Kemal Varol, “Biçimin gizlediği sır”, Radikal Kitap, 24 Aralık 2004
Slavoj Zizek'in İdeolojinin Yüce Nesnesi adlı kitabında altını çizdiği önemli bir nokta var: "Analiz yoluyla açığa çıkarılacak 'sır', biçim (metaların, rüyaların biçimi) tarafından gizlenen içerik değil, tam tersine bu biçimin kendisinin sırrıdır". Zizek'in can alıcı sorusu şu: "Örtük rüya düşünceleri (ya da metalar) neden böyle bir biçim almışlardır, neden bir rüya biçimi içine taşınmışlardır?"
Bu soru, Bülent Somay'ın Tarihin Bilinçdışı adlı yeni kitabının da çıkış noktasını oluşturuyor. Zizek'in sorduğu soruya ek olarak başka önemli sorular da soruyor Somay. Popüler edebiyat klişelerinin ardında yatan içerik popüler edebiyat okuru tarafından bile bilinmektedir, tamam. Ama temel soru şu: "Bu içerik neden bu değil de şu klişe olarak karşımıza çıktı?" Dahası, bu klişenin barındırdığı 'gizli çekirdek' tam olarak nedir?
İyi bir polisiye roman okuduk ve zeki dedektifimiz olayı kısa sürede çözüp 'adi' katilin tahmin edildiği gibi uşak olmadığını, cinayet failinin aslında bu tür bir eylemi sırf keyif için işleyen bir 'manyak' olduğunu fısıldadı meraklı kulaklarımıza. İyi ama bu 'keyif' gerçekte nasıl bir şeydir ve polisiye roman bu türden klişeleri neden sıklıkla kullanır? Yüzüklerin Efendisi'nde, Frodo (eksik parmağına rağmen) görevini ifa edip Hobbitköy'e geri döner. Tamam, kabul, 'eve dönüş teması' fantastik metinlerin klişelerindendir ve psikanalizle de bir ilgisi bulunmaktadır bu temanın. Ama, bu klişe fantastikte neden durmadan tekrar edilir? Son soru şu: "Peki, bütün bu popüler edebiyat klişelerinin kullanılmasına yol açan, bütün bu öğelerin bir klişe olarak vücut bulmasına sebep olan temel saik nedir?"
Bülent Somay'a göre, "Klişe, yani standartlaşmış türsel ve kültürel konvansiyonlar her zaman toplumsal olsun, kişisel olsun bastırılmışın geri dönüşü için daha uygun bir zemin sağlar. Türsel ve kültürel klişelerle hareket eden popüler edebiyat tam da bu klişelere yerleşen kültürel bilinçdışının taşıyıcısı olmaya adaydır". Somay, 'Tarihin Bilinçdışı' kitabında çoğu popüler edebiyat metninde el değmeden bırakılan, ipuçları çoğunlukla yukarıda sözü edilen klişelerde saklı bulunan toplumsal, kültürel ve ruhsal yapıları irdeleyerek bu metinler için yeni bir içgörü sunuyor.
Huzursuzluk...
Somay'a göre, kitabında tarifini ayrıntılarıyla yaptığı popüler kültür/edebiyat, her zaman çağın ruhunu taşımaya yüksek sanat/edebiyat eserlerinden daha fazla adaydır. "Çünkü" diyor Somay: "İçinde devrimci ve banal olanı, sıradan ve avangard olanı, yerel ve evrensel olanı aynı anda barındıran, esas olarak ezilen sınıflara ait, ancak bir zamanların kültürel merkezlerin ve imparatorluk metropollerinin küstah ve everenselci edasını da taşıyan bir kültürdür" popüler edebiyat ürünleri.
Yazarın yukarıda popüler kültür/edebiyata dair yaptığı tanım iyi takip edilince, kitabın asıl problemi de ortaya çıkmış oluyor. Kitap boyunca genellemelerden uzak dursa da, Bülent Somay'ın vurguladığı tam da şudur: Tarih denilince hakim sınıfların tarihinden bahsediliyorsa, ezilen sınıfların fikirleri, duyguları tarihin bilinçdışına itilmiştir, yani bastırılmıştır. Bu açıdan yeni bir kavram kullanıyor: Tarihin Bilinçdışı. Ezilen sınıfların fikirleri, duyguları bastırılmışsa, bu bastırılanın bir de geri dönüşü olacaktır kuşkusuz. 'Bastırılanın geri dönüşü'nü anlamlandırabilmek için ise psikanalizin yöntemine başvuruyor Somay. Kitap, iç tarihi (benlik) ve dış tarihi (toplumların hareketini) popüler edebiyat alanı içinden örneklerle araştırmayı amaç ediniyor. Materyalist tarih anlayışı ile psikanalizin kesiştiği bu yöntemle, bilincin/bilinçdışının içinde oluştuğu tarihsel/maddi koşullarının anlamaya çalışıldığı, anlama çabasının bile bir problem olarak tartışıldığı bir kitap 'Tarihin Bilinçdışı'.
Bülent Somay'ın bu yöntemle ortaya çıkardığı sonuçlar ise, popüler edebiyat okurlarını bile huzursuz edecek türden. Örneğin, bilimkurgu tarihinde sıklıkla işlenen yabancı, uzaylı bir ırkın (yeşil yaratıkların) gelip dünyayı fethetmesi ya da 'dünyalıların' gidip onların gezegenlerini ele geçirmesi basit bir sömürgecilik/emperyalizm metaforudur. Ama, Somay'ın benzersiz incelemesinde, bu konu bir sömürgecilik metaforu olarak ya da Marslı yeşil yaratıklardan Kızılderililere veya Afrikalı siyaha yapılan bir aktarım olarak ele alınmaz. Aynı metaforun bütün 'ötekiler', kadınlar, ezilen uluslar, cinsel ve politik ötekiler için de işlemekte olduğunun bilincidir Somay'da öne çıkan. Popüler kültür, edebiyat ürünlerinin (bu örnekte bilimkurgunun) 'öteki' karşısında hissedilen dehşet duygusunu bilimselleştirme yoluyla örtmeye çalıştığını, bunu da bu türden klişelerle gerçekleştirdiğini belirtiyor kitap.
Örnekler sadece bilimkurgu ile sınırlı değil. Sıklıkla tekrar edilen klişelerden (karanlık oda, katil uşak, cinayet aleti olarak ustura vs.) dedektiflerin olayı çözme biçimlerine, vardıkları sonuçlara kadar, polisiye romanların resmi bir tarihyazımının metaforları olabileceği gibi önemli sonuçlara varıyor Bülent Somay.
Polisiye ve resmi tarih ilişkisi, bir psikanaliz metaforu olarak fantastik, bir aydınlanma metaforu olarak bilimkurgu; son yirmi yılda Türkiye'de yaşanan olaylar, 1990'larda yaşanan yargısız infazlar ve işkence olgusu, gazetelerin üçüncü sayfasına taşınan dehşet görüntüleri; feminist hareketin, devrimci güçlerin, farklı kimlik performanslarının yaşadığı 'anlam krizi'; hepsi bu kitapta benzersiz bir üslupta buluşuyor.