Ayşe Başak, “Hayata tutunanların romanı”, Kitap Zamanı, Sayı 57, 4 Ekim 2010
Okuyanlar hatırlayacaktır, Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’inin en genci Aleksey Fyodoroviç Karamazov, kısaca Alyoşa, romanın sonunda genç arkadaşlarına hayatı kucaklamalarını öğütler. Karamazov Kardeşler’in iyilik sembolü, meleksi karakteri Alyoşa gibi Andrey Platonov’un etkileyici romanı Can’ın başkahramanı, bir azizi hatırlatan Nazar Çagatayev de Orta Asya bozkırlarında karşılaştığı unutulmuş insanları hayatın yaşamaya değer olduğu konusunda ikna etmeye çalışıyor. Bu her zaman çok kolay olmasa da...
İdealist genç adam Nazar Çagatayev, yazarı Andrey Platonov ile karşılaşsa onu bu konuda ikna edebilir miydi? Platonov, tüm yaşadıklarından, sistemin ve düzenin ona yaptıklarından sonra yine hayata tutunur muydu? Bu sorunun cevabı yazarın kısa hayat öyküsünde saklı. Platonov, Can romanının kahramanı Çagatayev’i kendi deneyimleriyle yaratmış, onu kendi hamurundan yoğurmuş. Kahramanı aracılığıyla umut vermeyi, yaşama duyulan inancın dönüştürücü gücünü hafife almamayı öğretiyor. Açlığın, bitmeyen acıların, yokluğun, bir kenara itilmişliğin kader olmadığını bir halkın uyanışıyla anlatan Platonov insana, doğaya, hayata olan sevgisini ve merhametini okuyucularına da aşılıyor.
Yasaklı yıllar
Andrey Platonov, kalemiyle, dönemi ve konuları ele alış biçimiyle dikkat çeken devrim sonrası Rus yazarlarından biri olmasına rağmen yakın zamana kadar neredeyse unutulmuştu. Devrime yürekten inanan ama devrim düzenini kıyasıya eleştirmekten de geri kalmayan Platonov, 24 Ekim sonrasının tanıdık yüzlerinden, çağdaşları Gorki ve Şolohov gibi adını yaşarken geniş kitlelere duyuramadı. Stalin rejiminin baskıcı politikaları nedeniyle dünya edebiyat sahnesine çıkışı da çok geç oldu.
1899 yılında dünyaya gelen Platanov’un yazı macerası 18 yaşında başladı. Eğitimini bir mühendis olarak tamamladı, Kızıl Ordu’da savaştı. Gorki’den destek gördü ama onun yürüdüğü yolu tercih etmedi. Devrimin resmî yazarı olmak yerine eksiklerini düzeltmeye çalışan bir yazar olmak istedi. Yola çıktığında devrimin tutkulu bir savunucusuydu, ama çok geçmeden yıkım, açlık ve zulümle karşılaştı ve inandığı değerlerin büyük bir hayal kırıklığına dönüşmesini izledi. Komünizm ve sanayi tarafından inşa edilecek altın geleceğe olan inancını kaybederken, bu durum onun edebiyatına nüfuz ederek daha derin bir anlayışla yazmasına neden oldu. Kaderi Stalin’in, yazdığı bir hikâyenin üzerine düştüğü notla değişti: “Süprüntü!”. Rejim düşmanı damgasını yemişti bir kere.
Platonov, yaptıklarının ideolojik bir hata olarak kabul edilmesi için özür diledi ancak bu, işe yaramayacaktı. Cezası, onun yerine henüz 15 yaşındaki oğlu Gulag’ın rejim muhalifliği suçuyla toplama kamplarına gönderilmesi oldu. Hastalanan Gulag’a refakat eden Platonov da oğlu gibi tüberküloza yakalandı, iyileşemedi ve 1951 yılında öldü. Kruşçev döneminden itibaren ülkesinin büyük yazarlarından biri olarak kabul edilse de dünya onu ancak 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin yıkıntıları içinde keşfetti.
Yoksulun aklı, hayal gücüdür
Platonov, yine de görece olarak Batı’da pek bilinmiyor. Bunda onun nitelikli, kendine has nesrini hakkıyla çevirmenin zor oluşunun payı büyük. Platonov, çevrilmesi zor bir yazar ve içinde yaşadığı sosyalist ütopyayı eleştirmek için kullandığı yoğun sembolizm nedeniyle bu 150 sayfalık kısa romanı çevirmek meşakkatli olmuş gibi görünüyor. Çevirmen Günay Çetao Kızılırmak, iyi bir iş çıkarmış. Yazarın şaşırtıcılığını, dilinin tazeliğini, kendine has tarzını aktarmış. Sovyet Dönemi’nin bu önemli eserini ilk kez Türkçeye kazandıran Metis Yayınları’nın rolünü de unutmamak lazım. Eserin İngilizceye ilk olarak 2003 yılında çevrildiğini de bir not olarak aktaralım.
1930’larda, Puşkin ve Tolstoy’un ayak izlerini takip eden Platonov, Orta Asya’ya gitmişti. Karşılaştığı dramatik manzara, eski uygarlıkların kalıntıları, hayatın buradaki tuhaf akışı ona ilham verdi. Bu deneyim ona “can”ı öğretti. Ruhu ve hayati bir güç olarak yaşamı anlatan bu kelime ve uçsuz bucaksız stepler ona Can’ı yazmanın yolunu açtı.
İdealist, etkileyici, insanları peşinden sürükleyen, fedakâr, merhametli Nazar, daha iyi bir gelecek için oğlu Nazar’ı uzaklara gönderen yaşlı annesi, açlık yüzünden gözlerini kaybeden ve 11 yaşındaki kızını bir eşeğe karşılık satmak isteyen molla, babasız bir çocuğu dünyaya getirmeye hazırlanan Vera. Bu epik anlatıda unutulmaz karakterler yaratan Platonov “yoksulun aklı hayal gücüne”, yolculuklara, tercihlere, yeni bir hayat arzusuna, aşka, yaşama tutunmaya, halkın ortak mutluluğu bir elden kurmasına yer veriyor.
Can, özetle modern insanın güçlüklerle dolu mutluluğu arama yolculuğunun hayatı ve aşkı anlayıp kabul etmesinde yattığını anlatıyor gözükse de mistik derinliği olan, Hıristiyanlığa özgün sembolleri varoluşçulukla harmanlayan, Feridüddin Attar’ın Mantık-al Tayr adlı eserine, Dante’nin İnferno’suna atıfta bulunan, 150 sayfada çok şey anlatan bir roman.