. "Helisle kestiğin sağ kolun mu?" (s. 132) diye sorulmuş, "lığ" sözcüğü "lığlı toprak" biçiminde kullanılmış. Yeni anlamlar kazandırarak parlattığı sözcüklerin, taze benzetmelerin, alışılmadık söyleyişlerin de üzerinde durulmalı. Daha doğrusu, üzerinde durulacak çok şey var. |