ISBN13 978-975-342-996-2
13x19,5 cm, 208 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Kuş Diline Öykünen, 2004
Ağlayan Dağ Susan Nehir, 2007
Kış Uykusu, 2009
Başka Aşklar, 2011
Güzel Ölümün Öyküsü, 2019
Arkası Mutlaka Gelir, 2020
Anatomi Dersi, 2022
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Semih Gümüş, "Ara tonları yaşayamadan geçen yıllar", Radikal Kitap, 17 Nisan 2015

Hayatın anlatılmaya değer yanları, romanın başını sürekli ağrıtır. Bilinenlerle yetinmeyip onları edebiyatın büyülü dili ve romanların gerçekten daha inandırıcı dünyası içinde yeniden okumak, vazgeçilmez bir istektir. Daha doğrusu, bilinen ya da içinde yaşanıp unutulmazlaşmış hayatları kurmaca dünyaların içinde yeniden yaşama tutkusudur bu. Yaşandığı günler kadar heyecan verebilir.

Anlatılmaya değer hayatlar varsa elbette. 1960’lardan 1980’lerin sonuna kadar yaşadıklarımız, bize içinde yaşarken, okuduğumuz politik romanlarda anlatılanlardan farksız gelirdi. Başlangıçta görmüyorduk bunu ama yıllar içinde yaşananlar gitgide sertleşip inançlarımız sanki karşılıklarını görecekmiş gibi hissettiğimiz zamanlar, bizim için benzersiz hayaller gibiydi. Demek gerçek hayat, rüyalarda yaşananlarla örtüşmeye başlamıştı. Neden sonra yaşanan büyük yenilgi de. Yanı başımızdaki ölümlerin ve altında kaldığımız acımasız şiddetin yol açtığı duygu tanımsızdı. Konuşarak anlatmak yerine, yazılmayı bekleyecekti. Karşılığını ancak edebiyatta bulabilecek bir tarihin içinden geçtiğimizi biliyorduk.

Bütün ayrıntılarıyla anlatıldığında şimdi bir masal gibi gelen hayatlar, belki daha pek çok romana konu olacak. Ayşegül Devecioğlu’nun romanları, kendisinin de parçası olduğu o yenilgiler tarihinin içinden çıkıyor. Ayşegül Devecioğlu’nun üçüncü romanı Ara Tonlar, içinde yaşayanların anlatmadan yapamayacağı yıllar içinden alınmış bir kesitin hikâyesi. 12 Eylül darbesinden sonra ortadan kaybolan ve öldüğü düşünülen Demir’in yirmi yıl sonra ansızın çıkıp gelmesinin eski arkadaşları üstündeki etkilerini anlatıyor.

Politik bir roman

12 Eylül’den önce devrimci hareketin özverili militanları olmuş, sokaklardan ve gecekondu mahallelerinin çamurlu yollarından geçmiş, ölenleri uğurlamış, kendileri ölümü göze almış, kimileri tutuklanıp işkence tezgâhlarına çekilmiş bir grup arkadaş. Yaşadıklarından yirmi yıl sonra, şimdi kimileri evli, iş güç ve şirket sahibi ama geçmişe bağlılıklarını herkes kendince sürdürüyor.

1985’te ortadan kaybolan Demir’in, kendi çevresinde yaratılmış söylencenin ağırlığını, taşınması zor bir yük gibi arkadaşlarının üstüne atarak çıkıp gelmesi, herkesin yaşadığı hikâyeyi değiştirmeye yetmiştir. Bir zamanlar sert bir devrimci gençken şimdi vazgeçemeyeceği bir hayat kurmuş olan Serpil, “Yani, kimse kendini kandırmasın,” der, “bence herkes tedirgin, niye döndü, bu sorunun cevabını bilen var mı?”

Demir’in neden sonra anlattığı uzun hikâyesi bu sorunun karşılığını açıklar. Bütün yaşadıklarını, darbeden sonra dağa çıkışını, çatışmada yaralandığı günleri, Kürt gerillalarının onu nasıl kurtardığını, sonra yurtdışına çıkışını, ortadan kayboluşunu... bir tek romanın kadın kahramanına anlatır Demir.

İkisi gençlik yıllarında birbirlerine yakın oldukları gibi, yirmi yıl sonra da önce birbirlerine yaklaşırlar. Öteki bütün arkadaşları yirmi yıl öncesine yabancıdır, kimileri geçmişi anılarında bile hatırlamak istemiyordur artık. Oysa romanın kadın kahramanı geçen yıllar içinde azalmayan ama kendi kendine yaşadığı bir hüzünle anımsamayı sürdürmüştür Demir’i. “Belki de en güçlü korkusu Demir’in bir gün gerçekten dönmesiydi!”

Ara Tonlar politik bir roman. Hikâyesiyle ve merkezinde tuttuğu sorunuyla yaşadığımız ve unutulması olanaksız o geçmişi bir yerden sıkıca kavrama kaygısının ürünü. Aynı zamanda da gençlik yıllarında yarım kalmış aşkları arayanların romanı.

Şimdi pek çokları için bir uzak ülke masalı gibi gelen o geçmişi içinden yaşayanlar için genç olmanın anlamı başkaydı. Davranışlar, ilişkiler ya da giyim kuşam belirli sınırların dışına çıkmayacak, hiçbir karşılık beklenmeksizin mücadeleye adanacak, ölümün üstüne yürünecek. Ayşegül Devecioğlu için romanın bu hayatların üstünden atlanarak yazılması olanaksızdır.

Bir kuşağın romanı

Romanın gölge anlatıcısı kadın kahramanın adı yoktur. Geçmişte eylemlerde yan yana oldukları, sonra bir kıyı kasabasında yalnızca iki geceyi birlikte geçirip darbeden sonra izini kaybettiği Demir’in adı olmasına karşın.

Adsız olan asıl kişidir, anlatının ağırlık noktasında o durur. Onun adsız oluşunun bir anlamı da o geçmişi yaşayanların adlarının önemsizleşmesi olmalı. Demek ki Demir’e verilmiş ad, romanda onu ikincil kişi olmaya indirir. Anlatı boyunca da bu ilişki böyle sürer. Kadın kahramanımız hep ayakları yere basan kişi olurken Demir âdeta tamamlanmaz, yarım kalır. Okurun Demir’in daha çok ortaya çıkmasını bekleyeceğini sanıyorum ama bu beklentinin karşılığı gelmez. Kendini göstermeye başladığı yerde Demir’in hikâyesi kesintiye uğrar. Kadın kahramanımız ikisinin hikâyesini yazanın kendisi olduğunu Demir’e de söyler.

Ayşegül Devecioğlu kişilerin yaşadıkları tedirgin ruh durumlarını arkadaş grubunu oluşturanlar arasındaki ilişkiler içinde veriyor. Bu arada karşılıklı konuşmalar kişileri tamamlamak için kullanılıyor. Bir de çevre var, sokaklar, evler, insanlar, eşyalar. Onlar da asıl olarak romanın kadın kahramanının dünyasını tamamlayacak biçimde ve romanın kimliğine uygun bir dille anlatılır. “Birkaç karga, düşman topraklara operasyon düzenleyen bir hava indirme bölüğü gibi yanından geçtiği korunaklı bahçeye süzülüyor. Tel örgüleri kaplayan koyu sarmaşıkların ardında görünmeyen bir köpek kendini paralarcasına havlıyor,” biçiminde anlatılır sözgelimi. Roman hep bu ruh durumu içinde kalır.

Romanın hikâyesinin politik bir örgüsü var elbette. Kişilerin geçmişte birlikte yaşadıklarından söz ettikleri her yerde o örgü adım adım ortaya çıkar. Bu arada anlatıcı, asıl kadın kahramanın ağzından dile gelir gibi, sık sık, “Ne yapmalı!” der. Bir laytmotif olarak: Ne yapmalı! Hem politik bir göndermedir bu, hem de yaşanan ânı sorgular. Öte yandan, romanın politik kimliğini politik bir dil kullanmadan oluşturmak gerekir ki, bazen zordur bu, klişelere de düşürebilir, Ara Tonlar yer yer politik bir dile savruluyor. Sık sık geçmiş zamanın öykülenmesi romanın zaman kiplerini zorlar, Ara Tonlar’da geçmiş ve şimdiki zaman kipleri bazı yerlerde yer değiştirebilir. Üçüncü kişi ağzından anlatılırken iç konuşmalara az başvurulduğu için, hikâyeyi anlatma yetkisi –romanın bir kişisi da olmayan– anlatıcıya fazlasıyla bırakılabilir, dolayısıyla o anlatıcı yargılarını ve yorumlarını denetleyemeyebilir. Ara Tonlar bu üç düzeyde gözden geçirilebilir.

Bir zamanlar siyah-beyazdı her şey, böyleydi gerçekten. Ayşegül Devecioğlu, ara tonları anladıktan sonra onları yaşama fırsatlarını tam anlamıyla bulamamış bir kuşağın hayatından bir kesiti yazmış. Canları pahasına kazanmak isteyen ama savaşımı kaybetmiş bir kuşak. “Devrim umudu bitince o dokunuştan artakalanlar zehre dönüştü, her şeyi yakıp kavurdu.” Belki erken yaşlandı o kuşak ama ideallerinin ayakta durduğunu edebiyatın içinden geçerek de anlatmaya çalışıyor. O geçmişi yaşayan herkes Ara Tonlar’da kendi yaşadıklarının güçlü izlerini bulabilir.

Romanın kadın kahramanının düşündüğü gibi, hayat bugün soruların, yanıtların, anıların ve acıların üstünden akıp gidiyor. Derin yaraların iyileşmesi hep uzun sürer. 1968’den 1990’a kadar açılan o yaralar belki de hiç iyileşmeyecek.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X