| ISBN13 978-975-342-820-0 | 13x19,5 cm, 104 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Aslı Güneş, "Başka aşkın öyküleri", Milliyet Sanat, Eylül 2011 Dizi sezonu başladı. Açık pencerelerden sokağa taşan kakofonide neler yok ki? Yakışıklı erkeklerin, güzel kadınların mendil ıslatan aşkları, iç çekişleri, gözyaşları... Birkaç sezon boyunca tanıklık ettiği, mutlu sonla biten imkânsız aşkların büyüsüne kapılıp şehre sırtlarını dönen insanlar, “Başka Aşklar”ın varlığını da unutur olmuşlar. Oysa, şehrin atkestaneleriyle gizlenen çıkmazlarında, mutaassıp çatıların altında, utangaç eviçlerinde yaşanan başka aşklar da var. Kent hayatının yalnızlığı Ayşegül Devecioğlu’nun son kitabında, birbirlerine tematik olarak bağlanan altı öyküde anlattığı aşklar... Kentli yaşama, kentin kaosuna karşı mesafeli ve eleştirel bir duruşun mekânı haline gelen “taşra”larda ya da, adımlarını İstanbul’un hızına bir türlü uyduramayan uzak mahallelerde çatıların altında yaşanan her yaşam bir aşk doğuruyor içinde. Sonuçsuz, yaşamın belirli bir anına kenetlenen, bağırıp çağırmayan, varlığına kimseyi tanık kılmayan, sessiz sedasız aşklar. Kent, deneyimi imkânsız hale mi getirdi dersiniz? Kimbilir belki de deneyim, “En Çok Karşılaştığınız Adam”la yaşadığınız anlık göz temasından ya da onun düşüncelerini okuma çabanızdan ibarettir. “En Çok Karşılaştığım Adam” öyküsünde yaşanan karşılaşmalar “mistik” denebilecek öğeler taşıyor. Kent hayatının yalnızlığında, her adımda karşılaştığı erkekle tanışmadan, tek kelime bile konuşmadan aynı şehirde, aynı şeyleri hissederek, aynı şeyleri düşünerek yaşlanan bir kadın. Devecioğlu, öykülerinde aşikâr bir anti-modern tavır geliştirmediği gibi, taşra romantizmine de saplanmıyor ama her satırında inceden inceye örülmüş bir mistisizmle, masumiyet arayışıyla flört ediyor. Geleneğe ya da geçmişe bir değer ya da öz atfetme kaygısına düşmeksizin, gündelik hayatın her an değişmeye hazır o katı rutininin, büyük olaylarla değil yalnızca bir insana duyulan sıcaklıkla, aşkla değişen, parçalanan alışkanlıkların öyküsünü anlatıyor. “Kötü” adlı öyküde, travesti Arzu’nun Hocalar Aralığı’ndaki Şeref Apartmanı’na gelişinin her şeyi değiştirmesi gibi. Apartman sakinlerinin, mazbut hayatlarını şehrin nazarından korumak için siper ettikleri atkestaneleri bile değişimi önleyememiştir. Değişim her yerdedir. Önce yakışıklı bankacıya duyduğu aşkla Arzu, sonra da bir insanın bir diğerini nasıl sevdiğine tanıklık eden apartman sakinleri değişmiştir. Aşk, mutlu sonla bitmese de, kapıya, bacaya her yere sirayet etmiş gibidir. Efsaneyi kovmamış bir dil “Kurşun Memed” öyküsünde, erkek dünyaya karşı kendisini ve kızını korumak isteyen yaşlı annenin, kadınların en eski anlatı diline sarılarak zavallı ve çelimsiz oğlundan efsanevi bir kahraman yaratışı anlatılıyor. Memed, ne kadar güçsüzse, annenin hayalgücü de o kadar güçlüdür. Öyle ki, çok geçmeden efsane gerçeğe galebe çalar. Kasaba, sözlerdeki hikmete, gerçeğin kendisinden daha çok rağbet etmiştir. Sanat, gerçeği yaratmış, anne için o acımasız erkek dünyasına karşı sözcüklerden bir kalkan oluşturmuştur. Öykünün sonu, efsanelere inanan bir dünyanın masumiyetinin olduğu kadar, sanatın ve sözcüklerin kutsanmasıdır da aynı zamanda: “Ne demeli! En gariplerimiz, hayatta kalabilmek için böyle yollara ihtiyaç duyar. Bir de o eski kasabalar merhamete ve hayal gücüne fırsat verirler ki, dünya azıcık iyi bir yer olabilsin.” (s. 82) Devecioğlu’nun da dili, hâlâ efsaneyi kovmamış kasabalardan alınmış gibi, inatla küçük insanın bir öyküsü olduğuna inanan, hâlâ insan öyküleri anlatan, insanlarla “başka aşklar” yaşayan, efsanelerden kovulmamış bir dil. |