| ISBN13 978-975-342-724-1 | 13x19,5 cm, 88 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Serdar Güven, “Susanların lisânı”, Kitap Zamanı, 6 Temmuz 2009 İlk romanı Kuş Diline Öykünen'le dikkatleri üzerine çeken Ayşegül Devecioğlu, ikinci romanı Ağlayan Dağ Susan Nehir'le iyiden iyiye edebiyatımızda kendine yer edineceğinin ipuçlarını vermişti. Yazarın özellikle Orhan Kemal Roman Ödülü'nü kazanan kitabı Ağlayan Dağ Susan Nehir, büyük bir beğeni ile karşılandı. 12 Eylül darbesinin mağdurlarından olduğunu, eşini ve pek çok arkadaşını bu darbe sebebiyle kaybettiğini, bu yüzden de taraf olduğunu, yapıtlarının odağına 12 Eylül'ü aldığını söylemekten çekinmeyen Ayşegül Devecioğlu, “yalanın yüreğindeki hakikatin” peşinde olduğunu da aynı açıklıkla dile getiren bir yazar. Kuş Diline Öykünen adlı ilk romanında 12 Eylül'ü ve sonrasındaki gelişmeleri konu edinen yazar, Ağlayan Dağ Susan Nehir romanında ise, “ömrü boyunca kendi kimliğinden göçmeye çalışmış bir Çingene'nin” hikâyesini anlattı. Devecioğlu, bu iki romandan sonra ise bir öykü kitabı yayımladı. Yazar, tıpkı diğer kitaplarında olduğu gibi yeni kitabı Kış Uykusu'nda yine kendi kimlikleriyle var olmalarına izin verilmeyenlerin hayatlarına bir bakış imkânı sunuyor. Kürt sorunu ve travmaları Çoğunluğu darbeler sonrası Türkiye’yi ve Kürt sorununu konu edinen beş uzun öykünün bulunduğu Kış Uykusu'nda yazar, kimi zaman bir kentin zengin semtlerinin yanı başındaki bir gecekonduda yaşayan ailenin hikayesini, kimi zaman gayet etkileyici bir yüzleşmeyi, kimi zaman da bu hayatların kıyısında duran ama bir yanıyla bu durumu içten içe yaşayan bir yazarın hikâyesini konu ediniyor. Ama Devecioğlu'nu bir yazar olarak dikkat çekici kılan en önemli unsur, sanırım “Ziyaret”, “Bir Öykü Yazmalıyım” ve “Beşmeşelik’te Bazı Tuhaf İşaretler” adlı öykülerde ortaya çıkıyor. Bu üç öyküde de, konusunu son otuz yılın şiddet ortamından alan çok etkileyici üç olaya yer veriyor yazar. Kürt sorununun yarattığı travmalara, içeriden ve dışarıdan yazanların düştüğü hatalara düşmeden gayet etkileyici bir şekilde işaret ediyor. Tıpkı yazarın “Beşmeşelik’te Bazı Tuhaf İşaretler” adlı öyküsünde olduğu gibi, silindikçe yeniden ortaya çıkan, her seferinde yeniden dile gelen duvar yazıları okurunu bu sert meselelerle yüzleşmeye çağırıyor. Devecioğlu, hiç şüphesiz politik bir roman yazarı ve bunu saklamak gibi bir derdi de yok. Gerek romanları, gerekse öykülerindeki politik atmosfer de bunun iyi bir kanıtı. Siyasi bir aktivist olarak da bilinen yazarın, kitaplarındaki bu politik atmosferi dizginlemek için kendince bazı savunma önlemleri aldığı da görülüyor. Yapıtlarını politik bir alanın dar çerçevesine hapsetmektense, politik olguları göz ardı etmeden, ama bütün bütüne onlara teslim de olmadan yepyeni bir dilin peşinde olduğunu gösteriyor yazar. Kış Uykusu'nda yer alan öykülerin tamamı politik bir dert taşımakla birlikte, yazınımızda çoğu kez bir handikap olarak öne çıkan bu durumun nasıl bertaraf edildiğini gösteren iyi bir kitap bana kalırsa. Ama öte yandan teknik olarak bazı imkânlar da büyük bir başarıyla kullanılmıyor değil. Örneğin, “Veremli” adını taşıyan o etkileyici öyküsünde birbirinin içine geçen üç ayrı anlatıyı büyük bir başarıyla tek bir öyküde buluşturuyor ya da bazen, kendini dilin temsiline bırakıyor yazar. Edebiyatın bir dil mimarisi değil, bir dil gösterisi olduğuna inanıyor. Her şeyin adıyla var olduğu bir dünyada, adıyla çağrılmadığı için bir kenarda duranlar için söz alıyor. Bunu yaparken de, sadece Çingeneler ve Kürtler odağında hikâyeler değil, varlığını daha çok yoksulluk ve yoksullara özgü bir dile borçlu olan bir atmosfer yaratıyor. “Yoksulların akşam lisanı” John Berger'ın “yoksulların akşam lisanı” dediği olgu tam da Ayşegül Devecioğlu'nun öykülerinde canlanıyor. Yoksulların, kenarda durmaya yazgılı olanların, kendisi olarak yaşama şansı bulmadığı için başka bir adla yaşamaya mahkûm edilmişlerin lisanıyla yazıyor öykülerini Devecioğlu. Örneğin, “Ziyaret” adlı öyküde tam da bu durumun örneğini veriyor. Bir anne ile kızı arasında geçen konuşmada, kızın konuşmaları dikkat çekicidir: “Dilim ninemin yasıdır; dedemin kaçakta vurulup düşmesidir. Düştüğü taştır… Kışın aş yerine kaynattığın ottur, dilim. […] Dürttükçe kafasını, ‘Kız, sen nereden biliyorsun boyu devrilesi' dedikçe, alır anasının elini, yumruğunu açar, her bir parmağını bir bir öper, güler, ‘Rüzgâr fısıldıyor kulağıma' der”. Aynı şekilde, kitabın ilk öyküsü “Kış Uykusu”nda da, ailenin sesi sadece akşamları duyulmaktadır. John Berger'ın “yoksulların akşam lisanı” şeklinde ifade ettiği o parlak dil, adeta Ayşegül Devecioğlu'nun öyküleri için söylenmiş gibidir. |