Giriş, "Doğu-Batı Karşıtlığı", s. 43-48
Doğu-Batı dünyaları arasındaki farklılık, hatta karşıtlık, ifadesini, kadının toplumsal konumunda bulmuştur. Osmanlı-Türk modernleşme hareketleri, kadın haklarını esas alarak, müslüman toplumlarla Batı arasındaki bu karşıtlığı aşmaya çalışmıştır. İslamcı hareketler bugün de kadını ön plana çıkararak Batı dünyası karşısındaki farklılıklarını sergilemektedirler. Hatta, kadının toplumdaki konumunun bir yandan siyasi projeleri temellendirmekte olduğu, diğer yandan da Doğu-Batı arasındaki farklılığı simgelediği öne sürülebilir. Üstelik, kadın konusu sadece müslüman-Doğu toplumlarının Batı'yla ilişkilerini değil, Batı dünyasının Doğu'ya bakışını da belirlemiştir.
Nitekim, Osmanlı İmparatorluğu'nun Batılılaşma'yı tüm yoğunluğuyla yaşadığı bir dönemde, 1910'da, Seniha Sultan, Batı'nın Türk kadınının koşullarını nasıl tasavvur ettiğini, Fransız bir arkadaşına yazdığı mektupta isyankâr bir biçimde anlatır:
Sevgili iki gözüm, biz Türk kadınları Avrupa'da hiç tanınmayız. Hatta diyebilirim ki, Çin ve Japon kadınları kadar bile tanınmayız. Halbuki Pekin ve Tokyo Paris'e çok uzaktır... İstanbul ise çok yakındır.
Bizim hakkımızda akla hayale gelmeyecek şeyler uyduruyorlar. Ne ehemmiyeti var? Bizim esir olduğumuzu, diri diri odalara kapatıldığımızı, kafes içinde yaşadığımızı, neredeyse zincirlere bağlı olduğumuzu ve tepeden tırnağa kadar silahlı, vahşi zenci, başka köleler tarafından göz altında tutulduğumuzu, bunların zaman zaman bizleri torbalara koyup denize attığını sanıyorlar. Bizim, birbirine rakip sayısız zevceler topluluğu halinde yaşadığımızı, her Türk kocasının kendisine mahsus bir haremi bulunduğunu, yani en azından sekiz, on karısı olduğunu sanıyorlar.(1)
Batı dünyası, gerek dönem gezginlerinin seyahatnamelerinde, gerekse oryantalistlerin eserlerinde, Doğu toplumlarının bazen itici bazen de büyüleyici farklılığını konu edinmiştir. Hatta, Edward Said, Orientalism adlı eserinde, Batı'nın kimliğini ve kültürünü, "başkalık" (diğeri) kategorisini atfettiği Doğu dünyası karşısında nasıl oluşturduğunu gösterir. Avrupa Batı kültürünün Doğu dünyasını imgesel, bilimsel ve siyasi söylem düzeyinde yeniden ürettiğini ileri sürer.(2) Said'e göre, Batı'nın kendisinden "aşağıda" ve kendisinin "bastırılmış, itilmiş" bir biçimi olarak betimlediği Doğu, aslında Batı dünyasının farklılığını yansıtıp, sürekli olarak Batı kimliğini beslemiş ve keskinleştirmiştir.(3)
1853'te Türkiye'de sürgünde bulunan Belgiojoso Prensesi'nin Osmanlı kadınları üzerine anlatısı Batı'nın Doğu "ilkelliği" karşısındaki "hayretine" bir örnektir:
Bu kadınlar, ne çocuklarına ne de çevrelerindekilere karşı hiçbir utanma duygusu taşımazlar; küçük oğullarının önünde soyunup giyinirler; en açık konuları onların önünde konuşurlar.(4)
Osmanlı kadınının "doğal" bir biçimde kadınlığını, cinselliğini haremin kapalı dünyası içinde sergilemesi, o dönemin "püriten" ahlak anlayışı çerçevesinde yargılanır. Yaşadığı dönemde geniş ilgi toplamış olan Prenses, Osmanlı İmparatorluğu için, İslam dininden vazgeçilmesiyle gerçekleşecek olan hızlı bir modernleşme modeli önerir; İslam dinini Doğu'yu medeniyetten ayıran bir engel olarak görür. Özellikle yapılması gereken, çok karılılığa karşı Batı modeline uygun bir aile kurumunun oluşturulmasıdır.
Aslında bu görüşler, Batı dünyasının hümanist (insancıl) akımının izlerini taşımaktadır ve 19. yüzyılda Türk yönetici seçkinleri tarafından başlatılan modernleşme sürecinde de hayatiyet kazanmıştır. Zira, Tanzimat'la başlayan modernleşme olgusu, Batı kültürel modelinin bir izdüşümüdür. Batı, Aydınlanma çağının fikirleri ve sanayi medeniyeti ile modernliğin tanımını ve liderliğini üstlendikçe, Doğu toplumları iktidarsızlaşmış ve kendi yerlerini ve tarihlerini Batı modeline göre belirlemek zorunda kalmıştır. Tarihselliği zayıf bu toplumlar, modernliğin tanımına kendi pratiklerinin damgasını vuramamış, yani değişimi ve yenilenmeyi içsel ve yapısal bir süreç olarak üretememişlerdir.(5) Modernliği, yani "yeni" olanı keşfedememiş olan bu toplumlar, tarihlerini sürekli olarak Batı modernliğinin izdüşümünde yakalamaya çalışmıştır. Hatta, İranlı felsefeci Daryush Shayegan'a göre artık Batı medeniyetinin çevresinde (periferisinde) kalan bu toplumlar, "değişim şenliklerine" katılamadıkları için tarihin ve bilginin gerisine çekilmişler ve bu da onlarda "kültürel şizofreni" yaratmıştır.(6)
Böylelikle, Doğu'nun Batı uygarlığıyla karşılaşması eşit bir alışverişle sonuçlanmaktan çok, Doğu'nun en azından kimliğinin çözülmesine yol açmıştır. İslam'ın çöküşünü, Batı'nın ise yükselişini H. Djaid şöyle dile getirir: "İslam tarihi kendi dinamiğine özgün seyretmemekte, Batı'nın tersinmiş ve solgun bir yansıması görünümünü taşımaktadır."(7)
Türkiye tarihini ele aldığımızda da, bunun Batı yakasına atılan kültürel bir köprünün kurulmasına yönelik gönüllü bir çabanın ifadesi olduğunu görürüz.(8) Rasyonalist, evrenselci modelin ve laikliğin benimsenmesi açısından Türk deneyi bir örnek oluşturur. Bununla birlikte, bu modernleşme çabaları İslam kültürüyle yoğrulmuş bir toplumda Doğu-Batı tartışmasının doğmasına yol açmıştır. Türk düşünce tarihi, İslamcılar ve Batıcılar ile onların iki farklı toplum tasarısı arasındaki tartışmanın bir aynasıdır. Kadının konumu ise bu tartışmanın merkezinde yer almaktadır. Zira, müslüman ülkelerde toplumun gidişatını ve modernleşme hareketlerinin sınırlarını belirleyen, kadının toplum içindeki yeridir. Bu nedenle, "kadın meselesi" sadece kadınların yaşam koşullarına ilişkin olarak tanımlanmamakta, bir "kültür meselesi", "medeniyet meselesi" haline gelmektedir. Gerçi Türk modernleşme sürecinin en görünür olgusu, İslamcı Patrimoniyal bir imparatorluktan laik bir ulusal devlete geçilmesidir, ancak Batılılaşma düşüncesinin mihenk taşı olan kadının toplumsal yaşamdaki görünürlüğü ve kadın-erkek eşitliği fikri, müslüman bir ülkede kültürel modelin yeniden tanımlanmasına yol açmıştır. İnsanlar arası, cinsiyetler arası ilişkilere yönelik kültürel değişimler, devlete ilişkin siyasi dönüşümlerden farklı olarak daha yavaş, daha ağır, belki daha az çarpıcı ama daha çok tortu bırakan bir tarih izlemektedirler.
İşte kültürel tarihi belirlediği ölçüde kadın meselesi üzerinde odaklaşan bu çalışma, siyasi ideolojiler ile cinsiyet kimlikleri arasındaki kesişme noktalarını konu edinmektedir. Cinsler arası iktidar ilişkileri ile siyasi iktidar ilişkilerinin iç içeliği irdelenmiş, kadının konumu iki toplum ya da iki kültür seçeneği arasında bir çatışma konusu olarak ele alınmıştır. Başka bir deyişle, İslam ve modernlik arasındaki uzlaşmaz görünen karşıtlığın simgesi olarak kadın konusu karşımıza çıkmaktadır.
Nitekim İran devrimi, İslam ve Batı modernliği arasındaki uzlaşamaz başkalık fikrini pekiştirmiştir. Bruno Etienne'in belirttiği gibi, Doğu'nun yeniden önem kazanması (Batı için) kaygı verici bir bilinmezliktir. Bu nedenle Doğu, biraz da hayal gücünün eseri olan simgelerle somutlaştırılır: "Kanuni Sultan Süleyman ve Harun el-Reşit'ten Kaddafi, Humeyni, Nasır'a kadar uzanan tarihi çehreler, kelle kesici ve eşkiya fellahlar gibi tüm fanatikler, medeniyeti temsil eden Batı'ya karşı birleşmişlerdir."(9)
Doğu-Batı karşıtlığının bugünkü durumu, Osmanlı Prensesi Seniha'nın mektubunda dile getirdiği bu yüzyılın bazı koşullarından pek de uzak değildir. "İslam barbarlığı"nın şeriat, "entegrizm" adı altında yeniden doğduğuna inanılmaktadır. Bu durumda, toplumsal bilimler de kolay yol alamamakta, çağdaşlık-İslam karşıtlığından kaynaklanan kamplaşmayı sürdürmektedir. Örneğin gerek siyasetçiler, gerekse sosyal bilimciler, sık sık tüm İslami ifadeler ya da davranışların ardında şeriatın geri dönüşünü ve entegrizm tehlikesini görme eğilimi taşırlar.
Dolayısıyla çağdaşlık-İslam kamplaşmasında yer almayan bu çalışma ilk bakışta yadırganabilir. Öte yandan, Türk toplumunda böyle bir çalışma yapmak, İslam-Batı karşıtlığını aşmamıza ve modernliği başka bir açıdan değerlendirmemize olanak verebilir. Zira, Türkiye bir yanıyla köklü bir Batı modernleşmesi geleneğine sahiptir ve birçok müslüman ülke Türkiye'yi örnek almıştır. Diğer yandan, Türkiye bugün diğer müslüman ülkelerde olduğu gibi, modernleşme sürecinin kazanımlarını sorgulayan İslamcı hareketlerin doğuşuna tanık olmaktadır. Modernliğin hukuk ve özgürlük ilkeleriyle İslam'ın değerleri arasında bir buluşma noktası olup olmadığı, ya da İran modelinden farklı bir eklemlenme olup olmadığını sorgulayabilmek için Türk deneyi emsalsizdir. İşte, İslamcı değerlerin en radikal ifadesini kamuoyu önünde dile getiren "türbanlı öğrenciler" konusuna, bunu İran deneyimi ile özdeşleştirecek yerde, bu sorunsaldan hareketle bakılabilir. Unutulmamalıdır ki, İslam ve Batı'nın kesiştiği noktada bulunan Türkiye, Doğu/Batı, geri/ileri, ilkellik/medeniyet karşıtlıklarının aşılabileceğini gösteren işaretlerin ifadesi ve incelenmesi açısından önemli bir mekân olabilir.
Birinci bölümde, modernleşme hareketlerini (ya da Doğu-Batı karşılaşmasını), özünde kadının toplumsal konumunun, yani "mahrem" alandan kamusal alana çıkışının belirlediğini göstermeye çalışacağız. Daha simgesel bir dille belirtirsek, Batı dünyasına atılan köprüyü kadın haklarının temellendirdiğini öne süreceğiz.
İkinci bölümde, günümüz toplumlarına damgasını vuran İslamcı kadın hareketlerini ele alacağız. Nitekim, müslüman ülkelerde İslamcı hareketlerin canlılık kazanmasıyla birlikte kadının toplumdaki yeri yeniden bir tartışma konusu olmuştur. 1980 sonrası Türkiyesi'nde de örtünmeyi ve okumayı aynı anda hak iddia eden İslamcı kız öğrenciler, laikliğin temel eğitim kalelerinden biri olan üniversitelerde ortaya çıkmış ve Kemalist reformlarla kazanılmış kadın haklarının geriye gittiğinin bir işareti olarak algılanmışlardır. İslam'ın en görünen ifadesi olan örtünen kızlar (ya da kamuoyundaki deyimle "türbanlılar") modernleşmenin kalesi eğitim alanında ortaya çıkarak modernlik ve eğitim arasındaki özdeşliği tehdit etmişlerdir. Laiklik ve cinsler arası eşitlik ilkelerini kabul etmiş, bu konuda müslüman ülkeler arasında örnek teşkil etmiş Türk toplumunda, dinsel taleplerin ortaya çıkması ne ifade etmektedir? Yapılan irdelemelerle sık sık ortaya konulduğu gibi, Şeriatçı İslam'ın bir rövanşı mı söz konusudur? Modernliğin anti-tezi olarak tarihten dışlanmış olan İslam, yeniden tarihe baş aktör olarak dönmeye mi çalışmaktadır? İslamcı hareketlerin açığa vurulmasını, örtünen kadınlar mı simgelemektedir? Kitap boyunca, kadın konusundan hareketle, İslam ve modernizm labirentlerinde dolaşarak, toplumsal dönüşümlerin, kültürel kırılmaların izini süreceğiz.
Notlar
(1) Prenses Seniha'nın Madame Simone de la Cherté'ye yazdığı mektup, 30 Aralık 1910 tarihli. Bkz. C. Farrère, Türklerin Manevi Gücü, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, s. 97. (İlk basım: Extraordinaire aventure d'Ahmet Pacha Djémaleddine, Ernest Flammarion, Paris, 1921). Seniha, Sultan Abdülmecid'in ve Nâlandil hanımın kızı, Prens Sabahattin'in annesidir. Bkz. Pars Tuğlacı, Osmanlı Saray Kadınları, Cem Yayınevi, İstanbul, 1985. Yukarı
(2) E. Said, L'Orientalisme, Seuil, Paris, 1980, (Orijinali İngilizce, 1978. Türkçesi Şarkiyatçılık, Metis Yayınları, İstanbul, 1999), s. 15. Yukarı
(3) E. Said, a.g.e., s. 16. Yukarı
(4) H. Desmet-Grégoire, "De la perception d'une femme ottomane à celle des femmes ottomanes: le récit de voyage d'une européenne du XIXe siècle. La princesse de Belgiojoso" (Bir Osmanlı Kadınından Diğer Osmanlı Kadınlarının Kavranmasına: 19. Yüzyılda Bir Avrupalı Kadının Seyahatnamesinden), Contributions à l'Histoire économique et sociale de l'Empire Ottomane, (Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomik ve Toplumsal Tarihine Katkılar), Peeters, Louvain, 1983, s. 439. Yukarı
(5) Bu toplumların konumunu sosyal bilim teorileri çoğunlukla "az gelişmişlik", "geri kalmışlık", "üçüncü dünya", "dünya ekonomi sisteminin periferisi" gibi, özellikle ekonomi düzeyinde ve bağımlılık ve sömürü ilişkileri çerçevesinde tanımlamışlardır. "Zayıf tarihsellik kavramı" ise modernlik paradigmasına toplumsal pratik olarak yaklaşmaktadır. Toplumsal ilişkilerin yapısında, doğasında, eyleminde modernliğin üretilmesini konu almaktadır. Hatta zihinsel üretim biçimlerinde, bilinç düzeyinde zayıf tarihselliğin izdüşümlerini aramaktadır. Böylelikle amaç, hem ekonomik indirgemecilikten kurtarmak, hem de sorunsalı bu toplumların iç ve yapısal dinamiklerine doğru kaydırmaktır. Özetle, zayıf tarihsellik kavramı modernlik tarihini içsel ve yapısal olarak üretememiş toplumların pratiğine sosyolojik açıdan bakmayı amaçlamaktadır. Ek bilgi için bu kavramı ilk kullandığım kitaba bakılabilir: Nilüfer Göle, Mühendisler ve İdeoloji, Metis Yayınları, İstanbul, 1998. Yukarı
(6) Daryush Shayegan, Le regard mutilé, Albin Michel, Paris, 1989; Yaralı Bilinç, (çev. Haldun Bayrı), Metis Yayınları, İstanbul, 1991. Yukarı
(7) H. Djait, "Dimensions de l'orientalisme islamisant", Le mal de voir, Union générale d'éditions (10/18, Cahiers Jussieu), Paris, s. 259. Yukarı
(8) Türk toplumunun Batı dünyasıyla karşılaşma sürecinin ilk aşamalarını ele alan inceleme için bkz. Fatma Müge Göçek, East Encounters West: France and the Ottoman Empire in the Eighteenth Century, New York, 1987. Yukarı
(9) Bruno Etienne, L'islamisme radical, Hachette, Paris, 1987, s. 7. Yukarı