ISBN13 978-605-316-413-5
13x19,5 cm, 320 s.
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Kırılgan Hayat, 2005
Çatışan Feminizmler, 2008
Cinsiyet Belası, 2008
Mülksüzleşme, 2017
Şiddetsizliğin Gücü, 2022
Ne Menem Bir Dünya Bu?, 2024
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Giriş: Toplumsal Cinsiyet İdeolojisi ve Yıkım Korkusu, s. 11-15

İnsan toplumsal cinsiyetten neden korkar ki? Yakın döneme değin bu ifade nispeten alışıldık sayılırdı, en azından Amerika Birleşik Devletleri’nde. Formlardaki o kutucuğu işaretlememiz gerekince çoğumuz üzerine çok düşünmeden işaretleyiveriyoruz. Bundan hoşlanmayanlar da var tabii, ya kutucuk seçeneklerinin artması ya tümden silinmesi gerektiğini düşünüyorlar, bu konuda kimsenin hisleri aynı değil. “Toplumsal cinsiyet”in kadınların yaşadığı eşitsizliği ele aldığını, hatta zaten “kadınlar” anlamında kullanıldığını zannedenler de var. “Eşcinsellik” anlamında üstü kapalı bir ifade olduğunu düşünenler de. “Toplumsal cinsiyet”in “cinsiyet” anlamında kullanıldığını sananlar da var, halbuki kimi feministler bu ikisini birbirinden ayırmış, “cinsiyet”i ya biyolojiyle ya doğumda tayin edilen yasal kimlikle, “toplumsal cinsiyet”iyse sosyokültürel oluş biçimleriyle ilişkilendirmiştir. Bununla birlikte, feministlerin yanı sıra toplumsal cinsiyet alanında çalışan diğer akademisyenler de hangi tanımların, hangi ayrımların doğru olduğu konusunda mutabakata varmış değil. Bu ifade üzerine süregelen sayısız tartışmanın gösterdiği üzere, toplumsal cinsiyeti hem tanımlama hem anlama konusunda başat hale gelmiş bir yaklaşım yok.

Fakat “toplumsal cinsiyet ideolojisi karşıtı hareket” toplumsal cinsiyeti gücü ve etkisi korkutucu boyutlara varan yekpare bir bütünmüşçesine ele alıyor. En hafif tabirle söyleyeyim, toplumsal cinsiyete karşı çıkanlar bu ifadenin anlamı üzerine yürütülen tartışmaları takip etmiyor bile. Dünyanın bazı yerlerindeyse toplumsal cinsiyet hem gündelik hem akademik kullanımının epey dışına çıkarak beklenmedik bir korku konusuna dönüşmüş durumda. Rusya’da ulusal güvenliğe, Vatikan’daysa hem uygarlığa hem “insanoğlu”na yönelik bir tehlike sayılıyor. Dünyanın dört bir yanındaki gerek Evanjelik gerek Katolik muhafazakâr cemaatlere göreyse geleneksel aileyi yok etmeyi ve toplumsal cinsiyetsiz bir gelecek kurmak adına “anne”yle “baba” bahsinin tümden önüne geçmeyi amaçlayan siyasal gündemin kod adı. Diğer taraftan, ABD’de “toplumsal cinsiyet”i okullardan uzak tutmaya yönelik güncel kampanyalarda, pedofilinin öteki adı veya çocukların beynini yıkayıp mastürbasyon yapmanın ya da gey olmanın aşılanması olarak ele alınıyor. Aynı iddia Bolsonaro yönetimindeki Brezilya’da da ortaya atılmış; toplumsal cinsiyetin heteroseksüelliğin doğal veya normatif niteliğini tartışmalı hale getirdiği, heteroseksüellik zorunluluk olmaktan çıkınca hayvanlarla cinsel ilişki ve pedofili de dahil olmak üzere cinsel sapkınlıkların zincirden boşanmışçasına dünyaya yayılacağı gerekçeleri ileri sürülmüştü. Çelişki gırla... Çocuklara “toplumsal cinsiyet”i öğretmenin çocuk istismarıyla aynı kapıya çıktığını iddia edenler, Kilise’nin koruyup akladığı rahiplerin hem çocukları hem gençleri istismar etmesinin köklü, korkunç bir geçmişi olduğunu işine geldiğince unutuveriyor. Cinsellik eğitimi verenlerin çocuk istismarıyla suçlanması, Kilise’nin yol açtığı zararın yükünün bu eğitimcilere, yani hem toplumsal cinsiyet hem de cinsellikte ne gibi yollar izlenebileceğini, cinselliğin nasıl işlediğini, rızanın neden önem taşıdığını öğretmeye çalışanlara yansıtılmasına sebep oluyor. Zararın dışsallaştırılarak salt başkalarıyla, dışarıyla ilişkilendirilmesi toplumsal cinsiyet fantazmasının nasıl işlediğini gösteren örneklerden sadece biri.

Toplumsal cinsiyet dünyanın çeşitli bölgelerinde hem çocuklara, ulusal güvenliğe, heteroseksüel evliliğe ve normatif aileye yönelik bir tehdit hem de seçkin kesimin kültürel değerlerini “bölgenin gerçek halkları”na dayatma tasarısı, yani Dünyanın Kuzeyi’ndeki kent merkezlerinin Dünyanın Güneyi’ni sömürgeleştirme planı olarak görülüyor. Gerek bilime gerek dine, hatta ikisine birden ters düşen fikirler bütünü, uygarlığa yönelik bir tehlike, erkekliğe yönelik bir saldırı, ayrıca cinsiyet ayrımının ortadan kaldırılması ve doğanın inkâr edilmesi olarak yansıtılıyor. Totaliter bir tehlike, hatta şeytan icadı gözüyle bakıldığı da oluyor, dolayısıyla dünyada bundan yıkıcı güç yokmuş, Tanrı’ya şirk koşma yoluymuş gibi ele alınıyor ki Tanrı’nın günümüzdeki bu tehlikeli hasmının ne pahasına olursa olsun karşılıksız bırakılmaması, hatta yok edilmesi gerekiyor.

Toplumsal cinsiyet en azından ABD’de resmi formlarda işaretlenen alışıldık bir kutucuktan ibaret değil artık, dünya genelinde hiçbir etki yaratmayan o anlaşılmaz akademik disiplinlerden hiç değil. Bilakis, yıkıcı güçleri haiz bir fantazma, yani modern dünyaya ait çeşit çeşit panik biçimini bir araya getirip tırmandırma yolu haline geldi. Günümüz dünyasından korkmamızı gerektiren tümüyle haklı birçok sebep var elbette. İklim felaketi, zorunlu göç, savaş tehlikesi yaşayanlar, canını kaybedenler var. İnsanı yaşayıp gelişmesi için gerekli temel sosyal hizmetlerden yoksun bırakan neoliberal ekonomiler var. Şiddetin hem yavaş hem de hızlı biçimlerini kullanarak nicelerini canından eden sistemik ırkçılık var. Kadınlar, queer’ler ve transların, özellikle de Siyah veya koyu tenlilerin katledilme oranı korkutucu boyutlarda.

Sağın korku listesindeyse bambaşka şeyler var: heteronormatif aile biriminin, sivil toplum ve devletin toplumsal yapısının ve ataerkil iktidarın sorgulanması; göç dalgalarının millet olma anlayışına, Beyazların üstünlüğüne ve Hıristiyan milliyetçiliğine ilişkin geleneksel fikirlere yönelik tehlike oluşturması. Korku uyandıranlar listesi uzayıp gidiyor, ne var ki sağ hareketler, kuruluşlar ve devletlerin günümüzdeki yıkım korkularını kendi amaç ve çıkarları doğrultusunda nasıl kullandığını, dünyanın dört bir yanından pek çok kişinin geleceğe dair duyduğu, üstelik insanı afallatan korkulardan nasıl olup da “toplumsal cinsiyet”, “toplumsal cinsiyet kuramı”, “sistemik ırkçılık” veya “eleştirel ırk kuramı”nın mesul tutulduğunu açıklayabilecek bir liste yok. Toplumsal cinsiyet birbirleriyle çelişse de birleşen geniş bir yelpazedeki kaygı ve korkuları bir araya getirip tek bir çatı altında toplayarak aynı adlandırmayla sınıflandırmalı ki yaşam, uygarlık, düşüncenin vb. tümüne yönelik bir tehlike sayılabilsin. Freud’un rüya öğretisinden bildiğimiz üzere bu gibi fantazmalarda belirli öğeler yoğunlaşırken görülmeyen veya adlandırılmayanlar da yer değiştirir.

Günümüz korkularından kaçının toplumsal cinsiyet çatısı altında toplandığını bilmek mümkün mü? Peki ya ekonomik güvencesizliğin ağırlaşmasına, iklim tahribatına, çevre zehirlerine, polis şiddeti ve savaşa ilişkin haklı kaygıların, yani hissetmekte de düşünmekte de haklı olduğumuz bu korkuların toplumsal cinsiyetin şeytanlaştırılmasıyla nasıl başka yöne çevrilip üstlerinin örtüldüğünü açıklamak mümkün mü? “Toplumsal cinsiyet” tabirinin bir sürü korkuyu içine alması, sonra da günümüz sağının kullandığı, her şeyi kapsayan bir fantazmaya dönüşmesi, aslında bu korkuları uyandıran çeşitli koşulların adını koyamayacak hale gelmek demek. “Toplumsal cinsiyet” bu korkuları hem bir araya getiriyor hem de körüklüyor; dünyanın tehlikeli bir yer olduğu hissinin aslen nereden çıktığını, korkacak ne gibi şeyler olduğunu salim kafayla düşünmemizi engelliyor.

“Toplumsal cinsiyet” fantazmasını yaymak mevcut iktidarların, yani devletlerin, kiliselerin, siyasal hareketlerin halkı hizaya sokma, sansürü kabul ettirme, korkunun da nefretin de dışsallaştırılıp kırılgan topluluklara yansıtılmasını sağlama amacıyla halkı sindirme yolu aynı zamanda. Söz konusu iktidarlar pek çok işçinin gerek yaptıkları işin geleceği gerek aile yaşamlarının kutsallığı konusundaki korkularına hitap etmekle kalmıyor, insanlar dünyaya ilişkin kaygı ve tedirginlik hislerinin asıl nedenini –kendi işlerine geldiği şekilde– “toplumsal cinsiyet” sansın diye adeta direterek bu korkuyu körüklüyorlar da. Papa Franciscus’ un 2015’te yaydığı korkuyu düşünelim mesela. “Hirodes”lerle karşılaşılmayan dönem olmadığını bildirdikten sonra günümüz “toplumsal cinsiyet kuramı”nın “ölüm senaryoları tasarlayan, erkekle kadının çehresini bozan, fıtratı tahrip eden” yeni Hirodes yanlılarından oluştuğunu söylemişti. Devamında da “toplumsal cinsiyet kuramı”nın gücünün ne denli yıkıcı olduğunu açıkça ortaya koyuyordu: “Nükleer silahları, yığınla insanı birkaç saniyede yok etme imkânını düşünelim. (...) Fıtratı tanımayan toplumsal cinsiyet kuramını veya genlerle, hayatla nasıl oynandığını da düşünelim.” Ardındansa yoksul öğrencilerin gittiği okullara ancak “toplumsal cinsiyet kuramı”nın müfredata dahil edilmesi koşuluyla finansman sağlandığını anlatmıştı. “Toplumsal cinsiyet kuramı”yla neyi kastettiğinin ayrıntılarına girmese de bu kuramın korkulacak bir şey olduğu, örneğin kitlesel ölümler kadar korkutucu olduğu kesin. Papa’nın ifadesiyle, okullarda toplumsal cinsiyet öğretiminin zorunlu kılınması “ideolojik sömürgeleştirme”dir. “Geçtiğimiz yüzyılda diktatörlerin yaptığından farklı değil,” diye de eklemişti, “Hitler Gençliği gelsin aklınıza.” [1]

Notlar


[1] Candida Moss ve Joel Baden, “Pope’s Shocking Hitler Youth Comparison”, The Daily Beast, 20 Şubat 2015, https://www.thedailybeast.com/popes-shocking-hitler-youth-comparison. Metne dön.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X