 | ISBN13 978-975-342-276-5 | 13x19,5 cm, 496 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et Diğer kampanyalar için |  |
|
| | Geceyarısı Çocukları Özgün adı: Midnight's Children Çeviri: Aslı Biçen Yayın Yönetmeni: Müge Gürsoy Sökmen Kapak Tasarımı: Emine Bora |
Kapak ve İç Baskı Yaylacık Matbaacılık Ltd. Mücellit Sistem Mücellithanesi Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Haziran 2000 |
1981'de Booker, 1982'de James Tait Black, daha sonra da 25 yılın Booker ödüllü kitapları arasında birincilik anlamına gelen Booker of Bookers ödülünü alan Geceyarısı Çocukları, 20. yüzyılın en iyi 100 romanı arasında sayılıyor. Kahramanımız Salim Sina 15 Ağustos 1947'de, tam geceyarısı dünyaya gelir: Aynı anda Hindistan bağımsızlığına kavuşmuştur. O gece büyülü güçlere sahip yüzlerce çocuk doğar. Cadı Parvati, Tokmak Dizli Şiva ve niceleri... Yeni doğan bir ulusun emekleme çağı, ergenlik sancıları, yetişkinleşme çabaları ile tam geceyarısı doğan bu çocukların maceraları gerçek anlamda içiçe geçmiştir. "Uzaklığından ötürü geçmiş somut ve anlamlı görünür, oysa bugüne yaklaştıkça her şey gitgide daha inanılmaz görünmeye başlar," diyor Salman Rushdie, "kendinizi büyük bir sinemada farzedin, önce en arka sırada oturuyorsunuz, sonra sıra sıra öne doğru ilerleyip neredeyse burnunuzu dayıyorsunuz perdeye. Oyuncuların yüzleri ağır ağır oynaşan zerrelere dönüşüyor; küçük ayrıntılar devasa boyutlara ulaşıyor, yanılsama çözülüyor - daha doğrusu yanılsamanın kendisinin gerçeklik olduğu ortaya çıkıyor." Geceyarısı Çocukları'nı anlatacak en iyi ifade de bu: Düşle hakikat, gizemle büyü, fantaziyle tarihsel olgu arasında ustalıkla örülmüş bir anlatı...  | OKUMA PARÇASI |
Açılış bölümü, "Delik Çarşaf", s. 11-18 Ben Bombay'da doğdum... evvel zaman içinde. Yok, bu yetmez, tarihi söylemeden olmaz; 15 Ağustos 1947'de Doktor Narlikar'ın Doğumevinde dünyaya geldim. Ya saati? Saat de önemli. İyi öyleyse: geceleyin. Yok yok, biraz daha ayrıntılı... Aslına bakılırsa saat tam geceyarısını vurduğunda. Ben dünyaya gelirken akreple yelkovan saygıyla tokalaştılar. Söyleyiver gitsin, söyle hadi; tam Hindistan'ın bağımsızlığına kavuştuğu anda yuvarlandım dünyaya. Herkes nefesini tutmuştu. Pencerenin dışında havai fişekler ve kalabalıklar vardı. Bir iki saniye sonra babam ayak başparmağını kırdı ama onun başına gelen kaza, karanlığa boğulmuş o anda benim payıma düşenin yanında hiç kalırdı; çünkü o vurdumduymaz kutlama saatlerinin esrarlı zorbalıkları yüzünden ben garip bir biçimde tarihe kelepçelenmiştim, kaderim kopmazcasına ülkemin kaderine zincirlenmişti. Bunu takip eden otuz yıl boyunca da o kaderden hiç kurtulamadım. Kâhinler hakkımda kehanetler savurmuş, gazeteler dünyaya gelişimi kutlamış, politikacılar sahiciliğimi onaylamışlardı. Bu konuda bana söyleyecek söz kalmamıştı, ben Salim Sina ya da daha sonra anılacağım adlarla Sümüklü, Lekesurat, Keltoş, Keskinburun, Buda, hatta Ay Parçası, Kaderle son derece sıkı fıkı olmuştum – en iyi koşullarda bile tehlikeli bir ilişkiydi bu. Üstelik daha kendi burnumu bile silmekten acizdim. Ama şimdi (benim için artık bir faydası kalmayan) zaman tükenmek üzere. Yakında otuz bir yaşında olacağım. Be... Devamını görmek için bkz. |  |
 | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Celâl Üster, “Bellekten Gelen Gerçek”, Yeni Binyıl, 2 Haziran 2000 Geceyarısı Çocukları, tarihle bağlantılı bir roman. Ama Salman Rushdie, tarihsel bir roman olmadığı kanısında. O, daha çok, gerçeklik ile yanılsama arasındaki ilişkiler, gerçekliğin değişkeleri, yanılsamanın gerçekliğin yerini almasıyla ilgileniyor. Gerçeklik nereden baktığınıza bağlı... Rushdie'nin kitaba bakışı, yazma süreci içerisinde değişmiş aslında. İlk başta, gerçekten de, tarihle ilgili bir şey yazacağını düşünmüş. Proust'un yaptığına benzer bir şey yapacağını, geçmişi sanki hiç geçip gitmemiş gibi, geri getireceğini sanıyormuş. Belleğin süzgecinden arınacağına, belleğin süzgecinin çarpıtmalarından kurtulacağına inanıyormuş. Oysa, bir süre sonra, en çok, belleğin süzgecinin kendisiyle ilgilenmeye başladığını fark etmiş. Böylece, roman, yazarının gözünde, belleğin doğasıyla ilgili bir kitap olup çıkmış. Bellek kaymalarından, kırılmalarından, dahası belki de bellek çarpıtmalarından oluşan bir geçmişin öyküsü. Belki de, bir kişinin ya da bir kuşağın, tarihin içinden geçişiyle ilgili bir kitap. Geceyarısı Çocukları'nı, tarihle ilgili bir kitap ya da tarihsel bir roman olmaktan çıkarıp sahici bir roman yapan özellik de, gazeteci gerçekliğine değil, bellek kazılarına, anımsanmış gerçeklere, belleğin oyunlarına dayalı bir anlatı olması: "Kuşkusuz, bellek bu oyunları oynuyor. Romanda böyle birçok yanlış var. Hindistanlı okur, bunları hemen yakalıyor. Biraz da biler... Devamını görmek için bkz. |  |
Saliha Paker, “Bir Tercümenin Çevirisi: Sabkuçtiktok Hai”, Virgül, Sayı 41, Mayıs 2001 Geceyarısı Çocukları "ulusal alegori" olarak da okunan bir modern Hindistan destanı. Öyküden öykü üreten uzun Mahabharata ve Ramayana destanlarından olduğu kadar Bombay (Bollywood) Sinemasının özelliklerini de taşıdığı söylenen bu roman, 15 Ağustos 1947 tarihinde Hindistan'da bağımsızlığın ilan edildiği geceyarısını izleyen saat içinde doğan Salim Sina'nın kendisi tarafından kaleme alınan 31 yıllık yaşamının öykü yumağı. Ana çizgileriyle özetlenirse: Varlıklı Müslüman bir ailenin çocuğu olarak Bombay'da yetişmesi, Hindistan toplumunun etnik çoğulluğunu mikro-düzeyde yansıtan yaşadığı site ve oradaki arkadaşları, gittiği İngiliz okulu, gördüğü yerli filmler, ülkenin bölünmesiyle birlikte yeni kurulan Pakistan'a zorunlu göç, ailesinin yok oluşu, Bombay-Karaçi hattı dışında Delhi'den ve kırsal kesimden insan manzaralarına karıştıktan sonra Bombay'a dönüşü ve orada bir turşu imalathanesine sığınışı. Özde yalnız bir insan olan Salim Sina'nın maceraları, büyük ölçüde kendisi gibi Hindistan dünyasına geceyarısının getirdiği birbirinden farklı mucizevi yeteneklerle doğan 1000 çocukla ve özellikle, kendisi gibi kimliği müphem 'ikizi' Şiva ile, mucizevi bir iletişim ağı kurması üzerine doğaüstü boyutlar kazanır. Bu iletişim sırasında aralarında gerçekleşen dayanışmalar, cereyan eden gerilimler, çatışmalar, kopmalar ülkenin siyasal-toplumsal maceraları ile içiçe geçerek geni... Devamını görmek için bkz. |  |
Mehmed Uzun, “Söz Irmağı Hep Akacak”, Celâl Üster söyleşisi, Yeni Binyıl, 30 Haziran 2000 Bombay'ın orta halli bir Müslüman ailesinden gelen Rushdie, yarattığı roman diliyle İngilizce'ye yeni olanaklar sağladı. Bunu da belki en iyi biçimde Geceyarısı Çocukları ile yaptı. Gerçekten de, Rushdie'nin en iyi romanı Geceyarısı Çocukları. 1983'te okumuştum; elimde kırmızı kalem, satırların altını durmadan çizerek. İngilizce yazılmış, ama dili, üslubu, havası ve tekniğiyle İngilizlerin yarattığı romanlardan çok farklı olan bu roman, beni çok mutlu etmişti. Geceyarısı Çocukları, Grass'ın Teneke Trampet ve Marquez'in Yüz Yıllık Yalnızlık adlı yapıtlarındaki büyülü gerçekçilik geleneğine çok yakın bir atmosferde, hem çok ilginç kişisel kaderleri anlatıyor, hem de bütün bir ulusun sancılı doğuşunu. Romanın her sayfası okuru şaşırtan görüşler, düşünceler, olaylar, gelişmelerle dolu. Binbir kader, olay, görüş, düşünce ve ilişki. Ama hepsi de uzun soluklu, yeteneği ve sabrı her cümlede görülen, üslup ve tekniğin ne olduğunu çok iyi bilen bir yazar tarafından oya gibi işlenmiş. Çok sesli, çok renkli, çok nefesli, büyüleyici bir roman. Ayda Su, “Sihirli Gerçekçilik”, Cumhuriyet Kitap, 13 Eylül 2001 Salman Rushdie'nin Geceyarısı Çocukları romanı, fantastik roman kalıplarını zorlasa da, 15 Ağustos 1947'de Hindistan'ın bağımsızlığına kavuştuğu ve Müslümanlarla Hinduların çatıştıkları yılları anlatır. Romandaki tarihsel verilerin hepsi doğrudur. Modern Hindistan'ın tarihi kaydı şeklinde, Hindistan'ın bağımsızlığını kazandığı günün geceyarısında Bombay'da doğan iki çocuğun öyküsünü anlatır. Hastanedeki hemşire Müslüman ve Hindu iki bebeğin yerlerini değiştirerek, diğerinin hayatını yaşamasına neden olur. Saleem Sinai, varlıklı Müslüman aile tarafından büyütülür ama aslında aşağı kasttan Hindu bir kadının, ülkeyi terk eden Britanyalı bir adamdan doğma gayrimeşru çocuğudur. Diğer bebek Shiva ise, kendisine sadık olmayan karısının doğum sırasında ölmesiyle, sokak göstericisine verilir. Saleem çağdaş Hindistan'ı temsil eder. 30 yaşına geldiğinde Geceyarısı Çocukları adını verdiği anılarını yazar. (Başkahramanının roman yazması, roman içinde roman yaratır ve kitaba farklı katmanlarda gerçeklik ekler.) Shiva da Hindistan'ın en saygıdeğer savaş gazilerinden biri olmasına rağmen, Saleem'in baş düşmanıdır. Saleem hikâyesine, kendi doğumundan önce -dedesinin yaşamıyla- başladığı için kendi bilinci ötesinde gerçekliklerle donanmış öyküleri anlatır. Bir çocuğun gözünde abartılmış portrelerle dedesini ve ninesini çizer. Yüzyıllardır süregelen efsanelere bir halka eklediği... Devamını görmek için bkz. |  |
Sema Kaygusuz, “Böcek Olabilir miyim?”, Araf.net, Sayı 28 Düşünün ki bir ülke, yıllarca sömürge olarak yönettiği başka bir ülkenin topraklarına, artık edebiyatın o kalkık burnuyla bakabiliyor. İngiltere ile Hindistan arasındaki bu yazınsal temas, sanki geçmişin izafi bir ödeşmesi gibi... Yüzlerce değişik dini, farklı kültürleri içinde barındıran Hindistan, ona dayatılan o akıcı İngilizce'siyle kendinden bir şeyler anlatmanın fırsatını nihayet buldu. Bazen burası gerçekten Gandhi'nin ülkesi miydi diye düşünüyorum. İngiliz kumaşlarını reddeden, kendi giysisini kendi dokuyan Gandhi'nin ülkesi... Hintli yazarlar, edebiyat yöntemiyle çıkardıkları süslü seslerle, bir Hint modası yaratmakla, turistik olmanın ötesine geçemeyeceklerine dair bir kuruntum var. Geceyarısı Çocukları'nda da bunu gayet iyi gördüm. Doris Lessing, Salman Rushdie için yapılabilecek en doğru yorumu yapmıştı: "Bence Salman Rushdie gücünü her zaman sözcüklere, onların renk ve ağırlıklarına, biçim ve parlaklıklarına duyduğu sevgiden alıyor. Kimse, böylesine büyük bir hokkabaz ustalığıyla, böylesine büyük bir el hüneriyle oynayamaz sözcüklerle. Öykü insanı hemen sarıyor ve kendini okutuyor; bunda şaşılacak bir şey yok çünkü bu öykü Sinbad'ı, Binbir Gece Masalları'nı, Altın Post'u yaratan sihirli ülkeden geliyor." Geceyarısı Çocukları'nda, bir yazarın kendi toprağındaki yaşantıları, durumları, miras kalan korkuları, Avrupa piyasası için nasıl derleyip n... Devamını görmek için bkz. |  |
A. Ömer Türkeş, “Geceyarısı Çocukları”, Pandora Dünya çapındaki şöhretini, Şeytan Ayetleri romanında Müslümanlara hakaret ettiği gerekçesiyle, İran rejiminin hakkında çıkardığı ölüm fetvası ile edinen Salman Rushdie, Urduca ve İngilizce konuşan bir ailenin çocuğu olarak 1947 yılında Hindistan’ın Bombay kentinde doğdu. 1961 yılında lise eğitimini tamamlaması için İngiltere’ye gönderildi. Ailesi ise Hindistan’daki siyasi karışıklıklar nedeniyle 1964’de, büyük bir Müslüman topluluk ile birlikte Pakistan’a; Karaçi kentine göç etmek zorunda kaldı. Salman Rushdie, Cambridge üniversitesi tarih bölümünden 1968 yılında mezun oldu. Bu tarihten başlayarak edebiyat ve tiyatro ile ilgilenen yazar, geçimini sağlamak için 1981 yılına kadar reklam sektöründe çalıştı. İlk romanı Grimus (1975), fantastik bir bilimkurgu metniydi ve eleştirmenlerin dikkatini çekmeye yetti. Ama, onun yazarlığının onaylanması 1981 yılında yayınlanan Geceyarısı Çocukları sayesinde olmuştur. Bu romanı ile Booker ve Jamestait Black ödüllerini kazandı, ancak az sonra değineceğimiz muhalif içeriğinden dolayı, kitap Hindistan’da yasaklandı. Yasak ve lanetlerin yazarı gibidir Rushdie. 1983 tarihli üçüncü romanı Shame de Pakistan’da aynı akibete uğradı. Nikaragua’yı anlattığı The Jaguar Smile’ın (1987) ardından yazdığı The Satanic Verses, 1988 Whitebread ödülünü kazandıysa da, hem müslüman ülkelerin büyük bir bölümünde yasaklandı, hem de onu hala kovalayan ... Devamını görmek için bkz. |  |
Celâl Üster, “Geceyarısı Çocukları’ndan Floransa Büyücüsü’ne”, Cumhuriyet Kitap Eki, 24 Eylül 2009 Salman Rushdie'nin başyapıtı, Şeytan Âyetleri öncesi bir roman, Geceyarısı Çocukları Hindistan'ın Britanya sömürgeciliğinden bağımsızlığa geçişini konu alıyor. 1988'de Şeytan Âyetleri olayı patlak verdiğinde, Cumhuriyet'te konuya geniş yer ayırmıştık. Ayetullah Humeyni'nin, Salman Rushdie için 'Katli vaciptir' diye fetva çıkarması karşısında, farklı kesimlerden insanların görüşlerini almıştık. Çağımızda edebiyata ve yazara yöneltilen en açık, en dolaysız, en yabanıl saldırılardan biri sayılması gereken bu 'fetva'dan sonra, Rushdie, on yıldan fazla bir süre toplum yaşamından uzak, koruma altında yaşamak zorunda kalmıştı. O günlerden bu yana, 'fetva'nın altından da, üstünden de çok sular aktı. Şeytan Âyetleri pek çok ülkede yayımlanmayı sürdürdü. Şeytan Âyetleri bunalımının üstünden yirmi yıldan fazla bir zaman geçti, gel gör ki Aziz Nesin'in o dönemde büyük tepki çeken girişiminden bu yana Rushdie'nin romanı ülkemizde bir türlü yayımlanamadı gitti. Yasal açıdan bir yasak getirildi mi, pek emin değilim. Galiba bir 'yasak' var, tavşan uykusunda. Ama, sanırım, daha da önemlisi, yasal bir yasak olmasa da kimsenin bu 'tabu'yu kırmayı göze alamayacak gibi görünmesi. Dediğim gibi, 'fetva'dan bu yana çok zaman geçti. Rushdie uzunca bir süredir olağan yaşamını sürdürüyor. Kaldı ki, Şeytan Âyetleri'nden iki yıl sonra... Devamını görmek için bkz. |  |
|