| ISBN13 978-975-342-602-2 | 13x19,5 cm, 232 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | M. İlhan Atılgan, “Bir ezelî mağlup için mini portre”, Kitap Zamanı, 2 Nisan 2007 Kimi yazarları sevmek için, edebiyatın insana asil bir huzursuzluk verdiğini peşinen kabullenmek gerekir. ‘Mağluplar, tutunamayanlar, ötekiler’; ne derseniz deyin, bu soy yazarların bir listesi yapılsa üst sıralara yazılacak isimlerden biri Emil Michel Cioran’dır. Bu tuhaf adamı ve acıtan yazılarını geç tanıyanlardanım. İyi yazının yeraltından ilerlediğini Kafka’dan bu yana biliyoruz, yine de böyle bir mazeretin ardına sığınıyor değilim. Son on yıldır Kenan Sarıalioğlu’nun, Sadık Erol Er’in çabaları ve Haldun Bayrı’nın leziz çevirileriyle Türkçede azımsanmayacak, tutkulu bir okur kalabalığı edinmişti Cioran. Benim onunla ertelenmiş tanışmamsa, başka bazı okurlar gibi, yakın zamanda oldu, Metis Yayınları’ndan çıkan Ezeli Mağlup adlı söyleşiler kitabıyla. Yazarın iç dünyasını ele verenin metinlerinden çok doğaçlama konuşmaları olduğunu da unutmadan, Ezeli Mağlup’un Cioran okumalarına benzersiz bir başlangıç olacağının garantisini verebilirim. Bir Rumen düşünürü ve ahlâkçısı olan E.M. Cioran’ı çağdaşlarından ayıran şeyi, Balkanlara has can sıkıntısıyla Batı düşünce geleneğini çok iyi bilmenin ve Doğu mistisizmine hayranlığın kesişimi diye tanımlayabiliriz. 1911 doğumlu düşünürün yaz(g)ısı, 26 yaşındayken felsefe tezi yazmak için gittiği Paris’te biçimleniyor. Paris öncesi, Rumence yazdığı Ümitsizliğin Doruklarında nın aslında bütün düşüncesinin tohumlarını taşıdığı söylenir. Bu dönemde, üzerine lisans tezi yazdığı Bergsonculuğu hayatın trajik boyutundan uzak kalmakla suçlar (ilk Cioranvâri kıpırdanmalar!) ve asıl kırılma Paris’te artık Fransızca yazmasıyla başlar. Çift dilli olmanın hem ikilemini hem nimetlerini tadar Cioran. Paris’e gidiş sebebi olan tezi asla yazmaz. Bilginin okuyarak değil acı çekerek kazanılacağını öne süren düşünürün, akademik felsefeyi ve sistemli düşünceyi sabote eden tavrını anlamak zor değil. Cioran, üslubuyla, bence önümüzdeki yüzyılda felsefe yapmanın tek yolu olan ‘parçalı yazı’nın da en önemli yol açıcılarından sayılmalı. Tüm hayatını bir otel odasında, uykusuz ve mesleksiz geçiren (Ölüm fikrine saplanan kişi, hangi meslekle uğraşabilir ki?) Cioran’ın düşünce güzergâhı, çağdaşı Doğulularla benzeşiyor: O da Batı’ya gittikçe kendi Doğu’sunu bulmuş. Bir Macar köylüsünün ulaştığı bilgeliğe bütün felsefe tarihini okuyarak ulaşamayacağını; ama hayatını başka yerde mahvetmektense Paris’te mahvetmeyi yeğlediğini söylüyordu. 1995’teki ölümüne kadar hayatı böyle akıp gitti; ‘ertelenmiş intiharlarım’ dediği kitaplar, uykusuz geceler ve aylaklıkla! İlgisi, Hint düşüncesi üzerinde de yıllarca konaklayan Cioran’ı, sadece bu yönüyle değil, gür tonuyla da Cemil Meriç’e benzetiyorum. Tarih boyu insanoğlunun uğradığı her türlü inanışa merak saran Cioran’ın İslam’ı gözden kaçırmasını ise talihsizlik diye nitelemek bile hafif kalır, kanımca. Ezeli Mağlup’taki söyleşilerden arta kalan, sanki Cioran’ın çok çok sevdiği Dostoyevski’nin bir kahramanının portresi: Çelişkili, uykusuz, başarısızlığın büyüsüne kapılmış, arızalı tiplere düşkün. “Tüm kayıplar birer kazanımdır,” diyen, mıknatıs etkisine sahip bu kavruk yazının, şimdi yaşadığımız çağda değilse de, yaşadığımız toplumda bütünüyle anlaşılması zor görünüyor. Okuru sopalayan, zehirli bal tadını sürekli zihninin bir köşesine iliştiren, her sayfada altüst eden bu tuhaf, şedit adamı okumakta yarar var –yüzdeye vurulsa, kaçta kaç böyle yazar? Duyarlı okur için hatırlatma: Cioran’ın üstüne Kulluk Kitabı’nı veya 17. Söz’ü okumalısınız. Zihni ayıltır, zehri alır. |