Şule S. Çiltaş, "Kıyıya vuran geçmiş", K24, 20 Şubat 2025
Komiseri, savcısı, adliyesi, avukatıyla bir suç hikâyesinin içine düşmüş bir kadını “nereden” tanırsınız? İlişkisinde mesafeli, epeydir zengin sevgilisiyle yaşayan kızının cinayetle suçlanması, kocasından ayrı, bir kedisiyle yalnız yaşaması, elbette iç açıcı olmayan, üzerinde soğuyan politik geçmişi sürükleyiciliği açısından bir polisiyeyi doyuracak satırbaşları olsa da, mazisi ve yaşadıklarıyla onu bize (bir kadına) bu kadar yakınlaştıran ne olabilir? Kuma Daireler Çizen’i o çok maceralı, çok kahramanlı, çok katmanlı, olaylar açısından çok zengin bir anlatıdan ziyade, yalnızca iç monologlarla ya da ufak tefek diyaloglarla etkisi katbekat artan sezdirmelerle örülü bir hikâye olarak tarif edersek bir adım atmış sayılırız belki de. Eylemlerin aktığı yüzeydeki anlatımın “olaydan” ibaret olmadığını, rastgele edilmiş gibi duran bir cümledeki niyeti, kinayeyi, belirsizliği, söylenmemiş ama metnin kıvrımlarında var olan şeyleri keşfederek de ilerleriz. Bir erken referansla, Behçet Çelik’in Ceyhan Usanmaz öykücülüğü hakkında K24’e yazdığı satırlarla söylersek:
"Anlatılmadan sezdirilen hikâyeler deriz ya, iyi öykülerden konuşurken, bu kez söz konusu olan tam bir varlık kazanamadan farklı öykülerde beliren, belirir gibi olan, sezilen, ama varlığını ne teyit ne de inkâr edebileceğimiz hikâyeler."
Bu kadın da aynı sizin gibi gizliyor üzerini örttüğünüzü sandığınız bir pişmanlığı; o da “hep güçlü” olduğu blöfüyle yaşıyor; dünyaya eklemlenemediğini, çocuğu dahil ilişkilerinde pek de başarılı olmadığını kabullenmiyor sizin gibi; her sorununu tek başına çözerken pek ortalarda görünmeyen eşinden dostundan yardım alıyormuş gibi hissediyor; o da sizin gibi kadınlara özgü mizahın değişik perdelerini geçiriyor iç sesinden. Hikâyesinin içinde çırpındıkça, dokundurduğu pişmanlıkları, suçluluğu, güvensizliği içinizde hissediyorsunuz.
Eldekiler bunlar sahiden; bir eski koca, bir eski sevgili, eski ev, epeydir görüşülmeyen bir evlat… Sonra en olmadık kimselerin karışıp yittiği, “yargılanmayacaklarını” bilen, öldürmeye ve soymaya devam eden mafyanın içinden bir maktul. Ama bir de zaman var; eski ve yeni zaman. Küçük yaraların daha çok acıtması gibi, iğne batmalarıyla hatırlanan ve büyüyen o devasa hikâye, bir zamanların kurtuluş mücadelesi.
"… Geçmişin acımasız ziyaretlerine teslim olalı o kadar uzun zaman olmuştu ki, polis minibüsünün içinde oturan genç kadınla göz göze geldiğinde şaşırmadı. Kısa siyah saçları, şık eteği ve gabardin pardösüsüyle anımsadığı gibiydi. Yabancı biriymiş gibi enine boyuna inceledi kadını." (s. 12)
Politik tarihin bedene işleyen, onu biçimlendiren etkilerinin izlerini taşıyan bir anne, kızının cinayete karışmasıyla ezeli ve ebedi sorgulamalarına yenilerini ekler:
"Aradan dile kolay, 20 yıl geçmişti. Ziya yeniden evlenmişti. Arada sırada kızları Mine için telefonlaşmak dışında pek ilişkileri kalmamıştı. O telefonlar da yıllar içinde seyrelmiş, sonunda kesilmişti. İnsan unutabiliyor ya da unutamıyordu, belki de büyük ölçüde tercih meselesiydi. Kapanmamış hesaplar olup olmadığına bağlıydı, ödenmesi gereken hesaplar…" (s. 13)
“Örgütlü” mücadelelerden suç örgütlerine… Eline silahı dahi yakıştırmadığı kızının işlediği söylenen bir cinayetle, Azerbaycan-Türkiye arası mafya, çeteler, iş dünyası, iktidar kopmaz ilişkilerinin yamacına düşen bir kadının hikâyesi hep mercek altına aldığımız: Sevmeyi bilmiş, hatta modaya uyup kendinden genç bir sevgilisi de olmuş, kuşak farkını kâh görüp kâh görmezden gelmiş ya da katlanıp kendi içinde çözmüş, olmadığı-olamadığı bir anne gibi davranmamış, gençliğin getirdiği haksız suçlamaların yersizliğinin anlaşılması için zamana ihtiyaç olduğunu bilerek kızının ilişkilerine müdahale etmemiş, pek çok kadın gibi “tek çocuk” bir anne:
"Kediden yüz bulamayınca salona göz attı; yalnız yaşayan bir kadının yalnız evi gibi görünüyordu. Yine de yalnızlık tek başına yaşamaktan fazla bir şeydi. Yalnız kadın olup olmadığı konusunda pek düşünmemişti" (s. 7)
Yakın-uzak geçmişlerden şimdiye, sefil bugüne bir köprü kurulurken, şimdi de geçmişin eylemlerinin gerçek anlamı daha da netleştirecektir; bilgisayar saklanırken kitap saklanan günler gelir hatıra; bir parfüm kokusuyla da, polis baskınları olur diye kıyafetlerle yatılan günler. Bir bina, polisten kaçarken girilen dehlizleri hatırlatır… Bir giysinin, bir fotoğrafın, bir sözün peşi sıra hatırlanırlar; hatırlanmakla kalmaz, şimdinin içindeki yerleri-anlamlarıyla yeniden kurulurlar. Kuma daireler çizmek bu değil midir? İçinde geçmişin posalarını taşıyan büyük dalgaların her kıyıya vuruşu sonrasında, artık içine nüfuz edilemeyen, kırılgan, umutsuz ve yabancılık yüklü bir şimdi dağılıp parçalanır. Kahramanı, kızının paralı sevgilisiyle, onun galerici annesiyle, silahla, mafyayla buluşturan, kendisiyle ve yaşama bakışıyla alakasız bu şimdiyle ancak içinden konuşulur, içinden küfredilir, içinden dalga geçilir ya da dile gelen yutulur. Büyük ideallerin, tertemiz güvenlerin, birlikte hareket etmenin, sevginin yanıp söndüğü o unutulmaz devrimci geçmiş, bir süredir görüşmediği kızıyla, telefonla konuşmalarının kesildiği kocasıyla, ayrıldığı eski sevgilisiyle bir kadının yakın geçmişine zihinsel kısa devreler yaptırır.
Hapis günlerinin ardından evliliğin sürdürülmeye çalışıldığı, “çocuk falan yapıldığı” bir hayat; herkesin adresini bildiği ve serbestçe gidip gelebildiği bir ev, gerçek isim ve telefonların yazıldığı bir adres defteri gerekir. Eskiden ihtiyaç duyulmayan şeyleri satın almak, elbise, ayakkabı, çamaşır makinesi, buzdolabı, mobilya almak, para kazanmak, işe girmek gerekir. Bu “gerekir” leitmotivine başka bir yerden, Georges Perec’in Şeyler isimli romanından aşina değil miyiz? 1960’ların başlarında, geçimlerini kendilerine okumak, yazmak, gezmek, sevdikleri şeylerle ilgilenebilmek için boş vakit bırakacaklarını düşündükleri anket yaparak sağlayan Jérôme ve Sylvie çalıştıkça daha yoksul bir yaşamın içine düşerler; satın almak arzusuyla yanıp tutuştukları eşyaların, mobilyaların, kıyafetlerin girdabında sıkışıp kalmışlardır. Bir “zengine dönüşmek” değil sadece zengin olmak; böylece özgür olduklarına inanmak isterler. Bu saplantı hayatları haline gelir, ne ki daha iyi bir yaşam adına her denemelerinin karşılığı boşluk olur, sonunda da hep küçümsedikleri ücretli işlerden birini kabul etmek zorunda kalırlar. Cezayir Savaşı’nın yedi yılı, öğrencilik yılları, birbirleriyle karşılaştıkları yıllar yani yaşamlarının en güzel yılları bir anda geçmişe yuvarlanıp gitmiştir:
"Boş zamanları vardı; ama zaman da onlara karşı çalışıyordu. Havagazının, elektriğin, telefonun parasını ödemek gerekiyordu. Her gün yemek yapmak gerekiyordu. Giyinmek, duvarlara badana yaptırmak, çarşafları değiştirmek, çamaşırları yıkatmaya vermek, gömlekleri ütületmek, ayakkabılar almak, trene binmek, mobilyalar almak gerekiyordu." (Şeyler, s. 46)
Kuma Daireler Çizen’in “ölülerden arta kalan” şimdisi, artık ne kendileri ne başkaları için bir anlamı olan, ne yapsalar içlerindeki boşluğun dolmayacağı, anlamı muallak “yenilgi” sözcüğüne sığınılan o zamanlardan da beterdir. O günlerin vahşi dünyası, yerini genç bir kızın kendini mafyaya uzanan bir cinayetin içinde bulduğu, kaotik ilişkilere bırakmıştır. O eski “dava” geçmişinin arasına sıkışan her yakın geçmiş, kahraman anneyi başka başka gerçekliklerle burun buruna getirir. Kadının olayın başında, terörle mücadele işin içine girince, kızını kurtarmak için, bir içgüdüyle, sırtını dayayabileceği sanısıyla didik didik aranan eski kocadan bir hayır gelmeyeceğini “geçmiş tecrübelerinden” zınk diye hatırlaması gibi, tekerrürler de ona kendisini hatırlatacaktır:
"Hapishanedeyken annesiyle babası onu ziyarete geldiklerinde nasıl davrandığını anımsadı. O da annesiyle babasını rahatlatmaya, orada iyi olduğunu, idare ettiğini anlatmaya çalışırdı. Annesi ağlar, babası hapse girmekle, hayranlık duyulan bir erkek olarak sürdürdüğü gamsız, cakalı hayatı hedef almış gibi kınayan bakışlarla susardı. Hapse girdiğinde annesi, su vermeyi kesmişler gibi küçük saksının içinde kuruyuvermişti. Herhalde kızının hapse girmesinden kendini suçlu buluyordu, belki de babası tek kelime konuşulmadan yenen o akşam yemeklerinde hapse girecek bir evlat yetiştirdiğini yüzüne vuruyordu." (s. 66)
Bu “ben ne anlatıyorum ama aslında ne demek istiyorum”a çok örnek verebiliriz polisiyeden.Ruth Rendell’in Taştan Hüküm ve Cam Hançer’i, P. D. James’in Doğal Bir Ölüm’ü “polisiye” başlığıyla yayımlansa da, arka planda, karakterlerin derinlemesine ruhsal tahlilleri açısından dramatik yoğunlukta metinlerdir; özellikle Paris’in dışında, güzel bir malikânede yaşayan kültürlü bir burjuva ailesinin yanında ev işlerine bakan, okuma yazma bilmeyen Eunice’in hikâyesinin anlatıldığı Taştan Hüküm’de sistem eleştirisi alttan alta kendini hissettirir. Talihsizliğinin nesneleri olan kitaplar, klasik müzik, iyi şarap, iyi yemekler arasında giderek ezilen Eunice yanına bir arkadaşını alarak bir aile katliamına imza atar.* Sınıf, eğitim farklılığı, sapkınlık, delilik bir yana, insanların iyi ya da kötü oluşunu sorgulamaktan öte, iyiliğin de, kötülüğün de kapitalist düzenden kaynaklandığı bir dünyanın temsilidir anlatılmak istenen.
Polisiye türü, başkahramanın polis soruşturması yoluyla çözmeye çalıştığı bir bilmecenin değişik anlatım yollarını harmanlayarak sahnelenmesi olarak tarif edilebilir kabaca. Okur da işlenen suçun yanında kahramanın bulduğu çıkış yollarının, sorunlarla baş ederken aldığı tavrın, çözüldüğü ya da direndiği noktaların ayrıcalıklı tanığıdır bir nevi. Bu yüzden, özel-genel insan ilişkilerindeki ara tonların, söze gelmez, duyumsanır hallerin hissettirilmesindeki ustalığın, Kuma Daireler Çizen’i büyüklü küçüklü, yakınlı uzaklı geçmişin halkalarından geçire geçire mahşeri bir şimdiye ulaştırdığından bahsedebiliriz. Şimdinin ufkunu neden polisiye türüyle çizdiğinin yanıtını da Ayşegül Devecioğlu’nun kısa bir süre önce Yeni Yaşam gazetesinde kendisiyle yapılan röportaj versin:
"Hikâye siyasi polisiye formunda daha iyi anlatıldı diyelim, ama neden polisiye sorusunun tek bir cevabı yok. Mahkemede sorulsa ‘pişman değilim’ derdim."
* Bu romandan uyarlanan, Claude Chabrol’ün La Cérémonie adlı filminde Isabelle Huppert ve Sandrine Bonnaire suçlu rollerinde unutulmaz bir performans çizerler.