Özgürlüğün Krizi, Özgürlüğün Sömürülüşü s. 11-14
Özgürlük bir epizot haline gelecektir. Epizot ara bölüm demektir. Özgürlük duygusu bir yaşam biçiminden diğerine geçerken ortaya çıkar ve bu yeni biçim de kendini bir zorlama biçimi olarak gösterene kadar sürer. Böylece özgürleşmenin ardından yeni bir tabiyet gelir. Bu öznenin kaderidir sanki: Subjekt’in kelime anlamının, “tabi olan”ın da itiraf ettiği gibi.
Bugün tabi durumda bir özne (Subjekt) değil, özgür, kendini sürekli yeniden tasarlayan, yeniden icat eden bir proje (Projekt) olduğumuza inanıyoruz. Özneden projeye bu geçişe özgürlük duygusu eşlik ediyor. Ancak bizzat bu projenin zorlama altında bir varlık, dahası tabiyet ve boyun eğişin daha da etkin bir biçimi olduğunu görüyoruz. Dışsal baskılardan ve kendine yabancı zorlamalardan kurtulmuş olduğunu sanan bir proje olarak ben, daha iyi bir performans sergileme ve mükemmelleşme şeklindeki içsel baskılara ve zorlamalara tabi kılıyorum kendimi.
Bizzat özgürlüğün zorlamalara yol açtığı kendine has bir tarihsel dönemde yaşıyoruz. Yapabilme özgürlüğü, emir ve yasaklar dile getiren yapmalısından daha fazla zorlama üretiyor hatta. Yapmalısının bir sınırı vardır. Yapabilme ise sınır tanımaz. Bu yüzden de yapabilmeden kaynaklanan zorlamanın sınırı yoktur. Böylece kendimizi bir ikilemin içinde buluruz. Özgürlük aslında zorlamanın karşıtıdır. Özgür olmak zorlamalardan arınmış olmak demektir. Ama zorlamanın karşıtı olması gereken bu özgürlüğün kendisi zorlamalar yaratır. Depresyon ya da ruhsal tükeniş (burnout) özgürlüğün derin krizinin dışavurumlarıdır. Bunlar günümüzde özgürlüğün pek çok açıdan zorlamaya dönüşmekte olduğunun patolojik işaretleridir.
Kendini özgür sanan performans öznesi aslında bir köledir. Efendisi olmaksızın kendini gönüllü olarak sömürmesi ölçüsünde mutlak köledir. Karşısında onu çalışmaya zorlayan bir efendi yoktur. Salt yaşamı mutlaklaştırarak çalışır. Salt yaşam ve çalışma aynı madalyonun iki yüzüdür. Sağlık salt yaşamın idealini temsil eder. Hegel’in efendi ve köle diyalektiği uyarınca çalışmayıp sadece keyif süren efendinin egemenliği, hatta özgürlüğü neoliberal köleye yabancıdır. Efendinin egemenliği, kendini salt yaşamın üzerine yerleştirmesi ve bunun uğruna ölümü bile göze almasındadır. Bu aşırılık, bu aşırı yaşam ve keyif biçimi çalışan, salt yaşamı dert edinen köleye yabancıdır. Hegel’in düşündüğünün aksine çalışmak onu özgür kılmaz. İşin kölesi olarak kalmaya devam eder. Hegel’in kölesi efendiyi de işe zorlar. Hegel’in efendiköle diyalektiği çalışmanın totaliter hale gelmesine yol açar.
Bir girişimci olarak neoliberal özne başkalarıyla amaçtan yoksun ilişkilere girmekten acizdir. Girişimciler arasında amaçtan yoksun bir dostluk oluşmaz zaten. Halbuki özgür olmak (Frei-sein) köken olarak dostlar arasında olmak (bei Freunden sein) anlamına gelir. Özgürlük (Freiheit) ve arkadaş (Freund) Hint-Avrupa dil ailesinde aynı köke sahiptir. Özgürlük esasında bir ilişki kelimesidir (Beziehungswort)*. İnsan kendini ancak iyi bir ilişkide, diğer insanlarla mutlu bir birliktelik içinde gerçekten özgür hisseder. Neoliberal rejimin yönelmiş olduğu tümden tekilleşme bizi gerçekten özgür kılmaz. Böylelikle bugün sorulacak soru, kendisini zorlamaya dönüştüren uğursuz diyalektiğinden kurtulabilmek için özgürlüğü yeniden tanımlamamızın, yeniden icat etmemizin gerekip gerekmediğidir.
Neoliberalizm bizzat özgürlüğü sömürmeye yarayan çok verimli, hatta zekice bir sistemdir. Heyecan, oyun ve iletişim gibi özgürlüğün pratiğine ve dışavurum biçimlerine ait ne varsa sömürülür. İnsanı iradesine karşı sömürmek verimli olmaz. Yabancı bir gücün sömürüsü fazla kazanç sağlamaz. Ancak özgürlüğün sömürülüşü sayesinde maksimum kazanca ulaşılır.
İlginç bir şekilde Marx da özgürlüğü başkalarıyla kurulan iyi ilişki üzerinden tanımlamıştır: “Ancak [başkalarıyla] bir topluluk halindedir ki [her] birey yeteneklerini her yönde geliştirme imkânına kavuşur; yani kişisel özgürlük ancak topluluk içinde mümkündür.” [1] Buna göre özgür olmak kendini diğerleriyle birlikte gerçekleştirmekten başka bir anlama gelmez. Özgürlük başarılı bir toplulukla eşanlamlıdır.
Marx’a göre bireysel özgürlük sermayenin hilesi, sinsi bir oyunudur. Bireysel özgürlük fikrine dayanan “özgür rekabet” sadece “sermayenin başka bir sermaye olarak kendiyle ilişkisi, yani sermayenin sermaye olarak reel davranışıdır”. [2] Sermaye, özgür rekabet üzerinden başka bir sermaye olarak kendisiyle ilişki kurarak ürer. Kendisinin ötekisiyle bireysel rekabet üzerinden çiftleşir. İnsanlar birbirleriyle özgürce rekabet ederken sermaye çoğalır. Bireysel özgürlük sermaye tarafından kendi çoğalması için ele geçirildiği ölçüde köleliktir. Yani sermaye üremek için bireyin özgürlüğünü sömürür: “Özgür rekabette özgür olan bireyler değil sermayedir.” [3]
Bireysel özgürlük aracılığıyla sermayenin özgürlüğü gerçekleşir. Böylelikle özgür birey sermayenin cinsel organı durumuna indirgenir. Bireysel özgürlük sermayeye, onu aktif üremeye yönelten “otomatik” bir öznellik kazandırır. Böylelikle de sermaye sürekli olarak “canlı yavrular” [4] doğurur. Günümüzde aşırı bir biçime bürünen bireysel özgürlük sonuçta bizzat sermayenin aşırılığından başka bir şey değildir.
* “Öncül, zamirin ilişki kurduğu kelime” anlamına gelen Beziehungswort, “ilişki” ve “kelime” anlamlarına gelen kelimelerden oluşur. – ç.n.
Notlar
[1] Karl Marx ve Friedrich Engels, Die Deutsche Ideologie, MEW, Cilt 3, s. 74; Türkçesi: Alman İdeolojisi, çev. Olcay Geridönmez, Tonguç Ok, İstanbul: Kor Kitap, 2018. Metne dön.
[2] Karl Marx, Grundrisse der Kritik der politischen Ökonomie, MEW, Cilt 3, s. 545; Türkçesi: Grundrisse-Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, çev. Sevan Nişanyan, İstanbul: Birikim, 2018. Metne dön.
[3] A.g.y. Metne dön.
[4] Karl Marx, Das Kapital, MEW, Cilt 23, s. 169; Türkçesi: Kapital, çev: Nail Satlıgan, Erkin Özalp, Mehmet Selik, İstanbul: Yordam Kitap, 2015. Metne dön.