Emre Tansu Keten, "Birbirimiz için Yaşayacağız: Mektuplarla Platonov", yeniyol.org, 20 Nisan 2018
Ekim Devrimi’nin yüzüncü yıl dönümünde, işçi sınıfının bu ilk muzaffer devriminin her yönüne olduğu gibi, yarattığı sanatsal enerjiye de yoğun bir ilgi oluştu. Devrimin sanatı hakkında birçok makale yayımlanırken, Sovyet edebiyatını oluşturan yazarlar da, bu ilgiden nasibini aldı. Aslında Ekim Devrimi’nin sanatı, basit bir şekilde sosyal devrime ayak uyduran, devrimin propagandasını yapan bir sanat değildi. Sanat alanındaki önkabulleri, kanıksanmış iktidar yapılarını ve sınıfsal ayrımları yıkıp atmaya çalışan, sanatı demokratikleştirip bütün halkın üretimine açmayı amaçlayan ve insanlığın bütün potansiyelini serbest bırakma kararlılığında olan devrimci bir sanattı.
Andrey Platonov, işte böyle bir devrimci ortamda üretimlerine başlamış bir yazardı. Devrime aktif olarak katılmış, bu süreçte ilk eserlerini vermeye başlamış, ardından bir mühendis olarak ülkenin en ücra köşelerinde sosyalizmi örmeye çalışmış, sonrasında yazdıklarının pek hoş karşılanmamasıyla aforoz edilme noktasına gelmiş, ancak 1980 sonrası basılabilen eserleriyle hak ettiği ilgiye kavuşmuş bir gündelik hayat hikâyecisiydi. Metis Yayınları tarafından yayımlanan Birbirimiz İçin Yaşayacağız başlıklı Platonov’un mektupları, gerek yazarın eserleri, gerek Sovyetlerde bir yazar olmanın koşulları, gerekse ülkenin siyasi gidişatı hakkında önemli bir tanıklık olma niteliği taşıyor.
İlk yıllar
Kitap, Platonov’un bir gazetenin edebiyat bölümünde editör olduğu dönem, gazeteye şiir ve öykü gönderenlere yazdığı cevaplarla başlıyor. Yazar, kendisine gelen şiir ve öykülere karşı gayet sert ve acımasız eleştiriler kaleme alırken, bu eleştirilerde politik kaygıların değil edebi kaygıların ön planda olduğunu görüyoruz. Sadece bir işçi tarafından yazılmış olması nedeniyle ya da sadece proleteryayı konu alması/övmesiyle bir eserin proleter bir eser olmayacağının bilincindeki Platonov, bir edebi düzey tutturma çabasıyla geçiriyor bu editörlük günlerini.
Ardından Tambov günleri geliyor. Mühendis olarak çalışmak için gittiği Tambov bölgesinde, işlerin hiç de sosyalist bilinçle işlemediğini, devrimin henüz ilk yıllarında oluşmaya başlayan (Lenin ve Troçki’nin bu dönem hakkında uyarılarda bulunduğu) bürokrasinin hem işleri zorlaştırdığını, hem de işçiler ve yöneticiler arasında türlü ayak oyunlarına, çirkefliklere ve entrikalara yol açtığını görüyor. Bürokrasiden iğrense de, işleri layıkıyla yerine getirme arzusuyla bir süre sonra kendisi de oyunu kurallarına göre oynamaya çalışıyor. İşten çıkartmalar, şikayet mektupları, çalışmaya zorlama gibi yöntemleri denemesinin ardından bu küçük yerleşimde sevilmeyen kişi ilan ediliyor. İçerisine girdiği bu süreçte oldukça yıpranan Platonov bir süre sonra, kitapta ismi belirtilmeyen daha üst bir bürokrata şunları yazıyor:
“Bunlar cellat. Ben böyle bir başkanı olan sendikadan kendim giderim. Onlar o uzaklardaki büyük kalabalıkları düşünmeye alışmışlar, ancak o kalabalığın kanlı canlı bir üyesi karşılarına çıktığında ona kolayca ve acımadan silkeleyip atabilecekleri bir toz tanesi muamelesi yapıyorlar. Gerçekten bizi savunabilecek bir yer yok mu şimdi? (…) MK’nın (İnşaatçılar Birliği ve Orman İşçileri MK’sı) başkanı ne kodaman olursa olsun, bence insan olarak çok sefil. Ona karşı pes etmeyeceğim.”
Taşrada bürokrasiyle mücadele ederken, bir yandan da aşkıyla başa çıkmaya çalışıyor Platonov. “Her doğal afet gibi aşk da farklı uygulamalar bulabilir. Elektrik gibi mesela, öldürebilir, başın üstünde ışıyabilir ya da insanoğlunu ısıtabilir” diyerek bir tanımını bulmaya çalıştığı aşk, mektuplarından anladığımız kadarıyla onu sık sık ölümün eşiğine getiren bir enerji olarak yakalıyor. O dönem Moskova’da bulunan sevgilisi Mariya’ya, karşılıksız bir aşkı çağrıştıran, yoğun kıskançlık nöbetlerinin çıktısı gibi görünen mektuplar yazıyor. Yok edici bir özlem ile çıldırtan bir şüphenin bileşimi olan bu mektuplar, uzun bir dönem uzaktan uzağa yaşanmak zorunda olan bir aşkın barındırdığı tehlikeleri gösteriyor. Ancak Platonov ve Mariya aşkı bu badireleri atlatarak hayatta kalmayı başarıyor.
Platonov’un bu ilk dönem mektuplarına (aslında hayatının geneline de diyebiliriz) damgasını vuran diğer olgu ise geçim sıkıntısı. Sovyet’in taşralarında münzevi bir memur hayatı sürerken, bir yandan da Moskova’daki Mariya’ya ve daha sonrasında doğacak çocuklarına sürekli para göndermeye çalışan Platonov, memurluktan aldığı maaşı, yazdığı eserlerden aldığı teliflerle desteklemek için didiniyor. Ancak devrimin bürokrasi tarafından ele geçirilmeye başlamasıyla ortaya çıkan sanat bürokrasisi, bu alanda da yazarın önünü kesmeye başlıyor. Kitaptaki mektupların birçoğu, telif için ya da daha iyi barınma koşulları için bürokratlara yazılan ‘rica’lardan oluşuyor.
Devrimin sanatı yenilirken
Platonov’un edebi güzergâhı ile devrimin kaderi paralel bir şekilde ilerliyor diyebiliriz. Yazının başında sözünü ettiğimiz devrimci sanat, Lenin’in ölümü ve Stalinist bürokrasinin gücünü artırmasıyla birlikte yerini resmi sanata bırakmaya başlıyor. Troçki önderliğindeki Sol Muhalefet’in Sovyetler Birliği içerisindeki yenilgisiyle mutlak egemenliğini ilan eden Stalinizmin 1928’de başlattığı Kültür Devrimi ve 1934’te sosyalist gerçekçiliğin resmi sanatsal form haline gelmesiyle birlikte ‘devrimci sanatçı’ yerine ‘bürokrat sanatçı’ muteber hale geliyor.
Hikâye ve romanlarında büyük büyük meseleler yerine, sıradan insanların sıradan yaşamlarını/kaygılarını/hayallerini dert edinen Platonov, 20’lerin sonuna kadar (Yepifan Savakları, Elektriğin Yurdu gibi öyküleriyle) sanat çevrelerinden övgüler alsa da, 1928’de tamamladığı Çevengur başlıklı romanıyla işler tersine dönüyor (Sosyalist gerçekçilikle kastedilenin gerçek hayatın sanata aktarılması değil, sanat yoluyla bürokratların hoşuna gidecek ‘gerçek’lerin kurgulanması olduğu açık). Devrime zararlı ögeler barındırmakla eleştirilen Platonov, 1929’da yazdığı, bürokrasiyi eleştiren Şüpheli Makar öyküsüyle topa tutuluyor. Lidere yaranma derdiyle, liderden liderçi olan aparatçikler Platonov’u anarşist ve küçük burjuva olmakla suçluyorlar.
Ancak yazarın tam anlamıyla hedef tahtasına oturtulması, İlerisi İçin başlıklı hikâyesinin Krasnaya Nov dergisinde yayımlanmasıyla oluyor. Metni titiz bir şekilde okuyan Stalin, derginin yazı işlerine şu notu gönderiyor: “Krasnaya Nov yazı işlerinin dikkatine, düşmanlarımızın ajanının kolhoz hareketinin motivasyonunu bozmak amacıyla yazdığı öykü kalın kafalı komünistler tarafından iflah olmaz kürlüklerinin nişanesi olarak basılıp yayımlanmış. Hem yazara hem de o kalın kafalılara öyle bir bildirmek gerek ki hadlerini, hem bugün hem de ilerisi için yetsin de artsın”. Bu notun ardından Platonov, edebi ortamlardan dışlanıyor ve senelerce hiçbir eseri basılmıyor.
Mayakovski’nin intihar ettiği, Zamyatin ve Bulgakov’un yurtdışına çıkmak için Stalin’den izin istediği ve birçok yazarın otosansüre boyun eğdiği bu dönem Platonov kendisini liderliğe kabul ettirmekten başka bir çare bulamıyor ve Stalin’e bir mektup yazıyor: “Kaybolduğumu ve dolayısıyla mahvolduğumu söyleyen RPYB’deki (Rus Proleter Yazarlar Birliği) yoldaşların haklı olduklarını görüyorum. (…) Yolculuğun sonunda, her biri gerçek birer Bolşevik olan yoldaşlarımın ideolojik yardımları sonucunda, ben de önceden yazmış olduğum eserleri sanatsal anlamda içten içe reddettim; politik anlamda da reddedilmeyi hak eden eserler onlar, ortadan kaldırılmayı ya da gün yüzü görmemeyi hak ediyorlar. (…) Tüm kaygım önceki edebi faaliyetlerimin yarattığı zararı en aza indirmekten ibarettir”. Platonov, Şolohov’un yardımları ve İkinci Paylaşım Savaşı sırasındaki hizmetleri dolayısıyla, hakkındaki aforoz kararını bir nebze olsa azaltsa da, en nitelikli eserleri ancak 1980’den sonra gün yüzüne çıkabiliyor.
1938 yılında, 15 yaşındaki oğlu Platon’un Stalin’e suikast, Alman casusluğu, karşı-devrimci bir örgüt kurma gibi torba suçlamalarla tutuklanması, iki seneye yakın tutsak edilmesi ve çalışma kampında yakalandığı verem yüzünden hayatını kaybetmesi de Platonov’un hayatındaki önemli trajedilerden birisi olarak kitapta yer alıyor.
Birbirimiz İçin Yaşayacağız, komünizmi bir çocuğun duygusunda görmeyi düşleyen bir komünistin, tarihin en gelişkin işçi devleti deneyiminin tekil hikâyelerinin usta anlatıcısı Platonov’un mücadeleyle, ümitsizlikle, acıyla; ama inat ve aşkla geçen hayatının berrak bir anlatısı.