ISBN13 978-975-342-720-3
13x19,5 cm, 272 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Siyasalın Kıyısında, 2007
Özgürleşen Seyirci, 2010
Tarihin Adları, 2011
Cahil Hoca, 2014
Nasıl Bir Zamanda Yaşıyoruz?, 2018
Kurmacanın Kıyıları, 2019
Sanatın Yolculukları, 2024
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Semih Gümüş, “Felsefenin çukurları”, Radikal Kitap Eki, 28 Mayıs 2010

Machiavelli’nin yapıtında siyasete özel anlamlar yüklenmiştir yüklenmesine ve siyaset felsefesine 19. yüzyıldan önce yapılmış çeşitli katkılardan söz edilebilir, ama Marksizmin açtığı derinliğin başka bir düşünceyle karşılanması olanaksız bir uzamı olduğu da o günden bugüne kendini kesintisiz biçimde hissettiriyor. Zaman, tarihin gerçek hasmı ve tarihin yüklediği ağırlıkla ondan daha iyi baş edecek bir güç de çıkmadı. Tarihin sürekli kendini yadsıyarak değişen doğası onu dayanıksızlaştırıyor, oysa zamanın gövdesi hiçbir dış etki karşısında bozulmadan duruyor. Zamanın asıl gösterge oluşu hiç değişmiyor.

Yirminci yüzyılın Marksizmi, önceki yüzyıldan başlayarak yaşadığı üç büyük dalgadan sonra, kendini dinleme sürecine girmiş durumda. Onun yeniden doğuşunu bekleyenler olduğunu düşünmek gerekmiyor elbette, değil mi ki dünyayı kendine özgü biçimlerde açıklama çabasını sürdürmektedir Marksizm, kendi dışındaki dinamiklere bağlanması da gerekmiyor. Bir zamanlar sandık ki, gerçekleşen devrimler işçi sınıfının iktidarıdır ve Marksizm bir praksis felsefesi olarak da benzersizdir. Böylece yirminci yüzyılın ilk yarısından başlayarak tarihte görülmüş en yığınsal düşünceyle tanıştı insanlık. Bu çarpıcı doğuş ve gelişmeden sonra, reel sosyalizmin yıkılışının üçüncü dalgayı bir sönümlenme biçiminde çok geniş alanlara yayması da, zamanın tarihe üstünlüğü biçiminde de yorumlanabilir mi?

Sınıfların farklılığı

Proleterler Marksizmin bir kurtuluş felsefesi olduğuna filozoflar ve yönetenler tarafından inandırıldı. Böyle bakınca, proleterlerin sonunda tanrı olmayı hiçbir zaman başaramadığı da görülür, başaracaklarına ne kadar inandılar, onu da gerçek anlamda bilmiyoruz, ama kendilerine verilen küçük rolleri bile sahnede yarım kaldı. Jacques Rancière, Filozof ve Yoksulları’nda bu sonuca değiniyor ve proletaryanın kimliğini, ancak kendi dışındaki bir güce, burjuvazinin zorunlu eylemine borçlu olduğunu belirtiyor. Asli oyuncular olan proleterler ve burjuvaların tarih sahnesinden çıktığı sırada, onların yerini “yedek komedyenler” alır, diyor Rancière. Kimdir onlar? Bir yeni sınıf mı, siyasetin yürütücüleri olan, hiç kuşkusuz ayrıcalıklı, yeni bir siyaset oligarkı mı? Üstelik burjuvazi, toplumsal ve ekonomik çıkarı için, bizde de olduğu gibi, bir refleks olarak siyasal çıkarını feda etmeyi her zaman göze alır.

Jacques Rancière de belirtiyor: “Manifesto’nun burjuvazisi başkaydı: tarihsel görevinin sonuna kadar gitmeye, bütün üretim ve yıkım gücünü kullanmaya mecbur olan radikal bir sınıf.” Oysa artık yolun sonuna gelmiş bu sınıfın geri çekildiği bir dünyanın ayak sesleri, burjuvaziyi Marksizmin bildiği sınıf olmaktan çıkarmak üzere. Özünde aynı belki, varlık nedeni gene artı değer sömürüsüne; sermaye birikimine, dolayısıyla sermayenin uluslararası şirketleşme startejisine bağlı kapitalizmin günümüzdeki aşamasına uygun bir mülkiyet biçimi ve dünya pazarı bu. Kolay değil. Üstelik sanayi, ticaret ve finans burjuvazisi, proleterler tarih sahnesinde geriye itildiğinden beri, birbirlerine daha çok düşman değil mi? Burjuvazi yaşlanırken yalnızca çocuklaşmıyor, zayıf noktaları tehlike yaratma gizilgücünün da enerjisini taşıyor, bir ölüme istemeden neden olabilir; öte yandan, uçurumun kıyısına gelenlerin lumpenleşmesi de var.

Sınıfların bozulması, Marx’ın deyişiyle, geçmişin bozulmasının yanı sıra, günümüze özgü yozlaşmanın sonucudur. Yozlaşma, bir başka sınıfı yalnızca sınıf olmaktan çıkarırken, proletaryayı kendini yok eden bir güce dönüştürebilir. Bu öylesine büyük bir güç oldu ki, çıkarlarının nerede olduğunu anlamadığında, hep kendini içeriden yok etmeyi sürdürdü bu yüzden tarihe bıraktığı kötü örnekler epeycedir. Burjuvazinin kendini yozlaştıran kesimlerinin sonunda daha çok pay almak için harekete geçmesi de karşılıksız kalabilir. Lumpenler, sınıflarını aşağıya çekerken, kendilerini de aşağı düşürür sanılır; gelgelelim, proleterler kendilerini dibe düşürürken, burjuvalar iktidarlarını güçlendirmenin yolunu her zaman bulur. Ticaret ve finans burjuvazisinin sınıfı lumpenleştirmesinin sanayi burjuvazisinin en önemli gelecek korkuları arasında oluşu tarihten aldığı bu deneyimdendir.

Marx’ın deneyleri başkaydı

“Marx proletaryayı sermayenin yok edilişinin saf öznesi” olarak düşünüp bunun nesnel gerekçelerini çözümledi ve sonunda bu kuramın gerçeklik kazandığı muazzam bir deney de yaşandı. Bu deneyin sonunda uğradığı ölümcül kaza, aslında öyle olması beklenmiyordu belki, sınıfın yozlaşmasından çok elbette bu da vardı, sınıfı temsil eden parti bürokrasisinin yozlaşmasını açığa çıkardı. Bir kasırga denklemi olarak devrim, parti yöneticilerini doğal olarak kendi anaforuna çeker ki, bunun sonunda ayakta kalmak neredeyse olanaksızdır.

Marx’ın bugün sürekli yeniden ve yeniden yorumlanabilir oluşunun nedeni, böyle bir kasırganın ortasında kalmamaktı, denebilir mi? 1848 devrimleri ve Paris Komünü’nü yaşadı Marx, ama ikisi de onda iktidar kavramını kuvveden fiile geçirmeye yetmedi. İktidarla birlikte bin türlü yozlaştırıcı etken karşısında direnmek nasıl hayata karşı ümitsiz bir karşı çıkış olarak kalmaya yazgılıysa, onun dışında kalmak da o kadar korunaklı bir duruş biçimi sağlar. Jacques Rancière, “Bilindiği gibi Marx Marksist değildir,” diyor. “‘Dogmatik’ değildir anlamında değil. Kendi partisinin üyesi değildir anlamında.” Oysa Lenin’in bir iktidar dogması oluşturmaktan başka çıkış yolu yoktu. Marksizm, yani yaratıcısının yapıtından elini çektiği zaman kalan, bir yetkenin koruması altında olmadığı için, geçirdiği son büyük sarsıntıdan sonra bile, doğruları eskisinden daha az yaratıcı da olmadan, bu arada iktidar korkusu yaşamadan, varlığını bugüne dek canlı biçimde korumuş. Oysa ikizleri, kaçınılmaz biçimde iktidar illetine bulaşınca, artık neredeyse anılmaz oldu.

Düşünen adamlara gelince, artık parti adına konuşmamayı öğrenenler Marksizmin içinden konuşmaya, böylece partinin kullandığı gücü kendileri kullanmaya başladı ve dünya görüşlerini değiştirmeden, ona yaptıkları katkıların büyüdüğünü görmeye başladılar. Stalinizm buna izin vermemişti. Kişi kültüyle proletaryanın iktidarının aymazca birbirine karıştırılması, yaşarkan acılara, neden sonra şaşkınlığa yol açtı o kadarı beklenmiyor muydu, ama bu şaşkınlık düpedüz trajikomik oldu. Öte yandan, şu yüzleşmeyle de karşı karşıya geindi: Demek sosyalizm, örgüt ve iktidar kuramlarını oluştururken, şiddet öğesini ya göz önünde tutmamıştı ya da gözden kaçırmıştı; hangisi olursa olsun, sonunda şiddetle baş başa kalınca onu meşrulaştırmanın yollarını bulmuş, böylece katkısız bir oportünizmin içine düşmüştü.

Rancière, Filozof ve Yoksulları’nda getirdiği onca olumsuz eleştirinin yanında, Marksizmin yaratıcılığından da sık sık söz açar ve bir yerde de, “yeni teknoloji dünyasının rasyonalitesinin sabit dekoru” olarak niteler onu sanırım hem bağımsızlığını nitelemek, hem de ömrünün uzunluğunu anlatmak için. Sanayinin gelişimi işçi sınıfını geliştirirken, yeni teknolojilerin gelişimi ki Rancière modern çağda felsefeyi teknoloj tutkusunun sardığından da söz eder onun adamakıllı sendelemesine neden oldu. Onun yerine konuşanlar siyaset oyununun başrollerini alırken, işçi sınıfının kendisi figüranlık beklemeye başladı. Önemli bir sorundu bu: nelerin yitirilmesiydi, bunun hâlâ iyi ölçülemediğini söyleyebilir miyiz? Bir yandan üretimden gelen güç ki bu güç hâlâ onun elinde duruyorsa, sorun nedir, öte yanda siyasal iktidar karşısındaki konumunu önemli ölçüde yitirmiş bir güç yitimi. Sonuçları toplumsal ahlakı bile etkiliyor.

Düşünce adamıysa, kırk yıl öncesinden hiç de parlak olmayan kabuğuna çekilmiş, kendi Marksizminin bürokratik kadroların Marksizmine çarptığını gördükçe umutsuzluğa kapılmayı sürdürüyor. O bu illetle yaşama konusunda bilinen en dayanıklı canlılar arasında. Kurtarıcısı zamandır belki tarih.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X