Sema Kaygusuz, “Böcek Olabilir miyim?”, Araf.net, Sayı 28
Düşünün ki bir ülke, yıllarca sömürge olarak yönettiği başka bir ülkenin topraklarına, artık edebiyatın o kalkık burnuyla bakabiliyor. İngiltere ile Hindistan arasındaki bu yazınsal temas, sanki geçmişin izafi bir ödeşmesi gibi... Yüzlerce değişik dini, farklı kültürleri içinde barındıran Hindistan, ona dayatılan o akıcı İngilizce'siyle kendinden bir şeyler anlatmanın fırsatını nihayet buldu. Bazen burası gerçekten Gandhi'nin ülkesi miydi diye düşünüyorum. İngiliz kumaşlarını reddeden, kendi giysisini kendi dokuyan Gandhi'nin ülkesi... Hintli yazarlar, edebiyat yöntemiyle çıkardıkları süslü seslerle, bir Hint modası yaratmakla, turistik olmanın ötesine geçemeyeceklerine dair bir kuruntum var. Geceyarısı Çocukları'nda da bunu gayet iyi gördüm.
Doris Lessing, Salman Rushdie için yapılabilecek en doğru yorumu yapmıştı: "Bence Salman Rushdie gücünü her zaman sözcüklere, onların renk ve ağırlıklarına, biçim ve parlaklıklarına duyduğu sevgiden alıyor. Kimse, böylesine büyük bir hokkabaz ustalığıyla, böylesine büyük bir el hüneriyle oynayamaz sözcüklerle. Öykü insanı hemen sarıyor ve kendini okutuyor; bunda şaşılacak bir şey yok çünkü bu öykü Sinbad'ı, Binbir Gece Masalları'nı, Altın Post'u yaratan sihirli ülkeden geliyor."
Geceyarısı Çocukları'nda, bir yazarın kendi toprağındaki yaşantıları, durumları, miras kalan korkuları, Avrupa piyasası için nasıl derleyip nadasa bıraktığını, sonra büyük bir ustalıkla, attığı tohumları nasıl bir büyük romana çevirdiğini göreceksiniz. Büyüler, sihirler, fallar, bıra dışı rastlantılar, olağanüstü güçler... Kısacası masalsı tüm öğelerle yazılmış bir kitap bu. Hatta bir akbabanın ağzından düşürdüğü kesik bir elin, Salim Sina'nın babasının suratına nasıl da tokat attığını okuduğunuzda, resmen hikâye (!) dinlediğinizi düşünebiliyorsunuz. Peki bunlar kötü mü. Hayır değil. Ama bana kalırsa değerli de değil.
Dostoyevski'nin "Yeraltından Notlar" uzun öyküsünde küçük bir cümle var. Küçücük... "Bir böcek bile olamadım." Kafka'ya "Dönüşüm"ü yazdıran cümlenin bu cümle olduğunu varsayarsak –bu varsayım Hulki Aktunç'un tespitidir–, Geceyarısı Çocukları ile bağ kurabileceğimiz öteki eserler, Lessing'in dediği gibi Sinbad, Binbir Gece masalları, Altın Post gibi bir masal geleneğine dayanıyor. Kitap tanıtım kampanyası ise, masalsılık değil de YANILSAMA üzerinde duruyor. Yanılsamanın altına geçirilen gerçekçi kılıf ise, Hindistan özgürlüğü, Pakistan-Hindistan savaşı gibi sıkıcı tarihsel anlatımlar. Şu yanılsama sözcüğünden artık hiç haz etmiyorum.
1930'lardan beri yazan RK Narayan, 1960'larda ortaya çıkan Anita Desai gibi Hintli yazarlar, ülkesinde pek ilgi görmeyen, Batıda ün kazanmış önemli yazarlardı. Ancak ne zaman 1980'lere geldik, İngilizce Hint Edebiyatı büyük şöhretler yaratmaya başladı. Booker Ödüllü Hintli yazar Arundhati Roy 'un Batı'da yakaladığı şöhret, Hindistan'ın İngilizce'yi yetkinlikle kullanan diğer yazarlarını da harekete geçirdi. 1980'lerin sona erdiği yıllarda Hindistan'da, İngilizce yazan ve ünü ülke sınırlarının dışında yakalayan Vikram Seth, Allan Sealey, Amitav Ghosh ve Rohinton Mistry. Saydığım yazarların hemen hepsi ilk olarak Londra ve New York'ta keşfedildi.
İlginç olan bu yazarların hiçbiri kendi vatandaşları tarafından okunmayan, pek rağbet görmeyen yazarlardı. Ne zaman dışarıda ilgi görülürlerse, o zaman okunmaya başladılar. Edebiyatın kendi toprağından bu kadar uzak düşmesi, üstelik kendi diline hiçbir katkısı bulunmaması Hindistan için ne büyük bir kayıptır.
Yalnızca İngiltere'de yayımlanmayı bekleyen otuz Hint kitabı var. Hepsi piyasaya çıktığında gösterişli şarap ve peynir partileriyle tanıtılacak. Kitapçılarda renkli afişler göreceğiz. Bol sıfırlı çeklerle, üstün yetenekli yazarlar –Salman Rushdi'nin üstün yeteneği olduğu yadsınamaz–, İngilizce'ye egzotik bir soluk getirmeye devam edecekler.
Geceyarısı Çocukları, 20. yüzyılın en güzel romanlarından biri olarak satılıyor. Olabilir... Fakat ne yazık ki, hiçbir yazara "Ben böcek olabilir miyim?" diye sordurtmayacak...