"Bu Kitap Nasıl Oluştu?", s. 9-13
Her şey şu ilkeden yola çıktı: aşığı basit bir belirgisel özneye indirgememeliydi, sesinde güncel-dışı, yani uzlaşılmaz olanı duyurmalıydı daha çok. Örneklerden vazgeçip yalnızca bir ilk dilin (üstdil yok) eylemine dayanan, "dramatik" bir yöntemin seçilmesi de bundan ileri geliyor. Böylece aşk söyleminin betimlemesinin yerine öykünüşünü yerleştirdik; sonra da bu söyleme, karşımıza bir çözümleme değil, bir sözcelem çıkaracak biçimde, temel kişisini, ben'i geri verdik. Bir bakıma, bir portredir önerdiğimiz; ama bu portre ruhbilimsel değil yapısaldır; sözün bir yerini sunar okumamıza: ötekinin (sevilen nesnenin), konuşmayan ötekinin karşısında, kendi kendine, aşıkça konuşan birinin yerini.
1. Betiler
Dis-cursus,(1) kökeninde, şuraya buraya koşma edimidir, gidişgelişler, "girişimler", "entrikalar" söz konusudur. Gerçekten de aşık kendi kafasında durmamacasına koşar, yeni girişimlerde bulunur, kendi kendine karşı entrikalar çevirir. Söylemi ancak önemsiz mi önemsiz, rastlantısal mı rastlantısal durumlara göre aklına esen dil soluklarıyla vardır.
Bu söylem kırıntılarına beti(2) denilebilir. Sözcük sözbilimsel anlamıyla değil, daha çok "jimnastik" ya da "koreografik" anlamda anlaşılmalıdır; kısacası eski Yunanlılar'ın anladığı anlamda şema, "çizge" değildir; dururken izlenen değil, çok daha canlı bir biçimde, edim içinde yakalanan bedenin devinisidir: atletlerin, söylevcilerin, heykellerin bedeni: gergin bedende kımıltısızlaştırılabilen şey. Betileriyle didişen aşık için de böyle: biraz çılgınca bir sporda çırpınır, atlet gibi harcar gücünü; söylevci gibi tümceler sıralar; bir rolde yakalanır, dondurulur, bir heykel gibi. Beti, iş başında aşıktır.
Betiler, gerçekleşen söylemde, okunmuş, işitilmiş, duyulmuş bir şey tanıyabilmemize göre ayrılır. Beti çizgiyle çevrilebilir (bir gösterge gibi) ve anımsanabilir (bir imge ya da bir masal gibi). Bir beti ancak biri: "Nasıl da doğru! Bu dil sahnesini tanıyorum!" diyebiliyorsa geçerlidir. Dilbilimciler, sanatlarının kimi işlemlerinde bulanık bir şeyden, dil duygusundan yararlanırlar; betileri kurmak için de şu rehberden ne daha fazlası gerekir, ne daha eksiği: aşk duygusu.
Gerçekte, metnin dağılımının şurada zengin, burada yoksul olmasının önemi yoktur; ölü zamanlar vardır, nice betiler hemen tükeniverir; kimileri, bütün aşk söyleminin tözleri olduklarından özlerin enderliğini —yoksulluğunu— gösterir; arzudan, imgeselden ve açılmalardan örülmüş bütün bir aşk söylemi olduğuna göre, Bitkinlik, İmge, Aşk Mektubu konusunda ne söylenebilir? Ama bu söylemi gerçekleştiren ve oluntularını ayıran kişi bundan bir kitap çıkarılacağını bilmez; iyi bir ekinsel özne olarak söylediğini yinelememesi, kendi kendisiyle çelişkiye düşmemesi, bütünü parça gibi görmemesi gerektiğini de bilmez; yalnızca belirli bir anda kafasından geçen şeyin sanki bir izgenin damgasıyla damgalandığını bilir (eskiden "courtois"(3) aşk izgesi, ya da Gönül Haritası olabilirdi bu).
Bu izgeyi herkes kendi öyküsüne göre doldurabilir; ister cılız olsun, ister olmasın, betinin orada bulunması, yerinin (gözünün) ayrılması gerekir. Sanki betisi bir yer (topos) olan bir aşk Yerseli(4) varmış gibi. Bir Yersel'in başlıca özelliği biraz boş olmasıdır: bir Yersel konumu gereği yarı izgelenmiş, yarı izdüşümseldir (ya da izgelenmiş olduğu için izdüşümseldir). Burada bekleyiş, kaygı, anı konusunda söylediklerimiz alçakgönüllü bir "ek"ten başka bir şey değildir, alıp ekleyeceğini eklesin, çıkaracağını çıkarsın, sonra da başkalarına geçirsin diye sunulmuştur okura: betinin çevresinde, oyuncular yüzüğü birbirlerine geçirir, kimi zaman, son bir ayraçla, yüzük başkasına geçirilmeden bir saniye daha tutulur. (Kitap, ülküsel olarak, bir kooperatif olabilirdi: "Birleşmiş Okurlara — Aşıklara.")
Her betinin başında okunan onun tanımı değil, sunumu(5). Argumentum: "sergileme, öykü, özet, küçük dram, uydurulmuş öykü"; şunu da ben ekliyorum: uzaklaştırım, Brecht işi pankart. Bu sunum aşık öznenin olduğu şeye göndermez (bu öznenin dışında hiç kimse yoktur, aşk üzerine söylem yoktur), söylediği şeye gönderir. "Kaygı" diye bir beti varsa, özne bazı bazı (sözcüğün "klinik" anlamına aldırmadan) "İçim sıkılıyor!" diye haykırdığı içindir. Callas bir yerlerde "Angoscia!" der. Beti bir bakıma bir opera şarkısıdır; bu şarkının ilk sözcüğü içinde tanındığı, yeniden anımsandığı ve işlendiği gibi ("Bu düşü yaşamak istiyorum", "Ağlayın, gözlerim", "Lucevan le stelle", "Piangerò la mia sorte"(6)), beti de kendisini karanlıkta söyleyen bir dil kıvrımından yola çıkar (bir tür ayet başlığı, nakarat, ağıt).
Yalnız sözcüklerin kullanımı vardır, tümcelerin kullanımı yoktur derler; ama her betinin dibinde bir tümce yatar, çoğu zaman bilinmeyen (bilinçdışı mı?), ama aşık öznenin anlamlama düzeninde kullanımı olan bir tümce. Bu ana tümce (burada yalnızca varsayılan tümce) eksiksiz bir tümce değildir, bitmiş bir bildiri değildir. Etkin özü söylediği değil, eklemlediğidir; yalnızca bir "sözdizimsel hava", bir "kurma biçimi"dir. Örneğin, özne sevilen nesneyi bir randevuya bekliyorsa, bir tümce havası döner durur kafasında: "Doğrusu ya, hiç de hoş değil..."; "pekâlâ bana bir..."; "oysa çok iyi bilir ki..." Pekâlâ ne? neyi bilir? Önemi yoktur, "Bekleyiş" betisi şimdiden oluşmuştur. Bu tümceler havada kaldıkları için birer beti kalıbıdır: duygulanımı söyler, sonra dururlar, işlevlerini yerine getirmişlerdir. Sözcükler hiçbir zaman deli değildir (sapkındır fazla fazla), deli olan sözdizimdir: özne yerini tümce düzleminde aramaz mı —onu bulamaz— ya da dilin zorunlu olarak benimsettiği yanlış bir yer bulmaz mı? Betinin dibinde, "sözsel sanrı"dan birşeyler vardır (Freud, Lacan): çoğu zaman sözdizimsel bölümüyle sınırlanan budanmış tümce ("Sen gerçekte böyle...", "Eğer sen bunu gene..."). Böylelikle betinin coşkusu doğar: en yumuşağı bile bağrında gerilimli bir bekleyişin ürpertisini taşır: Neptün'ün kızgın quos ego'sunu(7) işitirim onda.
2. Düzen
Bütün aşk yaşamı boyunca, betiler aşık öznenin kafasında hiçbir düzene uymadan belirir, çünkü her seferinde bir (iç ya da dış) rastlantıya bağlıdırlar. Aşık, (tepesine "düşen") bu küçük olayların her birinde, imgeselinin gereksinimlerine, buyruklarına ya da hazlarına göre, yedeğinden (gömüsünden mi?) betiler çıkarır. Her beti her türlü ezgiden kopmuş bir ses gibi tek başına patlar ve titreşir — ya da boşlukta salınan bir müziğin motifi gibi bıktırıncaya dek yinelenir. Hiçbir mantık birbirine bağlamaz betileri, yan yanalıklarını belirlemez: betiler dizi dışı, anlatı dışıdır; birer Erinya'dır bunlar; çırpınır, çarpışır, yatışır, geri döner, uzaklaşırlar, bir sinek sürüsünün uçuşundan daha düzenli bir yanları yoktur. Aşk dis-cursus'u eytişimsel değildir; sürekli bir takvim gibi, bir duygusal ekin ansiklopedisi gibi döner durur (aşıkta, Bouvard ile Pécuchet'den bir şeyler vardır).
Dilbilimsel deyimlerle, betiler sanki dağılımsaldır, ama bütünleşimsel değildir; hep aynı düzeyde kalırlar: aşık tümce paketleriyle konuşur, ama bu tümceleri bir üst düzeye, bir yapıta katmaz; yatay bir söylemdir: hiçbir aşkınlık, hiçbir kurtuluş, hiçbir roman (ama çok çok romansı). Kuşkusuz, her aşk oluntusu bir anlamla donanmış olabilir: doğar, gelişir ve ölür, bir nedenliliğe ya da bir amaçlılığa göre yorumlanması, hatta, gerekirse, töre dersi çıkarılması her zaman olanaklı olan bir yol izler ("Delirmiştim, iyileştim", "Aşk bundan böyle sakınılması gereken bir tuzaktır", vb.): aşk öyküsü budur işte, büyük, anlatısal Öteki'nin, her türlü aşırı gücü hor gören ve öznenin benliğinden düzensiz ve sonsuz biçimde geçen büyük imgesel selini, kurtulunması gereken acılı, hastalıklı bir bunalıma ("Doğar, yükselir, acı çektirir, geçer", tam bir Hipokrat hastalığı gibi) indirgemesini isteyen kamuoyunun tutsağı olan aşk öyküsü: aşk öyküsü ("serüven") aşığın dünyayla uzlaşabilmek için ona ödemesi gereken bedeldir.
Bu öyküye onu hiç tanımadan eşlik eden söylem, söyleni(8) ayrı, bambaşka bir şeydir. Betileri sıralanamayacak, düzenlenemeyecek, bir amaca (bir düzene) gidemeyecek, katkıda bulunamayacak olan bu söylemin (ve onu yansıtan metnin) ilkesidir: ne birincisi vardır, ne sonuncusu. Burada bir aşk öyküsünün (ya da bir aşkın öyküsünün) söz konusu olmadığını göstermek, bir anlam eğilimini önlemek için, kesinlikle anlamsız bir düzen seçmek zorunluydu. Böylece, beti dizisini (kitap, konumu gereği ilerlemeye yargılı olduğuna göre, bundan kaçınılamazdı) iki saymacaya bağladık: adlandırmanın ve abecenin saymacasına(9). Ama her iki saymaca da ılımlıdır: biri anlambilimsel nedenle (sözlükteki bütün adlar arasından, bir beti ancak iki üçünü alabilir), öteki abecemizin sırasını düzenleyen bin yıllık uzlaşmayla. Böylece, mantıksal kesitler üretebilecek, salt rastlantının kurnazlıklarından sakındık; çünkü, bir matematikçinin dediği gibi, "rastlantının canavarlar üretme gücünü küçümsememek" gerekir; bu durumda, canavar, beti düzeninden çıkarak, onun yalnızca kesinlenmesini beklemek gereken yerde, bir "aşk felsefesi" olurdu.
3. Göndermeler
Bu aşk öznesini oluşturmak için, değişik kökenlerden parçaları "bir araya" getirdik. Kimi düzenli bir okumadan, Goethe'nin Werther'inin okunmasından geliyor. Kimi ısrarlı okumalardan (Platon'un Şölen'i, Zen, ruhçözümleyim, kimi Gizemciler, Nietzsche, Alman lied'leri). Kimi rastlantısal okumalardan geliyor. Kimi dost konuşmalarından. Kimi de kendi yaşamımdan.
Kitaplardan ve dostlardan gelenler bazı bazı metnin kıyısında, kitaplar için ad, dostlar için başharf biçimi altında beliriyor. Bu biçimde sunulan göndermeler yetke kaynaklı değil, dostluk kaynaklı: güvencelere başvurmuyorum, yalnızca, geçerken verilen bir selam gibi, gönlümüzü çelmiş, inandırmış olanı, bir an için anlama (anlaşılmak mı yoksa?) hazzını tattırmış olanı anımsatıyorum. Böylece, bu okuma, dinleme anımsatmaları gerçekleşimi belli bir şeyin okunduğu, söylendiği, dinlendiği yerlerin (kitapların, karşılaşmaların) anısından başka bir şey olmayan bir söyleme uygun düştüğü gibi, çoğu kez belirsiz, bitmemiş durumda bırakıldı. Öyle ya, yazar burada aşık özneye kendi "ekin"ini veriyorsa, aşık özne de ona imgeliğinin, bilginin güzel kullanımına ilgisiz imgeliğinin günahsızlığını geçiriyor.
Çevirmenin Notları
(1) Türkçe'ye "söylem" terimiyle çevirdiğimiz "le discours" teriminin Latince kö-keni. Yukarı
(2) Bu sözcüğü Fransızca "la figure" karşılığında kullanıyoruz. Yukarı
(3) Ortaçağ Fransız yazınında kadını yücelten ve aşk ilişkilerini sıkı kurallara bağ-layan aşk anlayışı. Yukarı
(4) Yersel, yere ilişkin anlamına gelen Topic sözcüğü karşılığında kullanılmıştır. Yukarı
(5) Sözcük, Fransızca "argument" sözcüğü karşılığında kullanılmıştır. Yukarı
(6) İtalyanca, ünlü şarkı dizeleri: "Yıldızlar parlıyordu; Yazgıma ağlayacağım". Yukarı
(7) Vergilius'ta, Neptün'ün yel karşısında söylediği öfkeli söz. Yukarı
(8) Sözcük, Fransızca "soliloque" sözcüğü karşılığında kullanılmıştır. Yukarı
(9) Bu çeviride kitabın kurgusuna uyulmuş, Türkçe'nin gerektirdiği abece sırası göz önüne alınmamış, özgün sıralamaya dokunulmamıştır. Yukarı