Nahide Nagehan Akyol, “Nurdan Gürbilek’in ‘Örme Biçimleri’”, Sabit Fikir, Kasım 2023
Edebiyat eleştirmeni yazar Nurdan Gürbilek, Örme Biçimleri’nde örme ile edebi eserler arasındaki bağlantıları Freud ve Woolf arasında kurduğu bağdan başlayarak didişmeyi seçtiği Bilge Karasu, Latife Tekin, Bergson, Arendt gibi yazarların seçki metinleriyle ortaya koyuyor. Yazar, “Bugün yazıyı sadece silah mecazıyla değil (‘kalem kılıçtan keskindir’), aynı zamanda bir ‘dokuma’, bir ‘örgü’, bir ‘ağ’ olarak düşünüyorsak, bunda ‘Virginia’nın Ağı’nın da payı var. ‘Çekiçle felsefe’ (Nietzsche), ‘baltayla yazı’ (Galeano) oluyorsa, dokuyarak, örerek, ağ oluşturarak yazmak neden olmasın?” diyor.
Nurdan Gürbilek, edebiyat metinlerine deneme ile incelemenin kesiştiği ince çizgiden bakabilen, eleştiriden ziyade açıklama getiren, ona kendinden bir şeyler katabilen ve en önemlisi hayatı yeniden tanımlama arzusuyla yazan ve okuyan birisi. İlk kitabı Vitrinde Yaşamak ile tanıdığımız, hayatı edebiyat üzerinden okuma serüvenine biz okuyucularını da dâhil eden Gürbilek “Hiçbir şey sadece tek bir şey değildir” ilkesinden hareketle kaleme aldığı ve Virginia Woolf’tan esinlenerek isim verdiği yeni deneme kitabı Örme Biçimleri ile yeniden karşımızda.
Örme Biçimleri; kendi içerisinde alt başlıklara ayrılan toplam altı ana bölümden oluşuyor. İlk üç bölümde Virginia Woolf, Bilge Karasu ve Latife Tekin’i gerçek anlamda “örgü örme”yle ele alıp “Gülme Biçimleri”yle başlayan sonraki bölümlerde olay örgüsü üzerinden kelimenin ve anlatının gücünü ortaya koyuyor. Anlatılandan ziyade ortaya konulanın, sergilenenin etkili olduğunu göstermek isteyen yazar, örmeyle başladığı metinleri biçimle bitirerek kitabın isminin hakkını veriyor. “Bugün yazıyı sadece silah mecazıyla değil (‘kalem kılıçtan keskindir’), aynı zamanda bir ‘dokuma’, bir ‘örgü’, bir ‘ağ’ olarak düşünüyorsak, bunda ‘Virginia’nın Ağı’nın da payı var. ‘Çekiçle felsefe’ (Nietzsche), ‘baltayla yazı’ (Galeano) oluyorsa, dokuyarak, örerek, ağ oluşturarak yazmak neden olmasın?”
Yıkıma karşı onarım
Gerek bilinçaltı gerekse bilinç düzeyindeki fikirleriyle İngiltere’nin ataerkil düzenine ve genelleştirilmiş normlara karşı açık ve cüretkâr bir şekilde karşı çıkan Woolf ile kitaba başlıyor Nurdan Gürbilek. Ancak burada resmedilen pek de alışık olmadığımız, koltuğunda örgü ören bir Woolf. Kendine Ait Bir Oda eserinde dışardalık kavramına vurgu yaparak dışarıda olmanın kadınların toplumsal sorunları daha net şekilde fark etmesini sağlayacağını anlatan Woolf, bu portrede evde ve örgü örmekte. Bu ikircikliği şu sözlerle ifade ediyor yazar: “Kadın-erkek bölgelerinin kalın sınırlarla ayrıldığı bir Victoria dönemi ailesinde büyümüştü Woolf. Baba denemeci, eleştirmen, düşünür; annenin sekiz çocuğu var. Biri sözcüklere hükmeden babanın bölgesi, diğeri aile hayatının zorlu sanatında ustalaşmış bir madame tricote’un (‘ören bayan’)...”
Kendine Ait Bir Oda adlı eserinde Woolf’a göre kadın ancak dışarıda bırakıldığında sorgulayıcı ve meraklı kimliğini ön plana çıkarabilir ve içeride olmanın verdiği mahkûmiyetle ilişkili sorunları sorgulayabilirdi. Gürbilek’e göre Woolf “Kadınların gündelik işleriyle sanat arasındaki kalın sınırı yıkan bir modernizmin başlatıcısı”dır. Yine Gürbilek, Woolf’un romanlarında örgü ören karakterlerin “yıkıma karşı onarma gücünü, parçalanmaya karşı bütünleştirmeyi” temsil ettiğini ifade ediyor: “Yıkım dolu bir dünyada bir anayurduna, hazır bulduğu bir kadınlık bölgesine sığınmak için mi yazıyordu Woolf?” Bilgiye ve bilgi merkezlerine erişim hakkının elinden alınması, kadınların eğitim hayatındaki en büyük engellerden biriydi. Woolf’a göre kadınlara hayatın her alanında kendi iradeleriyle hareket etme hakkı tanınmalı, ev sınırları içindeki rollerinin dışına çıkarak kamusal ve toplumsal yaşamda hareket etme, kendini ifade etme hakkına sahip olmalıydı. “Kadınların ‘dünyanın geçmişini ve geleceğini düşünmek, kitaplar üstüne düşler kurmak ve düşünce oltasını nehrin derinliklerine sallandırmak için’ boş zamana ve bağımsız bir mekâna ihtiyaçları vardır.”
İnceleme alanına aldığı yapıtlara kendi bakışını dayatmak yerine yapıtın asıl probleminin ne olduğunu anlayacak şekilde yakından bakıyor Gürbilek. Ele aldığı eserlerin iç çelişkilerini, ara bölgelerini kurcalayarak ilerleyen yazar, Bilge Karasu’nun “İkisini de yermek, ikisini de övmek kolay. Kolay olmayan, ara konumu seçmek. Nereye varıldığını anlamak, nerede durulduğunu bilmek, değişenin değerini tartabilmek” dediğini tam olarak yapıyor. “Yazarın kendi dilini bulması diye bir şey yoktur, o dilin hep yeniden bulunması gerekir” diyen Gürbilek’e göre “Karasu’da bir gelenek varsa, diye düşünebiliriz şimdi, ustanın ‘yıllar boyu edindikleri bilgiler’in çırağa aktarılmasıyla oluşmuş, tatlı tatlı uzayan bir devam zinciri değil, ölmeyen sevginin öldürücü olduğu bir agon (çatışma, güreş) geleneğidir.”
“Yazarlığı bir dil yaratmak” olarak tanımlayan Bilge Karasu’yu Gürbilek şöyle tarif eder, Türkçenin Karasu Lehçesi başlıklı yazısında: “Türkçede seslendirilmemiş olanı var edebilmek için Türkçenin içine bir yabancı dil yontmuştur Bilge Karasu. Öz Türkçenin belleksiz toprağında kendi tuhaf çiçeğini yetiştirdi. [...] Çok çalışan, sıkı çalışan kendi dilini de doğurur. Bir zamanlar öz Türkçe denen, o zaman bu zamandır; kimsenin kullanmadığı o ölü dil bugün en çok onun dilidir.”
Bizden olan malzemeyi etkileyici bir dille bize sunan Latife Tekin’in eserlerine yoksulluk, halk ve çatlak kavramları üzerinden eğiliyor Gürbilek. “Onu yeni kılan sadece sahneden çoktan çekilmiş bir köyü içeriden bir bakışla anlatması değil, sözlü kültürün yazılı kültürle karşılaşmasıyla ortaya çıkan uyumsuz seslerden Türkçenin içinde bir yabancı dil yaratabilmiş olmasıydı.”, “Latife Tekin, kendi yazınsal halkını (“yoksullar”) “halk” sözcüğünü parçalayarak oluşturdu.”, “Her yazar yoksullar arasında dolaşırken kendi yoksullarını yaratır.”, “Yazar kendi çatlağına bakıyor, kendi kayıplarında dikkati.”
Sanatla karşılaşmak ve alkışlar
Bağlaç yazı diye tanımladığı “Gülme Biçimleri” bölümünde sanatın neşeyle ilişkisini Adorno’dan başlayarak Bahtin, Bergson, Arendt ve diğerlerinden alıntılarla Ulus Baker’e kadar getiriyor Gürbilek. “Gülmenin de biçimleri vardır. Bahtin’in bir korku toplumunda canlandırmaya çalıştığı “grotesk kahkaha” ile Adorno’nun yakın tarihin acıları üstünde tepinen kalabalıklarının kahkahası aynı şey değil.”
Nurdan Gürbilek, bu kitabında örme ile edebi eserler arasındaki bağlantıları Freud ve Woolf arasında kurduğu bağdan başlayarak didişmeyi seçtiği yazarların seçki metinleriyle ortaya koyuyor. Kitap, okuruna çeşitli konular çerçevesinde pratik bilgiler sunmak yerine okuru da okuma süreçlerinin bir parçası kılarak birçok konuya değinmekle kalmayıp onu her yönüyle çözümlemeye çalışıyor. Örmeyle başladığı kitabını biçimle bitiren yazar, biçimin güçlü ve zayıf olduğu anları şu şekilde ifade ediyor: “Sanatla karşılaşmamız ne kadar rastlantısal ise Biçim’in üzerimizdeki etkisi o kadar zayıftır. Sokaktan geçerken kulağa çarpan bir Chopin, konser salonunda çalınan Chopin’den; beklemediğimiz anda karşımıza çıkan bir dize, şiir gecesinde coşkuyla alkışladığımız dizeden daha az biçimsel bu yüzden daha güçlüdür. Çünkü ikincisinde çoktan kurulmuş bir mimetik oyuna gömülürüz: Alkışlarız çünkü başkaları alkışlıyordur. Coşku duyarız çünkü başkaları coşku duyuyordur. Hayran kalırız, çünkü başkaları çoktan hayran kalmıştır. Oyunun dışına düşmemek için biz de kendimizi çılgınca alkışlarken buluruz.”