Mahmut Temizyürek, “Edebiyat, psikanalizin tersi mi?”, Radikal Kitap Eki, 1 Şubat 2008.
Geçenlerde yapılan bir edebiyat sempozyumunda konuşmacılardan biri ünlü bir roman kahramanının 'gizli eşcinselliği' üzerine psikanalitik bir bildiri sundu. Edebiyat ve psikanalizi, birbirini boğmadan yan yana getiren iyi hazırlanmış bildiriden sonra konuşma sırası bir romancıdaydı. Romancımız söze önceki konuşmacıya şu eleştiriyle başladı: "Ben de bir romancıyım, kahramanlarımın gizli ya da açık eşcinselliğiyle ilgilenen bir çalışma yapılırsa bu beni rahatsız eder. Oysa biz, romansa romanı, şiirse şiiri konuşmalıyız. Edebiyatı başka bakışların etkisi alanından kurtarmalıyız." Salonda buz gibi bir hava esti; ama romancımızın sözlerindeki aşırılaşmış endişenin içinde edebiyat ile öteki disiplinlerin uyumsuzluğunu görmezden gelmenin de anlayışsızlık olacağı, toplantıya katılan birçok kişi tarafından biliniyordu.
Bu sempozyumun ertesinde yayımlandı Adam Philips'in Hep Vaat Hep Vaat kitabı. Edebiyat ve psikanaliz üzerine ilk kitap değildi kuşkusuz, ama önemli kitaplardan biri gelmişti Türkçeye. Kitabı okuduğumda, romancı dostumuza hediye etmeyi düşündüm. Konuya ilişkin hemen her yargıyı ve kaygıyı enine boyuna, dobra dobra tartışan, okuma zevki bir yana, bilgiyle okuru zenginleştiren denemeler. Yazarı bir psikanalist ve oldukça aykırı bir psikalanist. Türkçede de tanınmış ve çok da sevilmiş bir yazar Adam Philips. Daha önce Öpüşme, Gıdıklanma ve Sıklıma Üzerine (1996), Flört Üzerine (1997), Dehşetler ve Uzmanlar (1998), Tekeşlilik (1997) ve Kreşteki Yabani (2000) gibi zevkli, tartışmalı, bilgiyoğun kitapların yazarı. Edebiyata ilgisi bir edebiyatçı kadar yoğun. Aldığı edebiyat eğitiminden de geliyor bu ilgi ve psikanaliz bilgisi kadar yetkin edebi bilgisi. Hakkında yazılan bir yazıda bir yönü Çehov ile kıyaslanıyor: "Philips, tıpkı Çehov gibi, hem iyi bir doktor hem iyi bir yazar; insan davranışlarının inceliklerine gösterdiği ilgi iyi bir hikâye anlatıcısı olmasını sağlıyor."
Phillips'in Hep Vaat Hep Vaat'i, edebiyat ve psikanalizin 'dil aracı' ortaklığının karşılaştırma, kıyaslama ve ilişkilendirme zorunluluğu getirmesinden daha ötede bağları olduğunu işliyor. Psikanaliz diliyle edebiyat dilinin benzerliği ve farklılığı, ne işe yaradığı ve birbiriyle nasıl bir ilişkisi olduğu üzerine yazarın tartışması. Tartışma sözü Phillips'e çok uygun. Çünkü hiçbir düşünceyi tartışmadan kabullenmiyor; ilişkili kırk öğeyi birbirine bağlamadan başka konuya geçmeyen ısrarlı bir tutumu var. Kendi kendini aklayan, kendi kendine yeten genelleyici anlayışlar yerine, sorularla deşen, kendini de çıkmaza sokan bir akıl yürütme yöntemi var. Phillips, psikanaliz alanının oldukça kaygan bir alan olduğunu düşünenlerden: Psikanaliz yazı ve pratiğinin, hâlâ kulağa biraz din, biraz metafizik, biraz antropoloji, biraz bilim, biraz da edebiyat gibi gelmekte olduğunu vurgulaması önemli. Son 'gibi'yi psikanaliz kurucularının edebiyata derin ilgilerine bağlıyor. Psikanalistler, 'içgörü'lerinin geçerliliğini kanıtlamak için sık sık şair ve yazarlara başvururlar, onlara dindarca bir saygı beslerler, diyor yazar. Ama edebiyat ve psikanaliz ilişkisinin hiç de uyumlu bir ilişki olmadığı da açık. Phillips, şu kışkırtıcı soruyu soruyor: Psikanalist edebiyatçının rakibi midir, işbirlikçisi mi? "Yoksa analist, sanatçı diye adlandırılan bu kişileri teşhis etmeye, yorumlamaya ve hatta tedavi etmeye mi çalışmaktadır?"
Freud'un yazarlığı
Phillips, psikanalizin kurucusu Freud'un doktor olmak kadar yazar olmaya heves edişinin de, bu disiplinin daha doğarken edebiyatla derin bağlar kurmasına bir delil sayıyor. Phillips'in yaklaşımındaki ilke şu: "Kimsenin yanlış bir yanı yok, kimse "hasta" değil, aksine herkes elindekilerle yapabileceklerinin en iyisini yapıyor." Şu önermesi de teraziyi hangi yana eğdiğinin bir göstergesi: "Şiir ne kadar kurumsallaştırılabilirse psikanalizin de o kadar kurumsallaştırılabileceği fikri daha geniş ölçekli bir kabul görseydi, psikanaliz ruhu büyük oranda ilerletilmiş olurdu." Phillips, "kötü psikanalizin insana kötü şiirden daha fazla zararı dokunduğunu" vurgulamayı ihmal etmiyor.
Phillips'in 'şiir ve psikanaliz' bölümünün konusu, Freud'un şairlere bakışı. Hem bir psikanaliz tarihi tartışması sunuyor hem de edebiyat ve psikanaliz ilişkisinin sorunlu bağlarına değiniyor bu bölümde. Freud'un imrenme, kıskanma, hayranlık sözleriyle kaynaşıyor denemesi. Psikanaliz kurucusunun Goethe için yazdığı şu sözler örneğin: "Kimi insanların, biz diğerlerinin acı veren şüpheler ve ardı arkası kesilmeyen denemelerle ulaşmak durumunda olduğu en derin içgörüleri kendi duygularının girdabından hiç de çaba göstermeden çıkarma becerisine sahip olduklarını fark ettiğinizde, iç geçirmeye pekâlâ hakkımız var." Freud'un, psikanalizin kuruluşunda Schiller'in ilhamına borcunu belirtmesi, gerçek şairin sezgisel bir psikolog oluşunu teslim edişi, sanatın insandaki en tiksindirici şeyleri bile kabul ettirme yeteneği ve daha bir dolu hayranlık sözleri anılıyor. 'Sözcükler' üzerinden edebiyat ve psikanalizi buluşturan Freud, Jung, Lacan, Winnicot, Bion, Meltzer, Milner, Segal gibi psikanalistlerin ellerinden geldiğince hem şiirsel hem de kesin olma çabalarını, edebiyatın bunlar üzerindeki etkin gücüne bağlıyor Phillips. Vardığı şu yargı çok önemli: "Şair, analist için özellikle zor dolayısıyla da özellikle ilginç bir ben-ideali teşkil eder." Bu böyleyse psikanalize ne olur? Psikanaliz sözcüklerden oluşan bir dinden fazlası olabilir mi? Hastadan ne ister, ne bekler?
Şiir ve psikanaliz
Kitabın öbür bölümünden daha az söz edeceğimin farkındayım. Bu bölümlerin önemsizliğinden değil, şiir ve psikanalize daha geniş bir yer vermek için. Gerçi yazar, savaş-edebiyat ve psikanaliz ilişkisini tartışırken yine bir şairden, Eliot'tan giriyor konuya. 'Kendilik', 'sahte kendilik' ilişkilerini tartışırken Bacon, Breton, Gide, Shakespeare ve özellikle de Hamlet, tartışmaya katılıyor. Winnicot'ın, "Shapespeare'in bir psikanalist kadar çok şey bildiğini söylemekten utanmıyorum" deyişinden hareketle, Hamlet'ten 'bilmek ve hakikat' ilişkilerinde nasıl bir örnek olarak yararlandığı irdelemesi olağanüstü. Şairler arası 'intihal' ve 'taklit' ilişkilerini irdelerken 'hırsızlık' ve 'borçlanma' kavramlarının psikanalitik yorumunda, rüya ve şiir ilişkisi üzerine hassas yaklaşımları var yazarın. Eliot'ın, "Olgunlaşmamış şairler taklit eder, olgun şairlerse çalarlar" sözü, rüya ve şiir ilişkisine de bir giriş oluşturuyor. Sophokles'ten Hamlet'e, varoluş kaygısından tutkulu eyleme, şiirin asıl dertleriyle psikanalizin insan ruhuna baktığı yerlerin buluşması, hem edebiyat hem de psikanaliz arasında geniş bir gezinti ve irdeleme olanağı veriyor. Güzellik ile cinsellik, arzu ile anlam, kuram ile deneyim gibi birçok kavram arasında bağları tartışan yazar, "edebiyatın kuramın bahanesi ya da kenar süsü kalma" durumlarını (Nurdan Gürbilek'in Kör Ayna Kayıp Şark'ta tartıştığı) son duruşmada edebiyat lehine çözümlüyor. Edebiyatı bu biçimde kullanmanın bir aldanma olduğunu büyük bir açık sözlülükle, her fırsatta vurgulayan yazarın modern insan davranışları, 'ben ve öteki', kendilik ve çok kimliklilik, özgünlük ve başarı kavramlarını, efsanevi şair Fernando Pessoa'nın kimliklerini konu aldığı bölümde tartışıyor. Özellikle bu bölümde Phillips'in denemeci yeteneği hayranlık verici. Alvaro de Campos, Alberto Caerio, Ricardo Resi ve Fernando Pessoa; aynı kişide buluşmuş bu dört şair, ait oldukları kişiyi "müdahaleci olmayan bir anne gibi kullanmıştır" sözü, Phillips'in yaklaşımındaki enginliğin bir örneği yalnızca.
Romancımız bu kitabı okuduktan sonra aşırılaştırdığı endişelerinden kurtulur mu, bilmeyi çok isterim.