Orhan Kâhyaoğlu, "Hepimizi terk etti İbrahim", Radikal Kitap Eki, 21 Mart 2008
Son zamanlarda, farklı kitaplar vesilesiyle gerçek anlam dünyasını kurma sürecinde bir 'Doğu Şiiri'nin yeniden biçimlenişinden, söz etmiştik. Bu şiirin dikkat çeken yanı, görece genç birtakım yeni şairlerin, Doğu'da toplumsalcı boyutta yaşanan siyasal baskılar kadar tamamen kişiye has bir trajediyi de şiir yoluyla gün ışığına çıkarmasıydı. Ortada bir akım falan yoktu. Tersine, kaynaklarını, problematiği Doğu hayatı ve kültürlerinde bulan ve bu yolla kentte kızgınlaşan; yeni, varoluşsal bir sorunun tekil şairler yoluyla belirginleşmesi dikkat çekmişti.
Bu, merkezde yazılan bir şiirdi, ama bireysel trajedi birtakım şairlerin şiirinde özel bir dile mi dönüşmeye başlıyor? Sorusuna yanıtlar arıyorduk.
Bejan Matur, bu belirişin belki ilk dikkate değer şairiydi. 1990'larda Doğu'da inanılmaz bir siyasal-kültürel trajedi yaşanmıştı. Bu, tabii ki o kaotik dönemi gencecik yaşta yaşayan şairler için apayrı bir söylemsel arayışı beraberinde getirmişti. Matur, ilk kitabıyla birlikte, yoğun bir şiirsel açılımın yollarını aralamıştı. Rüzgâr Dolu Konaklar adlı bu kitap, kendine has bir çocuksuluğu, örneğine pek rastlanmayan bir masalımsı havayı şiirine yedirmişti. Doğunun o dönemki toplumsal trajedisi, kitaba adını veren ilk bölümde aile içi özneler düzeyinde belirirken, süreç içinde dini temalar ve inançlı bir eğilim dikkat çekmişti. Ama aynı oranda da sorgucu. 'Anne', temel bir simge olarak kitabı kuşatmıştı. Kendine özgü bir kutsallık, ruhani atmosfer, masalımsı havanın bir parçası olmuştu. Özel bir varoluşsal sorgu dikkat çekmişti. Öte yandan, modern şiirin, özellikle de Anglosakson şiirinin biçem ve üslubundan yararlanan, bu şiirin öykülemeci yanını şiirine yediren bir Matur vardı ortada. Doğu'ya apayrı gözle, kültürel referanslarla bakan, birçok şair gibi sözcük evreni Doğulu değil Batılı bir şairdi.
Tanrı Görmesin Harflerimi adlı ikinci kitap da, ilk kitabın, sorunsal açısından bir takipçisiydi. Çoğu ilk kitapta da olmak üzere, birçok ana varoluşsal simge bir metafor veya izlek olarak bu kitabı da kuşatmıştı. Çöl, nehir, yol, dağ, Samanyolu, ay vs. sözcüklerdi bunlar. Kendine has bir kozmosu, çocuksuluğu, masalımsılığı yeniden şiire dönüştürüyordu. Özellikle ay, su ve yüz, süreç içinde Matur şiirinin temel çağrışımları olageldi. Tanrıyı çoğu kez kutsuyor ama bazen de sorguya devam ediyordu. Şiirce bir 'tanrı' algısı vardı kitapta. Şair, bu iki kitapla, üstüne çok konuşulabilecek bir şiir kanalını aralamıştı. Mitler, efsaneler ve gündelik hayat iç içe girerken, şair, 'anne' imgesi başta olmak üzere başka bir şiirsel dünya kurma çabasındaydı. Şiirlerin güzelliği tek tek tartışılabilirdi, ama çocuksuluk ve masalımsı yana ek olarak beliren inanç sorgusu ortaya dikkate değer bir şairi çıkarmıştı. Küçük bir kızın, genç bir kadının masumiyeti, başka bir mistik havayı doğurmuş, apayrı bir şiirsel bileşenin içinde gezinmişti.
Şairin Kâbe'si
Bu ilginç Doğulu şairin, 2002'de, nerededeyse aynı zamanda Onun Çölünde ve Ayın Büyüttüğü Oğullar adıyla iki kitabı birden çıktı. Şiir sorunsalı ve değindiğimiz izlekler bu kitaplarda yine devam etti. Ama, oluşturmaya çalıştığı şiir dili noktasında, görece bir tatminsizlikle karşılaşmıştık. Belki biraz olgunlaşmış, kadınsı duyarlılık çocuksuluğun önüne geçmişti. Aşk olgusu, hatta bir lirizm devreye girmişti. O özel mistisizminden yer yer uzaklaştı bu kitaplarda. 'Anne' bir imge olarak hep devam etti. 'Baba', ilk kitabının başı hariç, bu kitaplardan birinde ölüm imgesiyle iç içe su yüzüne çıkacaktı. Doğu mitolojisi ve masallarıyla daha açık akrabalıklar yakalandı. Ama, bu kitaplardaki şiirler, öncekilerdeki kadar çarpıcı, sorgucu ve hakiki gelmedi bize. İyi şiir yazabilmekten öte bir durumdu bu.
Görüldüğü gibi, şairin, altı yıl içinde dört kitabı yayımlanmıştı. Kitaplar arası istikrarsızlığın, yer yer kitap içi şiirler düzeyindeki tatminsizliğimizin nedenlerinden biri bu olsa gerekti. Matur, aslında, çok özel bir şiir dili oluşturmuştu. Kimseyle karşılaştırılamayacak bir şiirdi bu. Mit aktarmacılığına, abartılı bir imge dünyasına hapsolmadan, temiz bir dille kurmuştu şiirini. Son kitapların ardından bugüne, tam altı yıl geçti. Bu şair için bir ara veriş, bir dinginleşme süreci olsa gerekti. Belki de bu yüzden, elimizdeki İbrahim'in Beni Terketmesi'nde gitgide bireyselleşen, ilginçleşen ve derinleşen bir kitapla karşılaştık. Onun şiirindeki 'taş'lar üst üste konup, kendinin olan bir şiir Kâbe'si oluşturuyor. Varoluşsal sorgusu, bu kitapta bambaşka bir düzleme sıçramış. İnanç artık çok az sorgulanır olmuş. İslami kaynaklarla inanç düzeyinde kurup, yer yer kitaplarına yedirdiği bağ, apayrı bir inanç algısını beraberinde getirmiş.
O da Tevhid İnancı gibi gözükmekte. Bu inancın atası olan, kendine bir vahiy'de inmeden putlara karşı çıkan, yaratanın Allah oluğunu kutsal kitaplarda, mitolojilerde ilk zikreden kişi kabul edilen Hz. İbrahim'i, şair kitabının tılsımlı bir kaynağı kılıyor. Üç semavi dinin de kabul ettiği bu peygamberi, kendi inanç algısı içinde, şiirinde apayrı bir boyuta, sorguya taşıyor. Mezopotamya mitolojisine baştan beri duyduğu ilginin etkili bir şiir sel dönüşümü durumunda bir yandan. Ama, öte noktada, baştan değindiğimiz çocuksu ve masalımsı üsluptan da büyük ölçüde ödün vermeden yapıyor bunu. Oldukça karmaşık ve özgül bir anlam dünyası var bu kitapta. Dini referanslar güçlü ve çekici. Ama, öte yandan Matur, tamamen kendinin olan bir dilin harcını oluşturma noktasında.
Az önce anılan sembollerin hepsi yine bu kitaptaki şiirlerde yerini almış.
Örneğine az rastlanan bir mistisizm dikkati çekiyor. Yalnız, kitabın ilk bölümü Yedi Gece'de, dolayımlı da olsa Sezai Karakoç şiirinin izlerine rastlanıyor. Özellikle 'su' ve yer yer de 'yüz' gibi sözcükler temel bir metafor olmanın yanında, şairin aslında tüm semavi dinlerin inanç dünyalarından esinleri şiirinin yapısına yedirişinin göstergesi. İlk dönem şiirlerinde gördüğümüz siyasal göndermelerin tamamen dışında. Ama, 'anne' temel bir imge olarak bu kitapta da yerini buluyor.
Bu semavi dinlerin oluşumunu eksen yaparken, yaradılışın öyküsüyle de karşılaşılıyor. Yedi Gece'de, ki kesitlerden oluşan upuzun bir şiirdir bu, şairin şiirinde bir dönüşümden çok, kırılma dikkat çekiyor. Kutsal metinlere ruhani göndermeler var. Varoluşla yokoluş arasındaki ince bir çizgi belirmekte. Zaten şiirlerin yazılış stilinde baştan sona kutsal metinleri imleyen bir karakterden söz konusu. Bu durum çoğu kitabında vardı. Ama bunda, tamamen yaratanın rolü, hakikiliği, her şey olduğuna dair kesitlere rastlanıyor. Yine bu bölümden itibaren bir şehrin ortaya çıkışı ve ejderha, kaplan pars gibi hayvanların temel simgeler olarak Matur'un varoluşu ve evreninde ilginç semboller olarak devamlı gezinişine rastlanıyor. Bu ve benzeri ana semboller, bu tanıtım yazısının hacmini aşacağından bunların içine ayrıntılı henüz girilemiyor. Bu ilk bölümde nadiren de olsa bugün'e göndermelere rastlanıyor. Bu noktada, şairin tanrıya duyduğu inancı artık sorgulamaktan çok, onunla bütünleşmesi dikkat çekiyor. Şairin de yaratan ve yaradılışa duyduğu inancın açık izdüşümleriyle bu bölümde karşılaşılmakta.
Melekler Sağ Omuza Konar adlı kısa ikinci bölümse, şiirsel açıdan mükemmel olmanın yanında bir 'yolculuk' imgesini de beraberinde getiriyor. Hiçlik duygusuna hiç uzanmayan bir varoluş tavrıdır ön plana çıkan. İbrahim'in öyküsüyse İlk Konuşma adlı üçüncü bölümde belirginleşir. Yıldızlara, aya, kozmosa doğru yaptığı şiirsel yolculukta, ben'in bütün kırılganlıkları, sorguları etkili bir imgelemle şiire yedirilir.
Yine şairin ana imgelerinden 'aşk' bir dinsel varoluş sembolü olarak şiirde gezinip durur. Hatta, bazen, Tasavvufi esinlere bile rastlanır. Şiirler, yaradılış öyküsünün parçaları gibi bile okunabilir.
Apayrı okumalar gerektiren, okuru ruhaniliğiyle içine çeken etkili bir kitap bu. Matur şiirinin de ulaştığı en yüksek nokta. Ancak, şairin Anglosakson şiire yaslanıp sterilize bir şiir üretmesi okuru tedirgin ediyor. Bu mitolojilerin sözcük dünyasına girmeyip, temiz bir Türkçeyi seçmesi, insanı Doğu kültürlerinin ruhaniliğinden yer yer uzaklaştırıyor. Bir de bazen uzam, uzay, neron, kimya gibi sözcükleri kullanışı, Batılı gözün, duygusunun bir zaafı olarak dikkat çekiyor. Ortadoğu kültürüne sözcükler düzeyinde çok uzak duruyor. Ayracını henüz çözümleyemedim ama, bazen 'Allah', bazen 'tanrı'yı kullanıyor. Kitaplarının tamamı tarandığında bazen büyük harfle, bazen küçük harfle yazıyor bunları. Bu ve benzeri birçok eleştiri tespit edilebilir Matur kitaplarında. Ama, yine de kendine çok özel bir damar bulan nadir şairlerden. Çoğu kadın şairdeki 'erkek' dilinin çok ötesinde olması da özel bir ayrıcalığı. İnsanın, gelecekte, okudukça bambaşka anlam dünyalarına ulaşacağı kesin olan bir kitap İbrahim'in Beni Terketmesi.