| ISBN13 978-975-342-874-3 | 13,5x21,5 cm, 208 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Ercan Dalkılıç, "Ahlak felsefesinin sonu", Star Kitap Eki, 14 Şubat 2013 Theodor W. Adorno, ünlü başyapıtı Minima Moralia’da “Bugün doğru hayat mümkün müdür?” sorusunun cevabını enine boyuna irdelemek suretiyle kendince bir ‘doğru yaşam öğretisi’ ortaya koymuştu. Ahlak Felsefesinin Sorunları’ysa, Minima Moralia’nın devamı sayılabilecek bir yapıt. Adorno’nun 7 Mayıs 1963 – 25 Temmuz 1963 tarihleri arasında verdiği on yedi dersin teyp kayıtlarından oluşan bu metin, adından da apaçık anlaşılabileceği üzere Kant’ın ahlak felsefesini merkezine alıyor. Adorno, hemen birinci derste ahlak felsefesinin pratik eylemle doğrudan bir bağı olduğunu belirtiyor ve başta Kant’ın Pratik Aklın Eleştirisi eseri olmak üzere felsefeyi alt bölümlere ayırma girişimlerinde ahlak felsefesinin pratik felsefe olarak tanımlandığının altını çiziyor. Bu çok yerinde bir tanımlama, çünkü Kant’a kulak verecek olursak; pratik akıl, teorik akıla göre çok net bir biçimde öncelikli. II. Dünya Savaşı’nda Nazizmin yaptıkları karşısında bütün dünya salt bir izleyici olmaktan bir adım öteye gidemedi. Herkes yaşananların çok üzücü olduğunu söyledi durdu. Fakat kimse nasıl harekete geçileceğini kestiremiyordu. Tam bu noktada işte ahlak felsefesinin, dolayısıyla pratik felsefenin önemi apaçık bir şekilde ortaya çıkmıştı. Bugün hâlâ savaşlar, zulümler sürüyorsa ‘bir şey yapma ihtiyacı’ varlığını tüm gücüyle koruyordur. Dolayısıyla ahlak felsefesi (pratik felsefe) de hâlâ felsefe içinde öneminden bir şey kaybetmemiş demektir. Adorno’nun öznenin amblemi olarak gördüğü, ahlak felsefesinin, etiğin asıl kurucusu Sokrates’in Batı felsefesi tarihinde yazı yazmamış tek kişi olmasının nedeni de tamamen pratiklik ile ilintiliydi. Onun felsefesi insan davranışlarına yönelik bir pratiklik içeriyordu. Adorno’ya göre Sokrates’in felsefesinin temelinde yatan fikir de şuydu: Yaşayan, konuşulan söz hitap ettiği özgül kişiye kendi adına cevap verebilirken, yazılı söz bütün insanlara aynı nazarda bakar, ayrım yapmadan acizdir, hiçbir soruya cevap veremez ve değişmeden kalır. Adorno’nun, Ahlak Felsefesinin Sorunları’nın kapsadığı dersleri anlatırken bu Sokratesçi felsefi yönelimi baz aldığını söylemek mümkün. Oldukça akıcı olan metinler, yaşayan bir üsluba sahip. Adorno, bu akış içinde de genişleyen referans skalası felsefeden Ibsen’in oyunlarına, oradan da Buddenbrooklar Ailesi’nin çöküşüne değin uzanıyor. Bu geniş tabanlı referanslar dizisi, Ahlak Felsefesinin Sorunları’nı yalnızca felsefe çalışanlarının/ilgililerinin hakim olabileceği bir eser olmaktan çıkarmış, her türden okuyucunun bir şeyler bulabileceği bir kaynağa dönüştürmüş. Adorno’nun bu kolay anlaşılma özelliği, felsefenin pratik bir sonucu olması gerektiği fikrini de net bir şekilde destekliyor aslında. Yanlış hayata karşı gösterilen zorunlu pratik direniş ile doğru hayata dair teorik bilgi arasındaki diyalektiğin işlemesinin de yolu açılıyor böylece. Minima Moralia’nın devamı niteliğinin yanında Negatif Diyalektik’teki özgürlük bölümüne hazırlık mahiyetinde olan Ahlak Felsefesinin Sorunları, etik sorunsalının çözümsüz doğası üzerine kurulu hayli derinlikli bir çalışma sonuçta. |