Doğan Tılıç, "Aynı devrimci yolda yürüdük", Ayrıntılıhaber.com, Haziran 2008
“Güney’de benim gibi sosyalisttir, yine de ona göre dünyadaki hiçbir sistem Çingeneleri içine alacak kadar ikiyüzlülükten kurtulmuş değildir.”
Gazetelere göz atarken, gece bitirdiğim romanın bu cümlesi kafamın içinde dolanıp duruyordu. “İkiyüzlülükten kurtulmuş bir sistem için” çocukluktan beri birlikte yürüdüklerimin, kimisi artık toprak olmuş, yüzleri uçuşuyordu gözümün önünde. Gazete “Tiyatro festivalinin kortej yürüyüşüne Romanların dansözle katılması krize yol açtı” yazıyordu.
Kullansam da, hiç ısınamadım “Roman” lafına. Çingeneyi sevdim ben. Babamdan dolayı. Yol kenarlarına kurulu Çingene çadırlarına gıpta ederdi hep. Ekmek pişiren Çingene kadınlarından ekmek isteyip iştahla yerdi, sırf “öteki” saymadığını göstermek için galiba. Hacının hocanın fetvasına inat, kurban bayramından bir gün önce keserdi kurbanı. Üçte birini evde tutmayıp hepsini dağıtmak için. Bayram sabahı, bizim evde et yenirken, yoksul tencerelerde de et pişsin diye.
İkiyüzlülükten kurtulmuş bir sistem için devrimci bir yolda yürümeye babamla başladım. Onun Çingene sevgisi yüzünden belki, belki değil kesin, ilkokulda yanına oturulmayanın yanına oturdum. Naci böylece sıra arkadaşım oldu. İlk “en iyi arkadaş”ım… İkimiz sınıfın en çalışkanıydık. İkimizin de kafası zehir gibiydi. Kafalarımız denkti de, onun elleri ve ayakları benimkilere fark atıyordu. Elleri darbukaya, ayakları futbol topuna hükmederdi. Naci Çingene’ydi. İsyankârdı. Çocuk isyankârlığıydı bizimkisi, haksızlığın her türlüsüne karşı.
Bir terslik olduğunu okul bahçesindeki su birikintilerinden ürkmesinden anlamıştık. Onu, okuyup üflediği bir tas suyu içirmeye çalışan hocaya da, abisiyle birlikte, ben götürmüştüm. İkimizin arasında hocanın uzattığı sudan kaçışı, bizim onu suya itişimiz, belki de çocuk hayalimin kattığı abartılarla, gözümün önündedir hâlâ.
Köpek ısırmıştı. Ne olduğu son ana kadar anlaşılmadı. İlk en iyi arkadaşım Çingene Naci, nasıl ölmüş olabileceğine ilişkin hiçbir şey duymamış olduğum halde, rüyalarıma giren bir korkunç çaresizlik içinde kuduzdan öldü. Onunla da, çok kısa da olsa, “ikiyüzlülükten kurtulmuş bir dünyaya doğru” birlikte yürümüştük. Çocukça.
Sonra, daha uzun süre aynı devrimci yolda birlikte yürüdüğümüz arkadaşlar oldu. İyi, en iyi arkadaşlarım.
Haydar’la (Ergülen) ODTÜ’de aynı sınıftaydık. Bir gece yarısı, yurtta ranzanın üstünde yatıyordu, az uğraşmamıştım uyandırmak için. Duvarlara şiir gibi yazılar yazacaktık galiba ve belki o birbirinden çarpıcı dizelerle boğuşuyordu rüyasında: “… Biz gözyaşından devrimler yaptık! / Toprak üstümüze gülüyordu ve anladık ki artık yalnızca / gözyaşlarımızla yoldaştık, azdık, bir şiire bile yazılamadık”.
Geçen hafta, Üzgün Kediler Gazeli adlı kitabıyla “Metin Altıok 2008 Şiir Ödülü”nü alınca Haydar, nasıl keyiflendim. Arkadaşlık da var ama, ben BirGün okuruyum ve bu şair bizim yazarımız.
Keyif katlandı sonra. Yine aynı okuldan bir arkadaş, Ayşegül Devecioğlu, Ağlayan Dağ Susan Nehir’le Orhan Kemal Roman Ödülü’nü aldı. Ben de koşup kitabı aldım.
Kuş Diline Öykünen’i okuyunca, bizim kuşaktan güçlü bir romancı çıkmakta olduğunu düşünmüş; “12 Eylül’ü, 78’lileri, onların direnişini ve masumiyetini, bir 78’linin kaleminden okumak müthişti. Zaman oldu gözyaşlarım damladı sayfalara, zaman oldu kadın duyarlılığının eleştirel gözlem gücüyle birleştiği satırlarla geçmişe gittim” diye yazmıştım.
Ağlayan Dağ Susan Nehir’de çok daha ustalaşmış bir romancıyla karşılaştım; bu kez Çingeneleri anlatan. Ve Maraş’ı… En korkunç katliamlarından birini bu ülkenin, bir Çingenenin gözünden, slogancılığa falan da kaçmadan, dağları ağlatıp nehirleri susturan bir dil ustalığıyla okura aktaran.
İki güzel haber, tanıdık isimlerden gelen... Bir de, şiirin ve romanın gücü. Tele-kulaklardan falan alıp götürdü beni. İkiyüzlülükten kurtulmuş bir sistem ve daha güzel bir dünya için birlikte yürünen yolun nice sıcak yüzü geçti gözümün önünden. Kimileri çoktan toprak olan!