Bulduğunuz her malzemeyi yazıya dönüştürür müsünüz?Hayır. Bir metnin, bir yaşantının belirli bir temanın kurguya dönüşebilmesi için –bu okunmuş bir kitap da olabilir, herhangi bir yerden duyulmuş ya da benim seçtiğim bir şey de– ilk önce bendeki tortusunun çökmesi gerekiyor.
Yazmayı düşündüğüm konuları hemen yazmam. Örneğin "Mühür"ü yazmayı 95'te tasarlamıştım ve ancak geçen sene bir kitap dosyasına girecek duruma geldi.
Yazarken gerçek karakterlere ve mekâna bağlı kalır mısınız?Ben her şeyden önce kurgunun gerçekliğine sadık kalmak istiyorum. Dolayısıyla benim tercihim olarak, metnin dünyası dışındaki mekân ve karakterler benim kurguma girerken oldukça deforme olmuş olarak giriyorlar.
Özellikle seçtiğiniz bir konu var mı?Böyle bir şey yok. Zaten tematik olarak ilk kitabın dosya bütünlüğüyle bu kitabın dosya bütünlüğü farklı oldu fakat ben aynı sesi sürdürmeye çalıştım. Bu kitabı oluşturacak öyküleri yazarken de kitabın bütünlüğüne uymadığını düşündüğüm için dışarıda bıraktığım öyküler oldu. Bence bu kitabın bütünlüğü bir açıdan zamanın sorgulanması olarak ortaya çıktı. Bu kitaptaki yedi öykü de birbirinden farklı ve her birinde tek bir bireyin zamanı sorgulayışı yatıyor.
Öykülerdeki anlatıcı siz misiniz?Hayır. O kişi anlatıcı ve her öyküde değişiyor.
İlk kitabınız Kıyısız'da daha çok kendiniz vardınız. Yeni kitabınızda ise sanki daha geri plandasınız…Kıyısız'da dokuz öykünün de anlatıcısı farklıydı ama bu öyküleri kitaplaştırmaya karar verdiğim zaman anlatıcıyı özne olarak daha geriye çekmeyi planladım. Evet,
Kıyısız'da anlatıcılar daha ön plandaydı, bu kitapta ise anlatıcılar daha geri planda.
Göç ve ada hangi ruh halini simgeliyor?Göç, ada ve metin. Özellikle ada ve metin bu söylediğin üç motif de birbirine daha yakın iki nokta. Adanın da sınırları çizilmiştir ve bu sınırlar içinde ada kendi zamanını oluşturur. Metin de böyledir. Başta böyle tasarlamıyordum ama, ada ve metnin birbirine yaklaşmış motifler olduğunu fark ettim.
Adadaki zaman olgusu biraz farklı galiba…Adada kendi içine kapalı bir zaman oluşuyor. Zaman, bir adanın içinde yaşayanların birbirleriyle olan bireysel ilişkileriyle, yerleşegelmiş etik ilişkilerle ya da adadaki siyasi ilişkilerle oluşuyor ve bir süre sonra bütün bu ilişkilerin bütünü gerek insanlarla gerek kurumlarla bir adanın içinde ada olmayan herhangi bir toprak parçasına göre kendi içine kapalı, daha bağımsız bir zaman üretiyor. "Eni sonu kendi olan" başlangıcı ve bitimi kendi içine kapalı bir zaman oluşturuyor, çünkü zamanı ve mekânı birbirine bağımlı kavramlar olarak düşünürsek eğer, bir süre sonra adanın kendi içine kapalı bir mekân olması göçte de bir mekândan edilmişliği gösteriyor.
Peki bir adadan göç ne anlama geliyor?Bir adadan göç tümüyle kendi içine kapalı yerleşik bir düzenin bireyin kendi içinde kurduğu "ada" algısının da "mekân" algısının da tümüyle sarsılması oluyor. Zaman da mekân da kendi içine kurulmuş olarak yaşanıyor adada. Birey de bunları kendi algılamalarına göre tasarlıyor. Bir süre sonra, bu mekândan edilince adanın ve bireyin adada algıladığı zamandan da ediliyor, özellikle adadan göç zaman ve mekândan çıkan bir bireyler grubu yaratıyor.
Adanın dışına çıkmak, dışarıdaki hayatlara karışmak nasıl bir şey?"Mühür" hikâyesini yazmayı 95 yılında İmroz'a gittiğimde düşündüm. Ama öykünün içinde yer alınca kurgusal bir ada çıktı ortaya. Benim gerek İmroz'da gördüğüm gerek başka adalar üzerine okuduğum şeyler; adadaki insanların belki de adalı olmayan coğrafyalara göre daha fazla kendi mekânlarını içinde taşımaları, daha fazla adaya ilişkin seslerle yaşamaları, belleklerinde adaya ilişkin daha fazla görüntülerle yaşıyor oldukları yönündeydi. Bir ada bir süre sonra kendine ait zaman ve mekân oluşturduktan sonra kendine ait bir bellek de oluşturuyor. Adadan göç edenler bu belleğini de yitiriyorlar. Kişinin kendi zaman ve mekânının da dışına sürülmesi. Zaten göç her yerde bir yerinden edilme. Göç etmek zorunda bırakılan yanında sadece belleğini götürebiliyor. Bu, ada olmayan coğrafyalar için de geçerli; ama, göç adada daha sert ve çıplak yaşanıyor. Zorunlu yapılmış bütün göçler bir zamandan ve sesten uzaklaşma. Mühür'ü göç kavramı üzerine değil, zaman ve mekânın sorgulaması üzerine tasarladım. Göç ya da yerinden edilmişlik, zaman ve mekânın sorgulanmasının bir boyutu olarak çıktı öyküde karşıma.
Vatan nedir? Tarih mi coğrafya mı?Bence ikisi de değil. Bir açıdan bakarsak siyasi bir coğrafya bütünü. Benim için ise vatan, dilin ve metinlerin kendisi. Belirli bir coğrafyaya ilişkin metinlerde de bir göçten söz edebiliriz, bu metinler de üretilemiyorsa dilden de göç söz konusu demektir ve bu bir coğrafyadan göç kadar sert bir şeydir.
Neden öyküyü tercih ediyorsunuz?Öykü, benim yazarlık çerçeveme uygun olarak gördüğüm bir anlatı türü. Öykünün kendi zamanını çok seviyorum. Yazımı öykü olarak kurmayı da seviyorum. Benim gerek iç zamanıma, gerek yazarlık tarzıma en uygun zaman boyutu öykünün zaman boyutu.
Siz kimleri okursunuz?Yazı biçimleri açısından birbirlerinden çok farklı öykü yazarları olsa da Sait Faik'in ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın öykülerini çok sevdim. Bu iki yazardan çok farklı ve bir roman yazarı olarak tanınsa da Oğuz Atay'ın öykülerini de çok sevmişimdir. Edgar Alen Poe'nun ve Borges'in hem öykücülüğü hem de öykü üzerine söyledikleri beni çok etkilemiştir.
Yazarlığınızı başka hangi kaynaklarla besliyorsunuz?Benim öykülerimi yazarken yazarlığımı besleyen pek çok kaynak oluyor. Öykülerle birlikte roman, şiir, denemeler, filmler benim yazarken yazarlığımı beslediğimi varsaydığım kaynaklar.