| ISBN13 978-975-342-775-3 | 13x19,5 cm, 152 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Behçet Çelik, “Canlı olmaktan utanmak”, Notos Edebiyat Dergisi, Aralık 2010-Ocak 2011 “Kimi zaman canlı olduğu için neden utandığını, kendisini kadın gibi, insan gibi hissettiği, mutluluk ve keyif istediği için ne diye üzüldüğünü açıklayamıyordu.” Can’ın arka planda kalan kişilerinden Ksenya’nın duyguları böyle tanımlanır romanın sonlarında. Bir gün önce de Ksenya’nın yüzünün kızarması, “alınan zevkten ötürü yaşamın ayıp bir iş gibi göründüğü gençli[ğiyle]” ilişkilendirilmiştir. Ksenya, romanın başkahramanı Çagatayev’le yıllar sonra karşılaşınca “baş edemediği [bir] heyecan[a]” kapılmıştır. Ksenya’nın duyduğu heyecanın “utanç” içermesi ilgi çekicidir. Mutluluk istiyor olduğu için, ya da “aldığı zevk”ten utanmaktadır, ama yaşının gereği olan utanç duygusunu aşan bir yan daha vurgulanır ?“canlı olduğu” için de utanmaktadır. Bu noktanın altını çizmemin nedeni roman boyunca böylesi hisleri bizim de duyuyor olmamız. Kendilerine “Can halkı” diyen bir grup insanın Orta Asya çöllerinde verdiği yaşam savaşı ve bizim bildiğimiz anlamlarıyla “yokluk” ve “yoksunluk” kavramlarının yanında “bolluk” olarak algılanabileceği ölümcül yoksullukları karşısında utanç duymadan bu uzun öyküyü okumak pek olanaklı değil doğrusu. Platonov’un anlattığı yoksulları John Berger bir yazısında şöyle tanımlar: “Varları yokları ellerinden alınıp içlerinde uçsuz bucaksız bir boşluk oluşan ve bu boşlukta ruhlarından, yani sadece hissetme ve acı çekme yeteneklerinden başka bir şeyleri kalmayanlar.” Evet, onların “sadece hissetme ve acı çekme yetenekleri”yle nasıl varlık savaşı verdikleri utanarak okuyoruz Can’da. Platonov SSCB’nin kuruluş dönemlerinden bir hikâye anlatıyor. Orta Asya çöllerinde yaşayan Can halkını komünizme kazandırmakla görevlendirilen Çagatayev’in ve Can halkının yaşadıkları... Romanı, Sovyet rejimi bağlamında da okumak olanaklı; Platonov’un rejim yanlısı ya da karşıtı olup olmadığı sorunsalı çerçevesinde değerlendirenler de olabilir. (Stalin döneminde böyle değerlendirildiği kesin. Can’ın ve öbür yapıtlarının yayınlanması bu nedenle on yıllarca yasaklanmış.) Bununla birlikte, Platonov’un anlatısı bu bağlamın dışına çıkılarak değerlendirilmeyi hak ediyor. Komünizmin gerekliliği ve olanaklı olup olmadığı gibi soru(n)lar hakkında insanı yeniden düşünmeye yönlendiren bir metin Can. Örneğin Çagatayev, yaşamın anlamını bulmuş gibidir: “Hakiki ortak yaşam mutluluğunu kuracağı günü hazırlıyordu: O mutluluk yoksa uğraşacak şey de yoktu ve utanca mahkûmdu yürek.” Yazının başında söz ettiğim “utanç”la burada da karşılaşıyoruz. Ya ortak yaşam mutluluğu ya utanç, demektedir Çagatayev. Bu önerme, “Ya sosyalizm ya barbarlık” önermesinin ahlaki planda yeniden ifadesi olarak okunamaz mı? Bencil mutluluğu utanmazlık olarak gören bir yaklaşımdan söz edilemez mi burada? Komünist rejimin başkentinde yaşayan Ksenya’nın duyduğu utanç biraz da bu ortak yaşam mutluluğunun yaşama geçememiş olmasındandır. Peki ya, bu olası ortak yaşamın yerleşikleri? Onlar ne durumdadır? Öyle bir sefalet içerisindedirler ki, Berger’in deyişiyle ruhları da öylesine yoksun ve öylesine boşluktadır ki, onlara bir ortak yaşam ütopyasından söz etmek bile utanmazlık olarak görülebilir. Çagatayev de bunun farkındadır: “Çagatayev’in içi, halkının komünizme ihtiyacı olmadığı fikrinin kederiyle sızladı; halkın tek istediği, rüzgâr bedenini boşlukta yavaş yavaş dondurup savurana kadar kendinden geçmekti.” Bir başka yerde, Can halkının karınları doyduğunda “kendilerini anımsamak için hafızalarını zorlamaksızın var olduklarını hisse[debildiklerinden]” söz edilir. Satır aralarında çok ilginç noktalara ilgi çeker Platonov. Çagatayev’in Can halkının bir üyesi olan annesi oğlundan sürekli eşya ister yıllar sonra karşılaştıklarında. Bunu mülk edinmekle ilişkilendirmez Platonov: “Sırf daha fazla eşyası olsun, bu sayede de ev içindeki meşguliyetleri çoğalsın diye rica etmişti bunu,” der ve ekler: “açgözlülük etmeye yetecek insani güce sahip değildi.” Mülkiyet sorununu da önceleyen bir şeylerin varlığını duyurur böylelikle ?var olmak, var kalmak sorunudur bu. Üstelik bu durum yalnızca insanın doğa karşısında düştüğü bir hal de değildir; “kölelik” de bu anlamda bir var olma, var kalma sorunudur. “Sömürünün her türlüsü insanın ruhunu sakatlamakla, onu ölüme alıştırmakla başlar,” diye düşünür Çagatayev. Onun yaşam amacı şöyle ifade edilir zaten: “Mutsuz insanın içinde doğumundan itibaren saklı duran mutluluğun dışarı taşmasına, kaderin eylemi ve gücü olmasına yardım etmek istiyordu.” Platonov’un Can’da üzerinde durduğu bir konu da “başkaları”dır. Metnin olumsuz kahramanı Nurmuhammed, “canlıların sayısı azaldıkça, çölde olsun, yeryüzünde olsun payına daha fazla mal düşece[ğini]” düşünür, oysa Can halkından İhtiyar Vanka, yabancılar için, “Yaşasınlar,” der, “fazla insandan fakir olunmaz...” Bürokrasinin temsilcisi olarak öyküde karşımıza çıkan Nurmuhammed’in indinde başkaları onun payını azaltmaya adaydır, oysa yoksulluğun en dibine düşenler başkalarını tehdit olarak algılamaz. “Ölü gibi yaşamasını becerdik[ten] sonra, “adam gibi yaşamak zor gelmeyecek[tir]” onlara. Başkalarını tehdit olarak algılayıp algılamamak ahlaki bir tutum ya da bir bilinç sorunu (“bolluk bilinci” ya da “yokluk bilinci”) olarak değerlendirilebilir, ama bu tutumun maddi temelleri olduğunu sezdirir Platonov bize. Sosyalist gerçekçi edebiyatta olduğu gibi en yoksullar sınıf bilincine sahip oluvermez onun eserlerinde; yaşadıkları şeylerin benliklerinde, ruhlarında bıraktığı iz dayanışma duygusuna bile evrilmez, yaşamanın ne zor olduğunun farkındadırlar ve her insan için böyle olduğunu, olabileceğini sezerler. |