| ISBN13 978-605-316-246-9 | 13x19,5 cm, 192 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Giriş, s. 13-15 Şiddetsizlik savunusu, siyasal yelpazenin her kesiminden şüpheci tepkilerle karşılaşıyor. Solda, radikal toplumsal ve iktisadi dönüşümün ancak şiddetle mümkün olduğunu iddia edenler olduğu gibi, daha ılımlı bir yaklaşımla, bu tür değişimi sağlayabilmek için şiddetin elde bulundurmamız gereken taktiklerden biri olduğunu söyleyenler de var. Şiddetsizliği, ya da şiddetin araçsal veya stratejik kullanımını savunan argümanlar ileri sürmek mümkün, ama bunların kamusal olarak tartışılabilmesi için öncelikle neyin şiddet neyin şiddetsizlik teşkil ettiği konusunda genel bir uzlaşmanın var olması gerekir. Şiddetsizliği savunanların karşılaştığı en büyük zorluklardan biri “şiddet” ve “şiddetsizlik”in tartışmalı terimler olması. Örneğin kimileri yaralayıcı söz edimlerini “şiddet” olarak adlandırırken, kimileri ise dilin açıktan tehdit durumları hariç hiçbir zaman tam anlamıyla “şedit” addedilemeyeceğini iddia ediyor. Kimileri sınırlı bir yaklaşımla şiddeti onu tanımladığı düşünülen fiziksel “darp” ânına indirgerken, kimileri ise iktisadi ve yasal yapıların “şedit” olduklarını, her zaman fiziksel şiddet biçimine bürünmeseler de bedenler üzerinde etkide bulunduğunu öne sürüyor. Nitekim bir imge ya da figür olarak darp, şiddet üzerine önemli tartışmalardan bazılarını örtük olarak şekillendirmiş ve şiddetin iki taraf arasında hararetli bir karşılaşma esnasında gerçekleşen şey olduğu fikrini yerleşik kılmıştır. Fiziksel darbın şiddet teşkil ettiğini reddetmemekle birlikte, toplumsal yapı ve sistemlerin, örneğin sistemik ırkçılığın şedit olduğunu savunabiliriz. Nitekim bazen başa veya vücuda inen bir darbe sistemik şiddetin bir ifadesidir ve burada edim ile yapı veya sistem arasındaki ilişkiyi kavrayabilmek gerekir. Yapısal veya sistemik şiddeti anlayabilmek için şiddetin nasıl işlediğine dair kavrayışımızı sınırlandıran pozitif açıklamaların ötesine geçmek gerekir. Ayrıca sadece iki figüre dayanan, darp edilen ve darp edenden ibaret olanlardan daha kapsayıcı çerçeveler bulmak gerekir. Elbette ki vuruşu, darbı, (tecavüz dahil) cinsel şiddet edimini izah edemeyen, ya da yakın bir ikili ilişkideki, yüz yüze bir karşılaşmadaki şiddetin işleyişini kavrayamayan açıklamalar şiddetin ne olduğunu betimleyici ve analitik olarak aydınlatmayı başaramaz, yani şiddet ve şiddetsizlik üzerine tartıştığımızda neden bahsettiğimizi açıklığa kavuşturamaz. [1] Basitçe şiddete karşı olduğunu söylemek ve bu beyanın meseleye dair insanın duruşunu özetlemesi kolay bir şey olmalıymış gibi görünür. Fakat kamusal tartışmalarda gördüğümüz gibi “şiddet” değişken bir terimdir, semantiği itiraz uyandırması gereken şekillerde ele geçirilir. Kimi zaman devlet ve kurumlar, siyasal muhalefetin muhtelif ifadelerini, ya da devlete veya mevzubahis kurumun otoritesine karşı çıkılmasını “şiddet” olarak adlandırırlar. Gösteriler, çadır kurmalar, forumlar, boykotlar ve grevler, fiziksel kavgaya ya da az önce bahsettiğim sistemik veya yapısal şiddet biçimlerine başvurulmadığında bile “şiddet içeriyor” diye tanımlanabilmektedir. [2] Devletler veya kurumlar böylece şiddetsiz pratiklerin adını şiddet diye değiştirmiş, deyim yerindeyse siyasal bir savaşı, kamusal semantik düzeyinde yürütmeye başlamış olurlar. İfade özgürlüğünü savunmak için düzenlenen ve bu esnada tam da bu özgürlüğü kullanan bir gösteri “şiddet içeriyor” diye adlandırılıyorsa bunun yegâne sebebi, dili bu şekilde kötüye kullanan iktidarın muhalefeti kötüleyerek şiddet tekelini ele geçirmeye, özgürlüğünü böyle kullanmak ve savunmak isteyenlerin üzerine polis, ordu ya da güvenlik güçlerini salmayı gerekçelendirmeye çalışmasıdır. Amerika araştırmaları uzmanı Chandan Reddy’nin ileri sürdüğü gibi, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki biçimiyle liberal modernlik, devleti şiddetten muafiyetin kefili olarak koyutlar, fakat bu muafiyetin kendisinin temelinde dayandığı şey şiddetin ırksal azınlıklar üzerine, ayrıca akıldışı, ulusal normun dışında addedilen tüm diğer gruplar üzerine salınmasıdır. [3] Bu görüşte devlet ırksal şiddet temelinde kurulmuştur ve ırksal şiddeti sistematik olarak azınlıklara uygulamayı sürdürür. Dolayısıyla ırksal şiddet devletin özsavunmasına hizmet etmektedir. ABD ve başka yerlerde siyah ve esmer insanlara, sokakta ya da evlerinde, silahsızken bile, yürüyerek ya da koşarak uzaklaştıklarında, kendileri bir suç duyurusunda bulunmaya geldiklerinde, hatta derin uykuda olduklarında onları gözaltına alan ya da silahla vuran polis tarafından sıklıkla “şiddet” atfedilmiyor mu? [4] Böyle durumlarda şiddet iddiasına dayanan savunmaların nasıl işlediğini görmek hem tuhaf hem de dehşet vericidir. Polislerin ölümle sonuçlanan eylemlerinin özsavunmaymış gibi gösterilebilmesi için, hedef aldığı kişinin bir tehdit olarak, gerçek ya da fiili şiddetin taşıyıcısı olarak resmedilmesi gerekir. Eğer kişi bariz olarak şiddet içeren hiçbir şey yapmıyorsa da, o zaman basitçe kişinin kendisi şedit olarak, şiddetli türden bir insan olarak, hatta saf şiddetin cisimleşmiş hali olarak resmedilir. Bu tür iddialar çoğunlukla ırkçılığın tezahürüdür. Notlar [1] Bkz. “Şiddet Dışılığın Politik Çerçevesi”, Gandhi ve Şiddet Dışı Direniş içinde, haz. Thomas Merton, çev. Seda Darcan Çiftçi, Kaknüs, 2017, s. 71-84. Metne dön. [2] Şiddetsiz eylem biçimlerine genel bir bakış için bkz. Gene Sharp, How Nonviolent Struggle Works, Boston: The Albert Einstein Institution, 2013. Metne dön. [3]Chandan Reddy, Freedom with Violence: Race, Sexuality, and the US State, Durham: Duke University Press, 2011. Metne dön. [4] Polis tarafından “gerekçeli olarak” öldürülen Afrika kökenli Amerikalılara dair istatistikler için bkz. “Black Lives Matter: Race, Policing and Protest”, Wellesley Research Guides, https://libguides.wellesley.edu/blacklivesmatter/statistics. Metne dön.
|