ISBN13 978-975-342-776-0
13x19,5 cm, 136 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Siyasalın Kıyısında, 2007
Filozof ve Yoksulları, 2009
Tarihin Adları, 2011
Cahil Hoca, 2014
Nasıl Bir Zamanda Yaşıyoruz?, 2018
Kurmacanın Kıyıları, 2019
Sanatın Yolculukları, 2024
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

İdris Oğul Tarhan, “Seyirci kendini özgürleştirirken”, Birgün Kitap Eki, 5 Şubat 2011

Tiyatroda seyircinin konumunun sorgulanması Platon’dan günümüze değin oldukça geniş bir araştırma alanı içinde araştırılmış ve yeni tartışmalarla zenginleştirilmiştir. Ranciére’nin son kitabı; Özgürleşen Seyirci’nin temel konusu da bütün bu çabaları merkeze alan yeni bir tartışma içermektedir. Ranciére’ye göre seyircinin konumu hakkında ortaya çıkan bütün görüşlerin konumlanma noktaları her ne kadar birbirinden farklı da olsa aslında Platon’un yaklaşımından hem biçim hem de eleştiri açısından çok fazla uzaklaşamamıştır.

Ranciére, 1987 yılında yayımladığı “Cahil Hoca” makalesinden hareketle entelektüel özgürleşmeyle, seyircinin özgürleşmesini ortak bir zeminde buluşturmak ister. Seyirciyle (izleyiciyle) izleyen arasındaki tarihsel tartışmaya yeni bir zemin bulmaya çalışır. Söz konusu zemini, tarihsel takibi açısından Platon’la başlatır ve Ranciére, bütün bir teorik tarih yerine, Platon üzerinden doğrudan Brecht’in epik tiyatrosu ve Artaud’nun vahşet tiyatrosuna gelir. Bu seçim her iki teorinin de doğrudan seyircinin konumu üzerine çalışma yapmasından kaynaklanmaktadır. Gerek Brecht’in gerekse de Artaud’nun teorileri modern tiyatronun seyirci bağlamında iki özgün görüşünü oluşturmaktadır. Ranciére, bu iki teorinin eleştirisiyle kendi entelektüel özgürleşme kavramı bağlamında yeni bir seyirci konumu belirlemeye çalışır.

Ranciére’ye göre, Brecht’in epik tiyatrosunda görüntü ve/veya oyun, seyirciye edilgenliği bıraktırıp görüntüyü sorgulatan, fenomenleri inceleten, nedenleri araştırtan; seyirciyi bilimsel bir deneyci veya araştırmacı konumuna zorlatan; seyirciyi eylem kararı vermesi gereken insanların içine düştükleri ikilemlerle başbaşa kalmasına imkân veren; böylece seyircinin nedenleri değerlendirme, tartışma ve son tercihi belirleme yetisini keskinleştiren bir yapı sunar. Artaud ise, Brecht’in ortaya koyduğu mesafeyi bile ortadan kaldırmaya çalışır. Seyirci, kendine sunulan gösteriyi sükunet içinde inceleyen gözlemci konumundan çıkarılır. Seyirci, bu aldatıcı efendilikten yoksun kalır ve kendi yaşam enerjisinin efendisi olma imtiyazını almak durumundadır. Özetle, biri için seyirci araya mesafe koymalı ama etkin olmalıdır, diğeri için hem mesafe ortadan kaldırmalı hem de etkin olma sürdürülmelidir. Biri için seyirci bakışını keskinleştirmeli, diğeri için bakan kişi konumunu terk etmelidir. Bu durumda, biri seyirciyi eğitmek isterken, diğeri seyirciyi eyleme geçirmek ister.

Bu noktada, Ranciére’nin ilginç bir tespiti söz konusu: Ne Brecht’in ne de Artaud’un yaklaşımları Platon’un tiyatroyu yoksayan düşüncesinden çok farklı değildir. Temelde tiyatroyu dönüştürmek isteyen Brecht ve Artaud, sadece Platon’un formülünü benimsemişlerdir. Sonuç olarak, bu iki teori kolektife dayanması bakımından mimesisin aksine, kolektifi cisimleştirir ve tiyatroyu özüne dönüştürme isteğiyle gösteriyi hedef alan (Platon gibi) bir eleştiriye yaslanır. Bu bakımdan, her iki durumda da tiyatro, kendini ortadan kaldıracak bir dolayıma dönüşür. Çünkü onlara göre tiyatro, kendini, seyircileri edilgin bir hale getirerek, seyirciyi bir topluluk olmaya zorlayarak kendi özüne ihanet eder. O halde tiyatro, seyirciye bilinçlerinin ve eylemlerinin mülkiyetini geri vermek zorundadır. Eğer bu zorundalık ortaya konursa tiyatro sahnesi ve oyunun icrası, gösterinin kötülüğü ve hakiki tiyatronun erdemi arasında gitgide edilgenlikten uzaklaşır. Bu, seyircinin seyirci olmayı bırakıp kolektif bir pratiğin faillerine dönüşmesine neden olur.

Ranciére’in yaklaşımı Brecht ve Artaud’tan farklıdır. O, Joseph Jacotot’dan aktardığı ve özünde eğitim sistemlerinin bir tür eleştirisini, yani zekaların eşitliğine dayanan bir görüşü kullanarak, seyircinin entelektüel özgürleşmesi sorununu çöz(ümle)meyi dener. Söz konusu entelektüel özgürleşme, cahil ile bilgeyi, bilgi sahibi olması bakımından birbirinden ayırmaz. Cehaleti bilgi kıtlığı olarak değil, bilginin zıttı olarak görür. Bu açıdan bilgi, bilgi kırıntılarının toplamı değil, tam olarak bir konumlanmadır. Cahil ile bilgeyi birbirinden ayıran bu konum, cahil ile bilgenin işgal ettikleri yerdir. Bu bağlamda daha başlangıçta konumlama, iki kişiden birini cahil alarak kabul etmek ve ona cahilliği dayatmak zorundadır. Bu aptallaştırmanın başlangıcıdır ki “milli eğitim sistemleri” tam da bunu yapar. Ranciére’e göre, özgürleşme eylemde bulunun ile izleyen arasındaki, birey ile kolektif yapının mensupları arasındaki sınırların belirsizleşmesidir. Seyirci olmak etkin olmak zorunda olduğumuz bir edilginlik değildir. Normal durumumuzdur seyircilik. Gördüğü şeyi görmüş, söylemiş olduğunu yapmış ve düzenlemiş olduğu şeyle sürekli ilişkilendirilen seyirci olarak bizler, öğreniyor ve öğretiyoruz, eylemde bulunuyor ve tanıyoruz. Radikal bir mesafeyi, rol dağılımını, bölgeler arasındaki sınırları reddettiğimizde yeni bir şey öğrenmemize imkan veren başlangıç noktalarıyla dolar her yer. Seyircileri oyuncuya, cahilleri bilgine dönüştürmeye gerek yoktur. Her seyirci zaten kendi hikayesinin oyuncusudur. Sonuç olarak seyircinin özgürleşmesi demek, seyircinin gördüğüne ilişkin ne yapacağını bildiğini kabul etmektir.

Özgürleşen Seyirci’de Ranciére, eleştirinin eleştirisini yapmaya çalışır. Yukarıda, tiyatro bağlamında belirtilenler, kitabın ileriki bölümlerinde, eleştirel eleştiri geleneği doğrultusunda hareket eder. Burada eleştiri, metanın ve/veya görüntünün ardındaki gerçeği bulma ve/veya buldurma çabası çevresinde yapılır. Bu bağlamda Ranciére, iki farklı eleştiri geleneğinin eleştirisini yapar. Bunlardan ilki metanın ya da görüntünün ardındaki gerçeği bulmaya çalışan devrimci ve militan eleştiridir. Diğeri ise sağcı-gerici eleştiridir. Söz konusu eleştiri geleneklerinin gerçeği bulma çabası, bir özgürleşme yaratmaktan uzaktır.

İlki, yani devrimci geleneğin meta eleştirisi, zamanla metanın tüketiminin bizzat önemli bir parçası haline gelmiştir. Bu, Ranciére’in tabiriyle, suç ortağı olduğunu bilmeme diye tanımlanabilecek eleştirel temayı sunmaktadır. Bu eleştiri geleneği, Ranciére’in tabiriyle sol gelenekte, bir tür melankoliye dönüşmüştür. Melankoli, yıkıcı arzuların hâlâ pazar yasalarına bağlı olduğunu ve yalnızca küresel pazardaki yeni bir oyuna, yani kendi hayatımızı sınırsızca tecrübe etme oyununa yaranmaktan başka bir şey yapmadığımızı itiraf etmeye zorlanmaktır. Melankoli, solun metaya saplanıp kalmasına, ona karşı kullanılabilecek etkileşim şebekesini ve özerk ve yıkıcı pratiklerde bulunma yeteneğini bile etkileyip, metanın yeniden güçlenmesine ve maddi olmayan üretimin güç kazanmasına neden olmaktadır. Buna, 68 Mayısı’nın öğrenci hareketlerinin isyan sloganlarının, 1973’teki petrol krizinin ardından, zor durumdaki kapitalizme kendini nasıl yenileyebileceğini göstermiş olduğunu örnek olarak verebiliriz.

Bir diğer eleştiri, yani sağcı eleştiri ise, metanın tüketimini son aşamada, demokratik insanın eleştirisine dayandırmak gibi gerici bir tutum takınmıştır. Bu eleştiri, kaynağını yine bir takım öğrenci hareketlerinden bulur. Temelinde eşitlik arzusu bulunan bu hareketler, onlara göre bizzat demokrasinin ve/veya şiddetin tam da kendisiydi. Tüm bu şiddet gösterileri onlara göre, göstericilerle, göstericilerin arzu nesneleri arasındaki aracıları ortadan kaldırma isteğiydi. Arzu ise; para, marka, kızlar vs. idi. Bu bağlamda sağ, bu demokratik talepleri, doğrudan eşit yaşamın ya da demokrasinin eleştirisine çevirdi.

Ranciére’e göre sol melankoli, metanın iktidarının alternatifi olmadığını ve bundan memnun olmaya davet ediyor bizi. Sağ öfke ise, metanın iktidarını yıkmayı denedikçe, onun zaferine daha fazla katkıda bulunduğumuzu hatırlıyor ve uyarıyor bizi. Sonuç olarak bu eleştiri yöntemleri ile bu yöntemlerin amaçları arasındaki bağlantısızlılık, onları her türlü umut ve etkileyici olma imkânından mahrum bırakıyor. Bu bağlamda Ranciére, kolektif özgürleşme düşüncesinin yeniden değerlendirilmesi gerektiğine inanıyor.

Ranciére, ilerleyen bölümlerde ortak bir temanın izinin sürerek, eleştirel sanat geleneğini, hayatın sanatlaştırılmalısını, siyasal sanat ve sanatın siyasallaştırılmasını bu bağlamda oldukça geniş bir ölçekte inceliyor. Birçok noktada, oldukça ilginç ve son derece özgün açıklamalar sunun Ranciére’in bu yeni kitabı, Platon’dan bu yana, seyircinin konumunu anlamak isteyenler için bir başucu kaynağı olacağa benziyor.

Özgürleşen Seyirci, Jacques Ranciére, çev. E. Burak Şaman, Metis Yayınları, 2010.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X