| ISBN13 978-975-342-276-5 | 13x19,5 cm, 496 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Ayda Su, “Sihirli Gerçekçilik”, Cumhuriyet Kitap, 13 Eylül 2001 Salman Rushdie'nin Geceyarısı Çocukları romanı, fantastik roman kalıplarını zorlasa da, 15 Ağustos 1947'de Hindistan'ın bağımsızlığına kavuştuğu ve Müslümanlarla Hinduların çatıştıkları yılları anlatır. Romandaki tarihsel verilerin hepsi doğrudur. Modern Hindistan'ın tarihi kaydı şeklinde, Hindistan'ın bağımsızlığını kazandığı günün geceyarısında Bombay'da doğan iki çocuğun öyküsünü anlatır. Hastanedeki hemşire Müslüman ve Hindu iki bebeğin yerlerini değiştirerek, diğerinin hayatını yaşamasına neden olur. Saleem Sinai, varlıklı Müslüman aile tarafından büyütülür ama aslında aşağı kasttan Hindu bir kadının, ülkeyi terk eden Britanyalı bir adamdan doğma gayrimeşru çocuğudur. Diğer bebek Shiva ise, kendisine sadık olmayan karısının doğum sırasında ölmesiyle, sokak göstericisine verilir. Saleem çağdaş Hindistan'ı temsil eder. 30 yaşına geldiğinde Geceyarısı Çocukları adını verdiği anılarını yazar. (Başkahramanının roman yazması, roman içinde roman yaratır ve kitaba farklı katmanlarda gerçeklik ekler.) Shiva da Hindistan'ın en saygıdeğer savaş gazilerinden biri olmasına rağmen, Saleem'in baş düşmanıdır. Saleem hikâyesine, kendi doğumundan önce -dedesinin yaşamıyla- başladığı için kendi bilinci ötesinde gerçekliklerle donanmış öyküleri anlatır. Bir çocuğun gözünde abartılmış portrelerle dedesini ve ninesini çizer. Yüzyıllardır süregelen efsanelere bir halka eklediği izlenimi verir. Gerçekleşmesi fiziksel olarak imkânsız olan olayları anlattığında da okuyucu anlatılanlardan kuşku duymaz, çünkü bunları kabul etmeye, efsanenin bir parçası olarak hazırlanmıştır. "Adem Aziz namaz kılmaya çalışırken burnunu kırağıdan sertleşmiş bir toprak çıkıntısına çarptı. Sol burun deliğinden çıkan üç damla kan sabah ayazında anında sertleşip seccadenin üzerine dökülerek gözlerinin önünde yakuta dönüştü. Kafasını tekrar dikleştirecek kadar doğrulduğunda gözlerine dolan yaşların da donduğunu fark etti ve kibirle gözlerindeki elmasları sildi..." Son bir nokta olarak, sihirli gerçekçilik tarzını sürrealizmden çok kesin çizgilerle ayırmak gerekir. Birincisi öykünün gerçekliğine katkıda bulunacak imgeler ve duygular taşır, oysa sürrealizm anlatılan öyküye inanılmasını beklemez okurdan. Sihirli gerçekçilik, olayların gerçekten yaşanmış olduğuna inanmamamızı sağlamadığında bile, bunların anlatıldığına inandırır bizi. Yaşanmamış olması bir öykünün anlatılmamış olmasını gerektirmez, sihirli gerçekçilikte de bu öykülerin hep anlatılageldiği izlenimi kalır geride, aynı destanlar ve masallar gibi. |